HABER-YORUM | ENSAR NUR | TR724 STRAZBURG
Her yıl düzenlenen Dünya Demokrasi Forumu’nu takip etmek için geçtiğimiz hafta Avrupa Konseyi’ndeydim. Konsey’de gerçekleştirme fırsatı bulduğum ilginç görüşmeler sahada olmanın önemini bir kez daha gösterdi. Bunlardan sadece iki tanesini, AİHM Başkanı ve bir AYM üyesi ile olan görüşmelerimi, önemine binaen paylaşmam gerektiğini düşünüyorum.
İlk olarak, Perşembe günü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Marko Bošnjak ve Yazı İşleri Müdürü Marialena Tsirli tarafından düzenlenen bir toplantıyı aktarayım.
AİHM, GELEBİLECEK ON BİNLERCE BAŞVURUYA DAHA HAZIRLIKLIYMIŞ!
Az sayıda gazetecinin katıldığı bu toplantıda AİHM Başkanı, Mahkeme’nin “fildişi kulesinden” indiğini ve artık gazetecilerle daha yakın ilişki içerisinde olacağını söyledi. Mahkeme’nin son zamanlarda başta iklim değişikliği ile ilgili olmak üzere vermiş olduğu önemli kararlardan bahsetti ve AİHM’in bir etki oluşturmak istediğini aktardı. Başkan ayrıca Mahkeme’nin formunun yerinde olduğunu ve geçen yıla göre askıda bekleyen dava sayısının azaldığını ifade etti.
İstatistikleri aktaran Yazı İşleri Müdürü Tsirli ise, şu anda bekleyen 62 bin 700 başvuru olduğunu ve bunlardan 23 bin 397’sinin Türkiye’den geldiğini söyledi. Tsirli, ayrıca Türkiye’ye karşı yapılan başvuruların çok büyük bir kısmının 15 Temmuz ve sonrası dönem ile ilgili olduğunun altını çizdi.
30 Eylül 2024 itibariyle AİHM önünde ülkelere göre sonuçlanmayı bekleyen başvurular
AİHM’in resmi internet sitesinde yer alan istatistiklere baktığımızda, 23 bin 397 başvurudan sadece 5 bin 158’i 7 hakimli İkinci Daire önünde incelenmeyi bekliyor.
AİHM’in çeşitli formasyonları önünde sonuçlanmayı bekleyen Türkiye’den gelen başvurular
17 bin 155 başvuru ise 3 hakimli komite tarafından incelenecek. Komiteler daha önce İkinci Daire veya Büyük Daire tarafından karara bağlanmış başvuruların benzerlerini karara bağlıyor. Örnek vermek gerekirse, Büyük Daire tarafından verilen Yalçınkaya kararına benzer 8 bin dosya, komite tarafından sonuçlandırılacak. Geçtiğimiz aylarda 3 bin dosya AİHM tarafından 3 ayrı grupta taraflara iletilmişti.
Başkan Bošnjak ve Yazı İşleri Müdürü Tsirli, kısa bir sunumun ardından sorularımızı yanıtladı. İlk olarak, Yüksel Yalçınkaya’nın yeniden yargılanıp aynı gerekçelerle mahkum edildiğini hatırlattım, Türkiye’den gelecek dosyalarda artış bekleyip beklemediklerini ve olası bir artışa karşı hazırlık yapıp yapmadıklarını sordum.
Başkan, Büyük Daire’nin kararının ardından davanın yeniden açılmasının olumlu olduğunu söyledi. Ancak, yeniden yargılamanın detaylarını dosya tekrar önlerine gelince inceleyebileceklerini belirtti. Yazı İşleri Müdürü ise Mahkeme’nin her zaman çok sayıda dosyaya hazırlıklı olduğunu savundu. İlgili başvurulara geldikleri zaman bakacaklarını ifade etti. Elbette bu cevap, her zaman az personel sayısından ve çok başvuru gelmesinden şikayet eden bir kurumdan beklediğim bir cevap değildi. Göz göre göre gelecek olan on binlerce dosya için bir hazırlık öngörmeleri gerekirdi.
Tüm bunlar düşünüldüğünde verilen cevaptan şu anlam çıkıyor: Mahkeme Yalçınkaya’nın yeniden yargılanması ile ilgili davanın yeniden AİHM önüne gelmeden Türkiye’de çözülmesini sağlamaya çalışıyor. Belki de AYM heyeti ile yapılan görüşmenin kapsamı bununla ilgiliydi. İlerleyen satırlarda değineceğim.
İkinci olarak ise, “Özellikle terör yargılamalarına baktığımızda, Türkiye’de iç hukuk yollarının etkili olduğunu düşünüyor musunuz?” diye sordum. Marialena Tsirli bu soruya cevap vermelerinin doğru olmayacağını söyledi. Açıkçası bu sorudan bir cevap almayı beklemiyordum ancak yine de konuyu gündeme getirmek istedim.
17-25 ARALIK’TA TAKILI KALAN AYM ÜYESİ!
Ertesi gün Türkiye’den gelen Kadir Özkaya önderliğindeki Anayasa Mahkemesi heyeti, AİHM yetkilileri ile bir araya geldi. Bu görüşme önceden kamuoyuna ve medyaya duyurulmadı. Görüşmeden, AİHM’in cuma günü mesai saatinin bitimine yakın sosyal medyadan yapmış olduğu paylaşımla haberdar olduk. Anayasa Mahkemesi neredeyse tam kadro Strazburg’daydı.
Ancak, AİHM’in paylaşımından ve heyetin Strazburg’daki görüşmesinden haberdar olmadan önce, bir AYM üyesi ile ilginç bir şekilde Avrupa Konseyi’nde karşılaştım.
Delegation of the Constitutional Court of Türkiye visit the ECHR | Visite à la CEDH d’une délégation de la Cour constitutionnelle de Türkiyehttps://t.co/pqvtucHU0t#ECHR #CEDH #ECHRofficialvisits pic.twitter.com/6MfrN9StrB
— ECHR CEDH (@ECHR_CEDH) November 8, 2024
Öğle namazı için gittiğim ibadet odasında bulunan kalabalık Türk heyet dikkatimi çekti. Aralarında bulunanlardan birisinin şu anda aktif şekilde görev yapan AYM üyelerinden birisi olduğunu fark ettim. Çıkışta kendimi tanıttım ve 20 dakika kadar Avrupa Konseyi ana binasında konuşma fırsatım oldu. (Konuşmanın kapsamı itibari ile üyenin adını vermemenin daha doğru olacağını düşünüyorum.)
AYM üyesine, yargılamalarda çok fazla hukuksuzluk yapıldığını ve insanların adalet beklediğini, bunu sağlayabilecek kişilerin AYM üyeleri olduğunu söyledim. Üye, kendine göre hukuksuz gördüğü yerlere müdahale ettiğini, uzun tutukluluk dosyalarında ihlal yönünde oy kullandığını, adaletli davranmaya çalıştığını ve ahirete inandığını anlattı.
Ben de insanların kurumlarda çalışmak veya Bank Asya’ya para yatırmak gibi tamamen yasal olan faaliyetlerden terör örgütü üyeliği cezaları aldığını hatırlattım. Konuşmamız ilerledikçe, üyenin davalara bakışını daha iyi anladım.
AYM üyesi profesör, insanların 17-25 Aralık operasyonlarının ardından olanı biteni anlaması gerektiğini ve o zaman yapıyla bağlarını kesmeleri gerektiğini söyledi. Örneğin, bir kişinin mahkumiyetinde Bank Asya geçiyorsa, bunun sebebinin düzenli banka işlemlerinin dışında bir hareketlilik saptanması olduğunu belirtti. Dolayısıyla, o dönem banka hesabında normalin dışında artışlar olan kişilerin “talimatla para yatırdığı tespit edilmiştir” dedi.
Bununla birlikte, cemaatin ne kadar tehlikeli bir yapı olduğunun yolsuzluk ve MİT tırları operasyonlarıyla anlaşıldığı, yapının kökünün dışarıda olduğu, hala yurtdışında Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunduğu gibi pek çok iddiayı da bir çırpıda saydı.
Hatta cemaatin zamanında Türkiye’de çok adaletsizlik yaptığını, farklı gruplara zulmettiğini ve kendisinin buna rağmen davaları adaletle incelemeye çalıştığını ileri sürdü. (Keşke bu AYM üyesinin yazılarının yıllarca Zaman gazetesinde yayınlandığını ise konuştuğumuz esnada biliyor olsaydım!)
Elbette kendisine 17-25 Aralık’tan sonra oluşan siyasi atmosferde herkesten net bir saf tutmasını beklemenin doğru ve hukuki olmadığını, o dönem halkın önemli bir kısmının ve siyasilerin ortaya çıkan yolsuzluklardan rahatsız olduğunu ifade ettim. Suç unsuru faaliyetler varsa bunların yargılanması gerektiğini ancak hiç kimsenin terör örgütü kapsamında yargılanmayı tahayyül etmediğini söyledim.
Ancak AYM üyesinin kafasındaki resim netti: 17 Aralık 2013’ten sonra cemaat ile bağlantısını kesmeyen herkes silahlı terör örgütü üyesi olacağını tahmin etmeliydi!
Kendisine son olarak, AİHM Büyük Dairesi’nin vermiş olduğu Yalçınkaya kararını sordum. Karara ısrarla uyulmadığını söyledim ve kararın yapılan hukuksuzlukların tescili olduğunu vurguladım. AYM üyesi, kararın sadece ByLock ile ilgili olduğunu vurguladı ve sürecin devam ettiğini söyledi.
Kendisiyle konuştuğumda, çoktan AYM heyeti ve AİHM yetkilileri arasındaki toplantı gerçekleşmişti. O toplantının ardından bile Yalçınkaya kararı sadece ByLock ile ilgili demesi ilginçti. Çünkü Yüksel Yalçınkaya sadece ByLock kullandığı için değil, sendika ve dernek üyesi olduğu ve Bank Asya hesabı bulunduğu için mahkum edilmişti. Büyük Daire kararında da ByLock’un yanı sıra diğer faaliyetlerin de terör örgütü üyeliğine delil olamayacağı belirtilmişti.
AİHM ve AYM arasında ne konuşulduğunu şu an için bilmiyoruz. Ancak üyenin ifadelerinden anlayabildiğim kadarıyla, AYM Yalçınkaya kararını sadece ByLock üzerinden değerlendirmeye devam edecek. Daha önce AYM, Esra Saraç Arslan ve Yusuf Çoban gibi ByLock ile ilgili başvurularda birbirinden farklı değerlendirmelerde bulunmuştu.
Öte yandan, AİHM Yalçınkaya kararı ile ilgili elinde 8 bin başvuru olduğunu ve potansiyel olarak 100 bin başvurunun daha gelebileceğini belirterek Türkiye’den yargılamalardaki “sistemik probleme” karşı bir çözüm üretmesini istemişti. AİHM ve AYM arasındaki görüşmelerin bir sonuç doğurup doğurmayacağını göreceğiz.
Konuşmamız bana verilen nasihatlerle son buldu. Birkaç yıl boyunca Zaman Gazetesinde yazıları çıkmış olan AYM üyesi bir hukuk profesörünün, yaşanan hukuk ve insan hakları krizine “17-25’ten sonra anlamaları gerekirdi” minvalinde yüzeysel bir argüman sunması beni hayal kırıklığına uğrattı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***