- Anlatacağım hikayede de göreceğiniz gibi, bir sivrisinek kendi perspektifinden hayatta kalma mücadelesi veren bir antagonist iken, benim açımdan küçük tehditlerin büyümesi temalarını işleyen bir sembol olarak kullanılıyor
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Yıllar yıllar önceydi. Yine benzer bir macera yaşamıştım. Hatta biraz kanlı ve acılı bitmişti. Daha sonra o olaydan mülhem “Sinek” isimli bir öykü yazmıştım. Gerçi finalini epey trajik kaleme almıştım ama belki 30 yıl sonra benzer bir kaderi yaşayacağımı bilemezdim elbette.
Evet bir sivrisinekle epey başım derde girdi.
Ancak size daha önce sivri düşmanımla ilgili kısa bir literatür gezisi yaptırmak isterim.
Virgil’e atfedilen ‘Sivrisinek’ isimli eserde, bir sivrisinek, bir çobanı yılan saldırısından kurtarır ancak çoban sinirlenip onu öldürür. Bu olay, tabiat ile insanoğlu arasındaki yanlış anlamaları ve minnettarlık eksikliğini işler. Edmund Spenser’in ‘The Faerie Queene’ adlı hikayesinde ise sivrisinekler, insanları bunaltan ve toplumsal sorunlara işaret eden sürekli rahatsız edici unsurlar olarak resmedilir. William Faulkner da sivrisinekleri, şiddet, hayatta kalma ve baskı temalarıyla ilişkilendirir.
Sivrisinekler, küçük ve önemsiz görünmelerine rağmen rahatsızlık veren, toplumsal sorunların sembolü haline gelir. Faulkner’ın sivrisineği aynı zamanda, zor koşullarda hayatta kalma yeteneğini simgeleyerek, dayanıklılığı temsil eder ki sanırım bana denk gelen sivri tam da böyle bir şeydi.
Ayrıyeten Franz Kafka’nın “Dönüşüm” adlı eseri, bir adamın böceğe dönüşmesini anlatır. Doğrudan bir sinek olmasa da, böcek teması üzerine yazılmış en ünlü eserlerden biridir.
William Golding’in “Sineklerin Tanrısı” romanı, adada mahsur kalan çocukların vahşileşmesini anlatırken sinek metaforunu kullanır.
Emily Dickinson’ın “I Heard a Fly Buzz When I Died” şiiri, ölüm anında bir sineğin vızıltısını duyma deneyimini anlatır.
Ogden Nash’in “The Fly” adlı kısa şiiri, sineğin can sıkıcı doğasını mizahi bir dille anlatır.
Anlatacağım hikayede de göreceğiniz gibi, bir sivrisinek kendi perspektifinden hayatta kalma mücadelesi veren bir antagonist iken, benim açımdan küçük tehditlerin büyümesi temalarını işleyen bir sembol olarak kullanılıyor! Bir sivrisinek, protagonistin hayatındaki göz ardı edilen ancak giderek büyüyen bir sorunun metaforu oluyor. Ayrıca, Virgil’in eserinde olduğu gibi, sivrisineğe doğaüstü bir anlam yükleyerek, ahlaki ya da varoluşsal bir mesaj iletebilirdim ama bunu yapmayacağım.
Şöyle bir bilgiyi yıllar önce araştırıp öğrenmiştim; biyolojik olarak sivrisinekler, oldukça dayanıklı varlıklardır. 10°C’ye kadar düşük sıcaklıklarda hayatta kalabilirler ve bazı türler, “dormansi” adı verilen bir duruma girerek daha da soğuk ortamlarda yaşayabilirler. Ancak, uzun süre donma noktasının altındaki sıcaklıklarda hayatta kalmaları mümkün değildir. Bilim sadece bazı kuzey türlerinin -5 dereceye kadar yaşayabildiklerini söylüyor.
Evet teori böyle diyor ama artık mutasyon mu geçiriyorlar nedir, hava neredeyse sıfır dereceye yaklaşmasına rağmen, benim odam bir sivrisineğin habitatına dönmüştü maalesef. Oysa ansiklopedilere bakarsak sivrisineklerin 10 derecenin altında uyuşuk hale gelmesi ve uçamaması gerekiyordu. Benim sivri de uçamadı ama sebebi başka, anlatacağım şimdi.
Biraz daha bilgi vereyim sonra hikayeme geçeceğim.
Öncelikle sadece dişi sivrisineklerin kan emdiğini bilmek gerekiyor. Ve bir dişi sivrisinek karbondioksit ve laktik asit kokusunu algılayarak insanları buluyor. Ve maalesef benim gibi bahtsız insanlar, vücut kimyaları nedeniyle sivrisinekleri daha çok çekiyor. Saniyede 500 kez kanat çırpan bu sinsi düşman teoride kendi ağırlığının iki katı kan emebiliyor.
Aslında bu yaz benim için sivrisinek açısından epey şanslı geçti. Evimde pek rastlamadım. Geceleri pencereyi açık bırakacak kadar bile aklımda yoktu. Ortalıkta görünmediler.
Her şey yaklaşık 1 hafta önce değişti…
Bir gündüz vakti kaylule yaparken sol elimin işaret parmağımın tak büküm yerinde şiddetli bir kaşınma ile uyandım. Evet bir sivri beni ısırmıştı.
Video çekimleri yaptığım için odamdaki bir duvar boydan boya yeşildir efendim. Dolayısıyla bir sivri sineğin etrafımda konuşlanmasını kolayca fark edebilmem lazımdı. Ancak yaptığım kısa araştırmada herhangi bir ize rastlamamıştım.
Ve o akşam esas saldırıyı başlattı bu sivri aleminin nesebi gayrı sahih evladı!
Daha henüz uyumuştum ki, elimde, ayağımda, yüzümde -abartmıyorum- ondan fazla sivri sokmasından mütevellit kızarıklıkla uyandım.
“Yok!” dedim, “Bunu bir sinek yapamaz! Ya göç halindeki bir sivri kafilesi girmişti odama ya da başka bir böcekti bunları yapan!”
İşte tam o anda duvarda gördüm onu.
Sizi temin ederim, bedeninin iki katı değil, belki beş katı kan emmiş gibiydi. O kadar şişmişti ki, Rus Antonov uçakları gibi yerinden kalkamıyordu.
Ve ben maalesef hazırlıklı değildim.
Eskiden olsa mutlaka sağımda solumda bir gazete olurdu ve ilk silah olarak onu kullanırdım ancak yıllardır “hard copy” gazete almışlığım ve okumuşluğum yok.
Dolayısıyla, ilk silah elim oldu ama, bir albatros kuşu gibi ağırca havalanıp havada kız kazandıktan sonra tavana yapıştı alçak!
Hemen odanın kapısını kapattım… Hemen koltuğumun arkasında duran havluya uzandım ve başladık, belki en fazla 8 metrekarelik odada sivrisinek ile kedi/fare oyununa.
Biliyorum pek çok kişi bu anlattıklarımdan, “Aslanlar tarih yazana kadar, bütün av hikayeleri avcıyı övecektir.” diye bilinen Afrika atasözünü hatırlayacaktır ama gerçekten öyle değil dostlar. Bana sivrisinek tarihinin ve kavminin en haysiyetsiz üyesi denk gelmişti belki!
Bir süre sonra kendimi sivrisinekle konuşurken, hatta tartışırken buldum. Küfre yakın hakaretler ediyordum bu yaratığa. O ise inadına hep uzanamayacağım yerlere konuyor, önce ağır, ardından cüssesinden beklenilmeyen bir kıvraklık ile başka bir yere konuyordu.
Ve pes ettim…
Odadaki tüm camları açtım.
Çaresiz odadan çıkmasını bekleyecektim. Belki bir saate yakın buz gibi odada öylece gözlerim camda sineğin çıkmasını bekledim ama heyhat, giren çıkan olmuyordu!
Sonra aklıma şeytanca bir fikir geldi. Madem çok soğukta yaşayamıyor, en azından uyuşuyorlardı, ben de odayı daha soğuk hale getirmeliydim. Hemen yazın kullandığımız ama sonbahar ile beraber kaldırdığımız mobil klimayı çıkardım bodrumdan. En soğuk hale getirdim ve tam güç verdim. Oda Sibirya’ya dönmüştü. Ben üşütüp hastalanacaktım, bu sebeple sıkıca giyindim. Kazak, eşofman, mont, palto, çift çorap…
Vakit sabah olmuştu ama sinekten ses seda çıkmıyordu.
Bir süre sonra sızıp kalmışım yorgunluktan.
Uyandığımda gitmişti ya da en azından ben öyle umuyordum. Hemen pencereleri kapadım.
Kaç gündür hep erketedeyim lakin ses seda yok.
Ya dışarda soğuktan bir köşede uyuştu kaldı ya da başka birinin başına tebelleş oldu bilmiyorum.
Diyeceğim o ki, sivri deyip küçümsemeyin, hayatı zehir edebiliyor sinek kadar şeyler!
NOT: Bir süre buralarda olamayacağım, bilgilerinize.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***