Suzan DEMİR
Ryan Murphy, Jon Robin Baitz ve Joe Baken tarafından FX için yaratılan, Türkiye’de de Disney+’da izlenebilen ‘Grotesquerie’ bir suç ve korku draması olarak tanımlanıyor. Ama bana kalırsa ‘Grotesquerie’ bundan çok daha fazlası. Fazla olan kısmına geçmeden hızlıca ana konuya değinmek gerekirse, Dedektif Lois Tryon (Niecy Nash-Betts), sakin bir kasabadaki dehşete düşüren cinayetler ve bir yandan da kendi aile sorunlarıyla boğuşmakta olan bir karakter. Amerikan suç dramalarının vazgeçilmez bir karakter kombinasyonu gibi adeta.
‘True Dedective’ ve daha birçok anlatıda karşılaştığımız bir kalıp aynı zamanda. Cinsiyet fark etmeksizin bir dedektifin kendi travmatik süreciyle cinayetleri bir arada götürdüğü yapımları takip etmeye alışkın seyirci için de tanıdık bir karakter Lois. Fakat Lois’i ayıran bir özellik var, son derece sakin ve soğukkanlı…
Dedektif Lois ilk olarak bir ailenin kan donduran cinayetini araştırmaya başlıyor. Cinayet mahalinde hiçbir kanıt yok ama katil bir “dehşet estetiği” yaratarak sembollere boğulan bir suç mahalli bırakıyor peşinden. Sonrasında ikinci cinayet mahalli, sembollerin dini referanslar olduğu, daha da belirginleşen bir hal alıyor. Bu noktada hikâyeye kilise için suç haberleri yazan Rahibe Megan (Micaela Diamond) giriyor. Megan heyecanlı, filmin yarattığı o dehşet karamsarlığa pek uymayan bir karakter adeta. Lois’i bir şekilde ikna ederek cinayetleri çözmesine yardım etmeye başlıyor.
O sırada Lois, obezite sorunu yaşayan kızı Merritt (Raven Goodwin) ve komadaki felsefe profesörü kocası Marshall (Courtney B. Vance) ile boğuşmakta ve kendi alkol sorununu ise inkâr etmektedir. Lois’nin kendisi ve ailesiyle boğuştuğu bu paralelde cinayetlerin ise dozu sürekli artarak devam ediyor. Son olarak içlerinde evsiz ve uyuşturucu bağımlılarının da olduğu bir cinayet mahalli, İsa’nın “Son Akşam Yemeği” tasvirinde bulunuyor. Lois katilin artık kendisiyle dalga geçtiğinden, hatta oyun oynadığından emin olmaya başlıyor. Buralarda özellikle ‘Seven’ı andıran bir tarz izliyor dizi.
Özet olarak anlattığım bu kısım yedinci bölüme kadar böyle devam ediyor. Özellikle beş ve altıncı bölümlerde hikâye kabuk değiştirmeye başlıyor. Git gide absürtleşen, hatta adındaki gibi grotesk bir dalgalanma yaratıyor. Örneğin anlatının doruk noktası, Lois ve Megan’ın olay mahallinde bir kutu içine şifrelenmiş koordinatları bulup bunu takiben bir çöle gitmesiyle karmaşıklaşıyor.
Gerçeklik ve hayal arasında çizgi iyiden iyiye çatırdamaya başlıyor. Hatta öyle ki, ancak bir rüyada yan yana gelebilecek olaylar birbiri ardına eklemleniyor. Seyirci için son derece karmaşık bir hal de alıyor. Ama bununla da kalmıyor dizi, seyirciyi altüst edecek yeni bir anlatıyla devam ediyor…
Marvel’in yine FX için hazırlanan ‘Legion’ diye bir süper kahraman dizisi vardı. Marvel, evrenler arası gezmeyi sever ama burada konu daha zihinler arası bir yerde gerçekleşiyordu. Tür olarak benzemese de ‘Legion’ın bu seyirci zihnini zorlayan dünyasını anımsattı bana ‘Grotesquerie’. Zira dizi ya da yaratıcılar bir yerden sonra dizinin karakterleriyle değil de seyirciyle köşe kapmaca oynuyor gibiler. Tam diziyi mantıklı bir noktaya oturtacakken kurulan tüm atmosferi yıkılıp yerine yenisi inşa ediliyor. Ve ortada Legion gibi bir süper kahraman da yok.
Haliyle dizi anlaması ve anlamlandırması zor bir izleme deneyimi. Belki çoğu izleyiciyi ya cinayet sahneleriyle kaçıracak ya da onlarla kendine bağlayacak ama bir yerden sonra tüm bu anlatıyı da kıracak bir yapım. Türlerin iç içe geçmesi de değil bu tam olarak, hikâyelerin iç içe geçmesi bir nevi ya da üst üste binmesi.
Peki belli bir yere kadar bir anlatı ve tür ile devam edip daha sonrasında kabuk değiştiren ve yoluna öyle devam eden yapımın buradan sonra dengesi nasıl kuruluyor? Bunu söylemek zor, zira kurduğu tüm yapıyı yıkıp bir cevap ortaya koyan dizi bu cevaplara da yaslanıp devam etmiyor. Cevabın içinden yeni alternatifler türetiyor. Gerçeklik diyemiyorum çünkü dizinin gerçeklikle kurduğu ilişki başından itibaren lineer bir hatta ilerlemiyor. Ne kendi gerçekliği ne de başka bir gerçeklik tanımı içinde kalabiliyor. Örneğin ilk yarıdaki karakterlerin abartı oluşu başta kötü oyunculuk gibi duruyor ama gerçeklik çelişkisi işin içine girmeye başladığında o konu bir nebze anlaşılmaya başlıyor. Megan’ın abartılı heyecanı, Nicholas Alexander Chavez’in canlandırdığı Rahibin plastikliği en azından bu çelişkiler çerçevesinde daha anlaşılır olabiliyor.
Tüm bu karmaşık yapı içinde bir puzzle’ın parçaları gibi mesajlar da veriyor seyirciye; sonun yaklaşması, küresel iklim değişikliği ve buna bağlı ‘felaketler’ ve tüm bunların çatısında bir ahlak fenomeni… Ahlaki ikilemini daha çok din, kötülük gibi temalarla kurcalıyor. Mesajını dini referanslarla verse de dinin korkudan ve dehşetten beslendiğinin altını özellikle ilk yarıdaki cinayetlerle kalın kalın çiziyor.
‘Grotesquerie’ nihayetinde groteskin tanımındaki gibi dünyaya ait olmayan bir anlatıya evriliyor. Hikayeyi bir döngüye çevirip yeniden başlatıyor ama bu başlangıç belli ki sonraki sezona bağlayan bir başlangıç olduğu için bir noktada belirsiz bırakılıyor. Sonuçlara göre ‘Grotesquerie’ yayınladığı haftalar içerisinde ABD’de en çok izlenen 10 dizi arasında yer alıyor. Haliyle yeni bir sezonda ya daha karmaşık hale gelen ya da meseleyi çözen bir anlatıyla karşılaşacağız.
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı.
Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***