İnsanı diğer varlıklardan ayrı bir yere koyarken, onun sadece akıl sahibi bir varlık olarak değerlendirilmemesi gerekir. Bunu en iyi anlayan kişilerden birisi de William Shakespeare’dir. Hümanizm denince akla ilk gelen isimlerden biri olan Shakespeare, eserlerinde bir insanı tüm özellikleriyle anlatmaya çalışmaktadır. Bu özellikleri anlatırken de, insanı ‘eylemleriyle’, ‘yaptıklarıyla’ değerlendirmektedir. İnsan’ı arayan ve insan’ın özü ile bu dünyadaki yerinin ne olduğunu araştıran Shakespeare, bu özelliğiyle hümanizmin en önemli kişilerinden biridir. İnsanın doğasına, bireyin potansiyeline ve duygularına odaklanan eserleriyle, insanın evrensel bir varlık olduğunu da gösterir. Gerek ikili insan ilişkilerini gerekse bu ilişkilerdeki ahlaki ikilemlerin ve çatışmaların derinine inmekten kaçınmaz.
Bu anlayışla, döneminin yani Rönesans’ın da düşünce yapısına uyumlu olduğunu gösterir. İnsanın kendi eylemleri ve tercihleriyle kendi kaderini belirleyebilme yeteneğine vurgu yaparak, koyu kadercilik anlayışına da karşı çıkmış olur. Bu düşünce bile bugünün insanı için son derece ihtiyaç olan bir motto halindedir.
Shakespeare’i İngiltere’nin ulusal şairi olarak tanıtmak yetersiz ve eksiklik olarak değerlendirilebilir. Öyle ki ürettiği eserler ve bu eserlerdeki karakterler birçok sanatçıya ve sanat dalına da ilham kaynağı olmuş, olmaya da devam etmektedir. Shakespeare’in evrensel bir kişilik olmasının en güzel örneklerinden biri de yarattığı eserlerin ve karakterlerin, operalarda yer almasıdır. Shakespeare’in büyük besteciler tarafından operalara konuk edilmesi, onun müzikle birlikte yeniden değerlendirilmesine olanak sağlamıştır.
İlk konuğumuz 1847 yılında Guiseppe Verdi tarafından bestelenen Macbeth. Verdi’nin dört perdeden oluşturduğu Macbeth’i, savaş sonrası kehanetle kral olma arzusunun keşfedilmesiyle başlar. Macbeth ve eşi Lady Macbeth, krallığın tacını ele geçirmek üzere cinayet planlarlar. Cinayetin gerçekleştirilmesinden sonra Macbeth’lerin, paranoya ve suçluluk duygularını seyirci müzikle birlikte hisseder. Lady Macbeth akıl sağlığını yitirmeye başlarken, kral Macbeth iyice kana bulaşır. Artık krallık huzursuzdur ve Machbeth’lerin yarattığı düşmanlıklar kendi sonlarını hazırlar. Verdi’nin gerçekçi opera yaptığını da göz önünde bulundurduğumuzda, Shakespeare’in metniyle birleşen bu melodiler, karakterlerin içsel çatışmalarını mükemmel bir şekilde yansıtmaktadır.
Aynı eser Dmitri Shostakovich tarafından da bestelenmiştir. 1934 yılında sahnelenen bu operada da her ne kadar Shakespeare’in izi olsa da, yazıldığı dönemlerin etkisini mutlaka hissederiz. Bu etkiler gerek müzik anlamında gerekse politik anlamda hissedilir. Verdi’nin romantik dönemde yazılması ve daha bireysel duygusal aryalara yer vermesinin yanında, Shostakovich’in Macbeth’i, modernist bir tarzda ve geleneksel formlardan uzakta melodiler barındırmaktadır. Müzik anlamında daha psikolojik ve deneysel ifade biçimleriyle birlikte, Shostakovich, soyutlamaya daha çok giderek çatışmalara daha fazla odaklanır.
Verdi’nin Macbeth’inde, Shakespeare’e yakın bir şekilde bireysel hırs, bireysel güç ve dolayısıyla bireysel suçluluk ön plandadır. Shostakovich’te ise daha toplumsal ve politik eleştiriler yer alır. Birey-toplum çatışmasını daha fazla işleyen Shostakovich, orkestrasında da bu çatışmayı deneysel enstrüman zenginliğine de yedirerek sunmaktadır. Dolayısıyla her iki besteci de yaşadığı dönemlerden etkilenerek, Shakespeare’i kendi bakış açılarına göre yeniden yorumlar. Tıpkı günümüzdeki modern tiyatrolarda yorumlanan yeni Macbeth’ler gibi…
Guiseppe Verdi, Macbeth’in yanı sıra Othello ile de Shakespeare’i onurlandırmaya devam eder. 71 yaşındayken bestelediği bu eser, 1887 yılında sahnelenir. Shakespeare’a sadık kalmasının yanı sıra, bir İngiliz klasiği olan Otello, İtalyan opera tarihinde Verdi tarafından klasikleşen bir eser olmuştur. Dört perdeden oluşan bu operanın da librettolarında Shakespeare’in insan arayışını müzikle birlikte son derece hissederiz. Hırs, kıskançlık ve gücün insanı nasıl yok ettiğinin en güzel örneklerinden birini, yeniden Verdi’nin müzik dehasıyla birlikte gördüğümüz bir eserdir Othello. Eser, Verdi ile birlikte sade ve yalınlığıyla ayrı bir önem kazanmıştır. Sahnelendiği gün Verdi tezahüratlarla onurlandırılmış ve genç izleyicileri tarafından arabasının önü kesilmiş omuzlarda otele kadar götürülmüştür.
Guiseppe Verdi’nin, Shakespeare’den bu kadar etkilenmesinin en önemli sebebi, onun da insan arayışıdır demek yanlış olmayacaktır. Bu arayışın son izlerini Falstaff’ta görürüz. Falstaff, Shakespeare’in IV. Henry ve Windsor’un Şen Kadınları eserlerinden yararlanılarak bestelenmiştir. Bu operanın en önemli özelliklerinden birisi de Verdi’nin son operası olmasıdır. 1893 yılında sahnelenen bu opera, diğer eserlerden farklı olmasının bir sebebi de komedi türünde olmasıdır. Dostluk, aşk, aldatma ve özellikle sınıflar arası ilişkilerin işlenmesi, Verdi’nin müzikteki çeşitliliğini de göstermektedir. Neşeli melodilerle komedi ve karakterlerin duygusal derinliği başarıyla yansıtılır.
Romeo ve Juliet de müzikle birleşerek operaya sunulan başka bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Charles Gounod’un 1867 yılında bestelediği bu operada da, yine Shakespeare’in insan arama serüvenine rastlarız. Bu arayış yine bireysellikten toplumsallığa geçiş ile gösterilmeye çalışılır. Aşk, ihanet, nefret, aile çatışmaları vs. gibi gündelik yaşamda karşılaşılan duygu ve problemler incelenir. Charles Gounod da bu serüveni müzikle birleştirerek sunar. Gounod’nun operası, hem müzikal hem de dramatik açıdan oldukça zengin bir eser olarak kabul edilir. Her sahnesi, karakterlerin duygusal derinliklerini keşfetmek için zengin melodiler ve etkileyici uyumlarla desteklenmiştir.
20. yy’da da Shakespeare’in opearaya uyarlanması devam etmiştir. Benjamin Britten, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nı besteleyerek Shakespeare’ı onurlandırmıştır. 1960 yılında prömiyerini yapan opera, Britten’in da en önemli eserleri haline gelmiştir. “A Midsummer Night’s Dream”, Shakespeare’in komik ve doğa üstü bir masalıdır. Hikaye, birbirine karışan aşklar, peri dünyası ve insan dünyası arasında geçer. Dört genç insan, bir ormanda karşılaşır ve aşk karmaşası başlar. Peri Kraliçesi Titania ve Peri Kralı Oberon’un aşk iksirleriyle oynayarak durumları daha da karmaşık hale getirmesiyle komik olaylar silsilesi yaşanır. Britten, operasında zengin bir melodi kullanımıştır. Eser, hem komedi hem de dram sahnelerini bir araya getirir. Peri dünyası için kullanılan müzik, hafif ve rüya gibi bir atmosfer yaratırken, insan dünyasındaki sahnelerde daha canlı ve dinamik bir müzik tarzı sergiler.
Sonuç olarak, Shakespeare’in eserleri bizler gibi, büyük bestecilere de ilham kaynağı olmuştur. Verdi’nin “Macbeth” ve “Othello” operalarında bireysel hırs ve suçluluk temaları bugünün insanı için de kriz oluşturmaktadır. Shostakovich’in yorumları daha toplumsal ve politik eleştiriler içermesi bakımından yine son derece günümüze ilişkindir. Verdi’nin son eseri “Falstaff” ise komedi türünde dostluk ve sınıf ilişkilerini ele alır dedik. Ve yine aynı konular günümüz insanının problemlerini yansıtmaktadır. Charles Gounod’un “Romeo ve Juliet” operası, aşk ve aile çatışmaları üzerine yoğunlaşması, Benjamin Britten’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” eserinin bestesi, Shakespeare’in masalsı dünyasını müzikle zenginleştirirerek bizlere yine sorgulamalar bırakmaktadır. Bu eserler, Shakespeare’in insan doğasını anlama çabasını farklı dönem ve bakış açılarıyla yansıtır.
Her yazıda olduğu gibi bu yazıda da sorularla bitirmek yerinde olacaktır. Hırs, öfke, kıskançlık gibi duygular önemli midir? Siyasi figürlerin bu duygulara sahip olmasıyla, yurttaşların bunlara sahip olması arasında bir fark olabilir mi? Yani bu duyguların bireysel veya toplumsal olması ne gibi sonuçlar doğurur? Aşk nedir? Sevgi nedir? Bu tip olumlu görünen duygu yoğunlukları nasıl temmellendirilirse değerli hale gelir? 21. yy insanı aşkı ve sevgiyi genel olarak nasıl değerlendiriyor?
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***