Merve KÜÇÜKSARP
Macar yazar Sandor Marai’nin (1900-1989) kaleme aldığı “Mumlar Sonuna Kadar Yanar” isimli roman Esen Tezel’in çevirisi ile Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.
Daha önce ‘Eszter’in Mirası’ (2009), ‘Buda’da Bir Boşanma’ (2011) ve bilhassa ‘İşin Aslı, Judith ve Sonrası’ (2019) ile ülkemizdeki nitelikli edebiyat okuru tarafından ilgi gören Marai, ilk defa 1942 yılında Macarca yayımlanan bu eserinde, bir zamanlar yakın dost olan ancak dostlukları ihanetle sona eren iki yaşlı adamın, Henrik ve Konrad’ın hikayesini ele alıyor.
Henrik ve Konrad, bir zamanlar çok iyi dost olan iki adamdır. Ne var ki Konrad, Henrik’in karısı ile yasak bir ilişki yaşamış, bundan haberi olan Henrik dostunu av sırasında “yanlışlıkla” vurmaya teşebbüs etmiştir. Bu olay ve ihanet yüzünden iki dostun arası açılmış ve yıllarca görüşmemişlerdir. Konrad yurt dışına giderken, Henrik ve eşi Krisztina hayatlarına devam etmiş, görünürde her şey unutulmuştur. Ta ki kırk bir yıl sonra bu iki eski dostun, Henrik’in Macaristan’ın ormanlık alanında bulunan evinde bir akşam yemeği için tekrar bir araya gelmelerine kadar…
Bu iki adam, ilk etapta, mesleki olarak ortak geçmişlerine dair kelam ederler. Ne var ki sohbet ve saat ilerledikçe, konular derinleşir ve kırk bir yıl boyunca konuşulmayı bekleyen ve neredeyse Henrik’in içinde düğüm olan konular açılır. Henrik’in eski dostuna soracağı sorular vardır: Konrad, neden kendisine ihanet etmiştir? Bu sorunun izinde Henrik berikini sorgularken, onu avda öldürmeye niyet ettiği için kendisini aklamaya da çalışmaktadır. Konrad ise sessizliğini korumaktadır. Böylece bu iki eski dost, geçmişin kara kaplı defterlerini açarlar ve geçmişte yaşadıkları olaylar üzerine konuşurlar. Her ne kadar Henrik’in eşi Krisztina artık hayatta olmasa da, dillerinde hala kırk bir yıl önceki ihanet ve cinayete teşebbüs vardır.
SİYASİ BİR ELEŞTİRİ
‘Mumlar Sonuna Kadar Yanar”, bu iki adamın aralarındaki konuşmaların ve alevlenen tartışmaların, bilhassa Henrik’in arkadaşını suçlayışının ekseninde seyir alır. Ancak daha derinlerde, siyasi meseleler ve Marai’nin kişisel eleştirileri yer alır. Keza romanın kaleme alındığı tarih, II.Dünya Savaşı’nın en hummalı yılları olmasının yanı sıra romandaki bu iki karakter de, Marai’nin doğduğu Avusturya Macaristan İmparatorluğundan arda kalan iki temsili şahsiyettir. Zira buradaki temsili şahsiyetlerden ilki Henrik, eski bir aristokrat askeri aileden gelen bir nevi imparatorluğun mutat bir timsaliyken, Konrad İmparatorluğun daha doğusundan geldiğinden ötürü, isyan eden etnik azınlıkların bir timsali gibidir. Marai ise imparatorluğun içindeki etnik grupların kendi özgürlüklerine kavuşmak için isyan etmelerine, karşı gelmelerine içerleyen, bunu “ihanet” olarak gören bir görüşün mürididir. Ancak yine de Marai romanda, tıpkı bir zamanlar Avusturya Macaristan İmparatorluğunun altında yaşamış, sonra kendi yollarına gitmiş etnik grupların arasındaki bağın baki kalışı gibi, Henrik ve Konrad’ın da, aralarındaki tüm ihtilaflara rağmen, dost kalacakları bildirilir metinde.
SANATIN ETKİSİ DE ELE ALINIYOR
Marai, romanında Konrad ve Henrik ekseninde, insan ruhundaki iniş çıkışları, olaylar ve sanat karşısında yaşanan izlenimleri de ince bir duyarlılıkla anlatır. Bilhassa Konrad’ın sanatçı tabiatı, bu noktada katalizör görevi üstlenir. Chopin’in Polonaise-Fantasie’sinin yarattığı devinimleri ustalıkla işler:
“Sanki müzik meydan okurcasına mobilyaları havaya kaldırıyor, sanki bir güç pencerelerin önündeki ağır ipekli perdeleri dalgalandırıyor, sanki kalplerde gömülü, fosilleşmiş ve küflenmiş olan her şey bir anda canlanıyordu; sanki her insanın kalbinde ölümcül bir ritim saklıydı ve bu ritim hayatın belli anında güçlü ve kadersel bir şekilde duyulmaya başlıyordu. Nazik dinleyiciler müziğin tehlikeli olduğunu anlamışlardı. Fakat anne ve Konrad artık bu tehlikeyi dikkate almıyorlardı. Polonaise- Fantaise artık sadece insanoğlunun kurduğu düzenin büyük bir özenle saklı tuttuğu her şeyi yerinden oynatan, havaya uçuran güçleri dünyanın üstüne salmanın bahanesiydi. (…) En sonunda tek bir sesle bitirdiler. Büyük pencerelerden akşam güneşi vuruyor, ışık huzmesinin içinde altın rengi zerrecikler dönüyordu; sanki doğaüstü atlar gökyüzünde dörtnala ilerlerken, yıkıma ve hiçliğe giden yolda toz kaldırmışlardı.”
Sanat, Marai’nin bu metninde insanın ruhunun derinliklerinde yatan ne varsa ortaya çıkaran, bir nevi katarsis yaratan, sarsan, bazı şeyleri aşmaya muktedir, bazen de tıpkı dostunun karısı ile yasak bir ilişki yaşayan Konrad gibi düzen yıkıcıdır.
Macar yazar Sandor Marai, “Mumlar Sonuna Kadar Yanar” isimli eserinde, iki dostun arasında geçen bir ihanetin izinden kırk yıllık bir hesaplaşmayı konu alıyor ve sanat, hayat, insanlar ve siyaset hakkında metinde sıkça yer verdiği belagatli yorumlarıyla okurları düşünmeye davet ediyor.
Marie NDiaye’den ‘Üç Güçlü Kadın’
Sanatın bitimsiz serüvenine dair
Barthes’ın küllerinden doğan felsefi bir polisiye: ‘Dilin Yedinci İşlevi’
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***