Serbest Görüş Haber Merkezi
Karar yazarı İbrahim Kiras, Türkiye’nin Filistin’e çelik ihracatı açıklamasını köşesine taşıdı. Türkiye’nin gelen tepkilerden önce İsrail’in çelik ihtiyacını yüzde 60’ını ihracat yoluyla karşılamasına değinen Kiras, “Resmi verilere göre İsrail’e çelik ihracatı sıfıra düşmüştü. Buna mukabil, bu kritik hammaddenin ‘Filistin’e” ihracatında görülmemiş bir rekor kırılarak artış oranı ‘yüzde otuzbin’ olmuştu! Bunun bir ‘dolaylı ticaret’ olduğunu anlamak için fazlaca zekaya ihtiyaç var mı acaba?” dedi.
“Bu durumda ya iktidarın söz konusu ticareti denetlemeye ve durdurmaya gücünün yetmediğini düşünmek lazım ya da başka bir yaklaşım içinde olduğunu varsaymak. Peki, hangisi?” diyen Kiras’ın köşe yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Bugünlerde ‘Türkiye’ye saldıracak’ denilen İsrail ordusu çelik ihtiyacının yüzde altmışını Türkiye’den sağlıyordu daha önce. Sonra ‘ticaret yasağı” geldi, çelik ihracatının yeni adresi ‘İsrail işgali altındaki” Filistin oldu. Resmi verilere göre İsrail’e çelik ihracatı sıfıra düşmüştü. Buna mukabil, bu kritik hammaddenin ‘Filistin’e” ihracatında görülmemiş bir rekor kırılarak artış oranı ‘yüzde otuzbin’ olmuştu!
Bunun bir ‘dolaylı ticaret” olduğunu anlamak için fazlaca zekaya ihtiyaç var mı acaba? Altını çizerek tekrar söylüyorum, ‘Türkiye’ye saldıracak’ denilen İsrail ordusunun çelik ihtiyacının karşılanmasından söz ediyoruz burada.
Buradan bakınca inanılması zor gerçekten. Bu durumda ya iktidarın söz konusu ticareti denetlemeye ve durdurmaya gücünün yetmediğini düşünmek lazım ya da başka bir yaklaşım içinde olduğunu varsaymak. Peki, hangisi?
Bana sorarsanız, en başa dönüp Hamas’ın 7 Ekim saldırısını ne amaçla yapmış olduğunu düşünerek cevap verebiliriz bu soruya. O günlerde bu sütunda şunları yazmıştım: Hamas’ın gerçekleştiği eylem Arap dünyasında hiç kimsenin hoşuna gitmedi. Siviller de öldürüldü diye değil, tam da herkesin sıraya girip İsrail ile arasını düzeltmeye çalıştığı bir dönemde pişmiş aşa su kattı diye.
Zaten Hamas’ın da amacı buydu herhalde. Arap ülkelerinin Filistin meselesini paranteze alarak İsrail ile ilişki kurma çabalarına verilen bir cevaptı bu.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı Ankara’da da pek hoş karşılanmadı. Hem gereksiz ve kendi içinde yanlış görüldüğü hem de Tel Aviv ile ilişkilerin düzeltilmesi yolunda atılan ciddi adımlara zarar vermesinden endişe edildiği için.
Belki bu yüzden Gazze’deki kanlı savaşın ilk haftalarında AK Parti epeyce sessiz kaldı. İlk mitingleri muhalefet partileri düzenledi. Kamuoyundaki öfke hükümeti pek etkilememiş görünüyordu. Belli ki ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıların üstesinden gelebilmek için ihtiyaç duyulan dış sermaye bu tutumun gösterilmesinde rol oynuyordu. O günlerde İsrail ile aralarını düzeltmeye uğraşan Suudi Arabistan, BAE, Mısır gibi ülkelerle biz de aramızı düzeltmeye çalışıyorduk çünkü.
Bütün bunlar sebebiyle Netanyahu’ya fazla kızılmıyor, Batı dünyasına da bir şey söylenmiyordu bu ilk haftalarda. Ancak dünya kamuoyunda tepkiler gitgide büyürken Türkiye’deki duyarlı çevreler de seslerini yükseltmekteydi. Nihayet konu MHP lideri Bahçeli’nin ısrarlı çabasıyla iktidarın gündemine geldi. Toplumdaki hassasiyetlerin karşılıksız bırakılması siyaseten vahim bir yanlış olurdu zaten. Sonrası malum…
Dönemin ABD Başkanı Trump tarafından kotarılan ‘İbrahim Anlaşmaları’nın hedefiyle Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde karşı cephelerde yer aldığı Körfez monarşileriyle barışma iradesi bir arada değerlendirilemezse 7 Ekim sonrasının kodları kolay çözülemez.”