Devam eserleri modern toplumun süreklilik ve aidiyet ihtiyacını yansıtıyor. Değişen dünyada insanlar, tanıdık karakterler ve hikayeler üzerinden kendi gerçekliklerini anlamlandırmaya çalışıyor.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
İnsanoğlu tarihin başlangıcından beri hikaye anlatma geleneğinde, sevilen karakterlerin ve hikayelerin devamını görmek istedi. Homeros’un İlyada ve Odysseia’sından günümüzün süper kahraman filmlerine kadar uzanan bu gelenek, sadece bir anlatı tercihi değil, aynı zamanda insanlığın kolektif hafızasının ve kültürel devamlılığının da bir parçası oldu. Tek bir hikayeyle yetinememe dürtüsü, sanatın ve ticaretin kesiştiği noktada yeni bir alan oluşturdu.
19.yüzyılda Charles Dickens’ın tefrika romanlarıyla başlayan ticari anlatı geleneği, 20. yüzyılda sinemanın endüstrileşmesiyle bambaşka bir boyut kazandı. Hollywood’un altın çağında başlayan devam filmi geleneği, başlangıçta B-filmi kategorisinde değerlendirilirken, The Godfather Part II’nin (1974) kazandığı Oscar’larla birlikte sanatsal meşruiyet kazandı. Bu dönüm noktası, devam eserlerinin sadece ticari değil, sanatsal değer de taşıyabileceğini gösterdi.
Devam filmlerinde artık suyu çıkarılan bir örnek: Rocky.
1970’ler ve 80’ler, küreselleşen dünya ekonomisiyle birlikte sinema endüstrisinin de global bir nitelik kazandığı dönem olmuştu. Star Wars, Rocky ve Indiana Jones gibi seriler, sadece Amerika’da değil, tüm dünyada kültürel fenomenlere dönüştü. Bu dönem, “art franchise” kavramının doğuşuna ve sinema endüstrisinin iş modelinin köklü bir değişim geçirmesine sebep oldu. Artık filmler tek başına değil, potansiyel bir serinin ilk halkası olarak değerlendirilmeye başlandı.
Dijital devrimin başlangıcı ve CGI teknolojisinin gelişimi, 90’larda devam filmlerinin yapım süreçlerini ve bütçelerini radikal biçimde değiştirmeye yetti. Jurassic Park, Terminator 2 ve Matrix gibi yapımlar, teknolojik yenilikleri hikaye anlatımının hizmetine sunarken, yapım bütçelerini de rekor seviyelere taşıdı. Bu dönem, “blockbuster” sinemasının altın çağı olurken, aynı zamanda risk-getiri dengelerinin de yeniden hesaplanmasını gerektirdi.
2000’lerde internet kültürünün yükselişi ve sosyal medyanın ortaya çıkışı, fan kültürünü dönüştürdü. Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi gibi edebi adaptasyonların sinema serileri, global fan topluluklarının oluşmasına ve “fandom” kavramının güçlenmesine yol açtı. Bu interaktif izleyici kültürü, yapımcıları hayran beklentilerini daha çok göz önünde bulundurmaya zorladı.
Marvel Sinematik Evreni’nin 2008’de Iron Man ile başlayan yükselişi, devam filmi kavramını bambaşka bir boyuta taşıdı. Birbiriyle bağlantılı onlarca film ve dizi, sinema tarihinde görülmemiş bir anlatı evreni inşa etti. Bu model, diğer stüdyoların da benzer evrenler yaratma çabasına girmesine neden oldu, ancak aynı zamanda “franchise yorgunluğu” kavramının ortaya çıkmasına da yol açtı.
Streaming ya da online platformların yükselişi ve pandemi sonrası değişen izleyici alışkanlıkları, devam eserlerinin üretim ve dağıtım dinamiklerini yeniden şekillendirdi. Netflix, Amazon Prime, Apple TV ve Disney+ gibi platformlar, kendi orijinal içeriklerini ve franchise’larını üretirken, geleneksel sinema gösterim modelini de sorgulamaya açtı. Bu değişim, içerik üretiminin demokratikleşmesini sağlarken, kalite kontrolü sorunlarını da beraberinde getirdi.
Günümüzde ise yapay zeka teknolojilerinin gelişimi ve sanal gerçeklik uygulamalarının yaygınlaşması, anlatı evrenlerinin genişlemesine yeni alanlar açıyor. Ancak bu teknolojik imkanlar, kreativite ve özgünlük tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Endüstri, teknolojik yenilikleri kullanırken sanatsal değeri koruma dengesi kurmaya çalışıyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında, devam eserleri artık sinema endüstrisinin belkemiğini oluşturuyor. 2023 verilerine göre, en çok hasılat yapan filmlerin %70’i bir serinin parçası. Ancak bu ekonomik başarı, sanatsal yaratıcılık ve risk alma cesaretinin azalması pahasına geldi. Bu durum, endüstriyi yeni arayışlara ve dengeleri yeniden gözden geçirmeye zorluyor.
Sosyolojik perspektiften baktığımızda ise, devam eserleri modern toplumun süreklilik ve aidiyet ihtiyacını yansıtıyor. Değişen dünyada insanlar, tanıdık karakterler ve hikayeler üzerinden kendi gerçekliklerini anlamlandırmaya çalışıyor. Bu kültürel dinamik, devam eserlerinin sadece eğlence değil, aynı zamanda toplumsal bir işlev de gördüğünü gösteriyor.
Devam filmleri, sinema tarihinde hikâye anlatımını genişletmek ve derinleştirmek için kullanılan en eski stratejilerden biridir. Bu uygulama, sinemanın doğuşuna kadar geri götürülebilir. Devam filmleri, bir filmin başarısının ardından aynı dünyada geçen, aynı karakterleri içeren veya hikâyeyi ileriye taşıyan eserler olarak tanımlanabilir. İlk dönemlerde bu filmler, teknik bir ihtiyaçtan çok, seyircinin ilgisini sürdürmek için yaratılmış ticari hamlelerdi.
Teknik olarak izah edecek olursak: Sinema tarihinde “sequel” yani devam filmleri, bir önceki filmin hikayesini devam ettiren yapımları tanımlıyor. Bu filmler -genellikle- orijinal filmin karakterlerini ve evrenini kullanarak, ilk filmin olaylarından sonrasını anlatıyor. Ancak devam filmlerinin tek bir format yerine, farklı yaklaşımları kapsayan geniş bir yelpazesi var.
Türk sinemasına baktığımızda ise izleyici daha çok komedi karakterlerinin devam filmlerinden hoşlanmış. Cilalı İbo, Turist Ömer gibi klasiklere, 70’lı yıllarda Şaban, günümüzde ise Arif Işık ve Recep İvedik karakterleri eklendi. Gerçi Yeşilçam döneminde fantastik kahramanlar Malkoçoğlu, kara Murat, Tarkan, Karaoğlan gibi çizgi roman orijinli ve kahraman odaklı filmler de çekildi ama, dönemin çizgi roman yayıncılığının bunda etkisi büyüktü. Bir de Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı sıra dışı ve statüko karşıtı polis tiplemesi “Komser Cemil” vardı.
Devam filmlerinin en yaygın türü, ilk filmin hemen ardından gelen olayları anlatan “direct sequel” yani doğrudan devam filmleridir. The Godfather Part II gibi yapımlar, orijinal filmin hikaye çizgisini ve karakterlerini doğrudan devam ettirerek bu kategorinin en başarılı örneklerini oluşturuyor. Öte yandan, Top Gun: Maverick örneğinde olduğu gibi, ilk filmden yıllar sonra çekilen ve orijinal karakterlerle yeni nesil karakterleri bir araya getiren “legacy sequel” formatı da son dönemde popülerlik kazanmış durumda. Dikkat buyurun, bir filmdeki karakter hakkında başka bir film yapmaktan bahsetmiyorum ki ona Spin off” deniyor, onu başka zaman inceleriz inşallah.
Bazı devam filmleri ise kronolojik olarak geriye giderek ilk filmin öncesini anlatmakta. “Prequel” olarak adlandırdığımız bu tür, Star Wars: The Phantom Menace gibi yapımlarla, ana hikayenin geçmişini aydınlatıyor. Bir de doğrudan bağlantısı olmayan ama benzer tema ve tonu sürdüren “spiritual sequel” kategorisi vardır ki, 10 Cloverfield Lane bu türün çarpıcı örneklerinden.
Sinema endüstrisi için devam filmleri, sadece sanatsal bir tercih değil, aynı zamanda önemli bir risk yönetimi aracı. Hazır bir hayran ve seyirci kitlesine sahip olmak, garanti gelir potansiyeli sunmak ve güçlü bir marka değeri oluşturmak gibi avantajlar sağlıyor elbette. Bu nedenle stüdyolar, başarılı filmleri franchise’lara dönüştürme eğiliminde olmuş her daim.
“Follow-up”, “continuation”, “next chapter” veya “second installment” gibi terimlerle de anılan bu yapımlar, modern sinema endüstrisinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş durumda. Ancak her devam filminin başarılı olamadığı, bazen orijinal filmin yakaladığı etkiyi tekrarlayamadığı da bir gerçek. Bu nedenle, devam filmi çekmek hem büyük bir fırsat hem de ciddi bir risk olarak görülmekte.
Bu uzun girizgahtan da anlaşılacağı üzere, konumuz “Devam filmleri…”
Aslında -tahminim üç yazı olacak- bu serinin yazılma sebebi Ridley Scott’un son ve bir devam filmi olan “Gladiator 2”nin analizini yazmayı düşünmem. Filmi izlerken, yönetmenin de bunda büyük payı var, zihnimin bir köşesinde hep ilk film oynadı durdu.
Ünlü usta, devam filmini kendisinin çekmediği : Sapık’ın setinde.
Gerilim ve korku türünün usta ismi Alfred Hitchcock, “İsminde 2 olan filmi izlemem” deyip eklemiş: “Devam filmi çekmek, soğumuş suflede tekrar yükselme beklemek gibidir.” Esasen bu söz, bugün hala birçok devam filminin temel sorununu özetliyor. Alfred Hitchcock kariyeri boyunca hiç devam filmi çekmedi. Belki bir tek istisna: “Sapık” (1960) filminin devamı olan “Psycho II” çekildi ama ünlü gerilim ustası öleli 3 yıl oluştu. Film Richard Franklin tarafından çekilmişti. Rahmetlinin devam filmleri hakkındaki fikirleri bilinse de yapım şirketi paranın çekiciliğini tercih etti!
İsterseniz sinema sektöründe biraz geriye uzanıp, meselenin arka planına bir göz attıktan sonra devam filmlerinin başarıları ve başarısızlıklarını ele alalım.
Sinema tarihindeki ilk devam filmi, D.W. Griffith’in 1915 yapımı tartışmalı filmi “Bir Milletin Doğuşu – The Birth of a Nation”ın devamı olarak 1916’da çekilen “Bir Milletin Çöküşü – The Fall of a Nation” olarak kabul edilir. Thomas Dixon Jr. tarafından yönetilen bu film, selefinin popülaritesini yakalayamasa da, devam filmlerinin nasıl bir stratejiyle şekillenebileceğini göstermesi açısından çok önem arz ediyor. Bu süreç aynı zamanda hem hikâyenin derinleştirilmesi hem de ekonomik başarı arayışı açısından önemli bir dönüm noktası.
Bir Milletin Çöküşü: Sinema tarihinde çekilen ilk devam filmi (1916)
Devam filmleri, özellikle 1970’lerden sonra Hollywood’da altın çağını yaşamaya başladı. “The Godfather Part II” (1974), Francis Ford Coppola tarafından yönetilmiş ve ilk filmin mirasını daha da ileriye taşıyarak bir devam filminin sadece ticari değil, sanatsal olarak da başarılı olabileceğinin de ispatı niteliğindeydi. Bu film, bir devam filmi olarak en iyi film Oscar’ını kazanan ilk yapım oldu.
Sinemada bazı devam filmleri, seleflerini aşarak hem ticari hem de eleştirel açıdan büyük başarılar elde etti. Örneğin, “The Empire Strikes Back” (1980), “Terminator 2: Judgment Day” (1991) ve “The Dark Knight” (2008), devam filmlerinin hikâye anlatımını geliştirme ve izleyiciyi daha derinlemesine bir dünyaya çekme potansiyelini gösterdi. Bu filmler, devam filmlerinin sadece bir yeniden pazarlama stratejisi olmadığını, aynı zamanda özgün bir sanat formu olabileceğini ispatladı.
Öte yandan, sinema tarihindeki devam filmleri her zaman başarıyla sonuçlanmadı. Örneğin, “Jaws 3-D” (1983) veya “Speed 2: Cruise Control” (1997), seleflerinin başarısını yakalayamayan yapımlar arasında yer aldı. Bu filmler, genellikle hikâye derinliğinden yoksun olmaları ve seyircinin ilk filmle kurduğu duygusal bağları sürdürememeleri nedeniyle eleştirildi. Başarısız devam filmleri, devam filmlerinin zayıf bir şekilde uygulanmasının izleyicide hayal kırıklığı oluşturabileceğini de gösteriyor.
Evet seyirci fıtratı gereği, sevdiği bir dünyaya veya karakterlere tekrar dönme fikrinden genellikle hoşlanır. Devam filmleri, sinema izleyicilerinde nostalji uyandırma ve sevilen hikâyeleri keşfetme arzusunu tatmin etme potansiyeline sahiptir. Ancak bu ilgi, hikâyenin orijinalliğini koruyup koruyamamasına ve izleyiciye taze bir deneyim sunup sunamamasına bağlı.
Günümüzde devam filmleri, genellikle büyük franchise’lar içinde değerlendiriliyor. Marvel Sinematik Evreni (MCU), Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, ve Fast & Furious serileri, devam filmlerinin modern sinema dünyasındaki en büyük örnekleri arasında yer alıyor. Bu filmler, tutarlı bir evren inşa ederek izleyiciyi her yeni filmde bir parça daha derinlemesine bir hikâyeye çekiyor.
Öte yandan devam filmleri, genellikle finansal başarıyı garanti eden bir araç olarak görüldü. İzleyicinin halihazırda bildiği bir hikâyeye dayandıkları için, devam filmleri çoğunlukla risk açısından daha düşük yatırımlar olarak değerlendirilir. Örneğin, “Avengers: Endgame” (2019), dünya çapında 2,8 milyar dolardan fazla hasılat elde ederek, devam filmlerinin ekonomik potansiyelini açıkça ortaya koydu.
Başarılı bir devam filmi üretmenin anahtarı, hikâyeyi derinleştirmek ve izleyiciye orijinal bir şey sunmak olsa gerek. Sadece ilk filmdeki unsurları tekrarlamak yerine, yeni temalar, karakter gelişimleri ve ilginç bir anlatı yapısı sunmak gerekli. Bu nedenle, devam filmleri yalnızca ekonomik kaygılarla değil, daha kreatif bir perspektifle ele alınmalı diye düşünmekteyim.
Bununla beraber elbette gelecekte devam filmlerinin daha da gelişeceği öngörülüyor. Gelişen teknolojiler ve artan sinema deneyimi, devam filmlerinin hikâye anlatımında daha geniş bir alan yaratmasına olanak tanıyacak. Ancak, seyircinin ilgisini korumak için, bu filmlerin daha eksantrik, anlamlı ve hikâye açısından tatmin edici olması gerekecek.
Sonuç olarak, devam filmleri sinemanın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş durumda. Başarılı örnekler hem sanatsal hem de ekonomik olarak büyük etkiler oluşturabilirken, başarısız devam filmleri izleyiciyi hayal kırıklığına uğratıyor. Yine de devam filmleri, sinemanın hikâye anlatma potansiyelini genişletmeye ve derinleştirmeye devam etmekte.
Bu konuda derinleşmeye devam edeceğiz…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***