Amerikan paradigması, her türden başarıyı bireylerin kendi inisiyatifleriyle açıklama ve sistemi buradan yeniden üretme üzerine kurulu büyük oranda. Bir sporcunun, sanatçının, iş insanının ya da politikacının başarısı tamamen onunla ilgilidir. Amerika size fırsatları zaten sunmuştur. Bunu değerlendirmek artık sizin maharetiniz! Bu kabul oldukça da kullanışlıdır. Başarısız olanların sorunu sistemde değil, kendilerine aramalarının önünü açar. Bu tür ana akım anlatıları kıran eserler de çıkıyor kuşkusuz ABD’de. Ya da Avrupalı bir yönetmenin meseleyi toplumsal koşullarla ele almasını beklemek zorunda kalıyoruz.
Hal böyle olunca, misal Donald Trump’ın söylendiği gibiyse eğer “bu kadar düşük zekaya rağmen” nasıl olup da ABD başkanı olduğuna şaşırıp kalıyoruz. Madem her şey kişilere bağlı, bu çapla bu kadar büyük bir başarının mümkün olmaması lazım. O zaman yeni bir kolaycılık açıyor kapıyı, halk da zaten öyle. Döngü devam ediyor böylece.
İran’da doğan, ardından İsveç’te eğitim alan, ardından Danimarka’da yaşayan Ali Abbasi, “The Last of Us” dizisi için gittiği ABD’ye yerleşmeye niyetli görünüyor. Abbasi kendisine dünyaca tanınırlık sağlayan “Sınır”da (Border, 2018) Fars masallarını, Latin edebiyatını ve yakın dönem İskandinav sinemasının gerçeküstü anlatı formunu ustaca bir araya getirmeyi başarmıştı. 2022’de Cannes Film Festivali’nde başrol oyuncusu Zar Amir-Ebrahimi’nin en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandığı “Kutsal Örümcek” (Holly Spider) ise İran’ı masalsı dünyadan hayli uzak, sert gerçekçi ve yer yer ‘thriller’a meyleden bir biçimle ele almıştı.
Yönetmen ABD’deki ilk uzun metrajında ise belki de üç hafta sonra yeniden başkan olacak Donald Trump’ın yükseliş hikayesine odaklanıyor. İlk gösterimi Cannes’da gerçekleştirilen “Trump’ın Hikayesi” (The Apprentice), Trump’ın 70’lerde başlayıp 80’lerde zirveye ulaşan yükselişini ve bu yükselişin arkasında ‘işi kolaylaştıran, sistemin kilitlerini açan’ kişi olan Roy Cohn ile ilişkisini ele alıyor. Filmin yer yer daha fazla Roy Cohn ile ilgili olduğunu bile söyleyebiliriz. Roy Cohn, İkinci Dünya Savaşı inşa edilen ABD’nin yeni müesses nizamının yüzlerinden birisi olarak da görülebilir. Bu hukuk insanı, savaş sonrasında ülkede başlatılan komünist cadı avında senatör McCarthy’nin icracısı konumundaydı. Julius ve Ethel Rosenberg’in casusluk davasında kilit isimlerden birisiydi ve yıllar sonra anılarında ikilinin idam edilmesinin kendisi sayesinde olduğunu belirtmişti. Cadı avından sonra bir süre gözden düşen, meslekten men edilen Cohn, 70’li yıllarda yeniden ortaya çıkmış ve New York’ta iş insanlarına bürokrasi ve hukukun arkasından nasıl dolanacaklarına dair yol gösterici olmuştu!
İşte inşaat işleri yapan aile şirketinde çalışan 20’lerinin sonundaki küçük Donald’ın yolu bir gün bu iş bitirici hukuk insanıyla kesişiyor. Trump’ın pervasız ve kuralsız bir biçimde New York’u yeniden inşa etme rüyasının binlerce insanı mağdur etmesinin, ayrımcılığa yol açmasının, bazı kent kanunlarını ihlal etmesinin yolunu açıyor Cohn. Bu hırslı genci yüksek kademelerdeki arkadaşlarıyla tanıştırıyor. İki televizyon dizisinin yanı sıra 2016 tarihli “Independence Day: Resurgence” filmini kaleme alan Gabriel Sherman’ın senaryosu Trump’ın bir iş insanı olarak yükselişini ve Cohn ile kurduğu ilişkinin bugün gördüğümüz karakterinin oluşmasındaki etkisine odaklanıyor. “İnkar et”, “Sana bir suçlama yöneltildiyse, sen daha büyük bir suçlama yönelt”, “Haksız olsan bile saldır” vb. nasihatlerin müstakbel başkan adayının siyaset yapmasında da hayli etkili olduğunu anlıyoruz.
Ayrıca, Trump’ı yeni nesil iş insanlarının bir temsilcisi olarak da kodluyor yapım. Örneğin babası, daha kurallara sadık kalmayı, hukuk dışına çıkmamayı, her şeye rağmen az biraz da olsa kamu yararı gözetmeyi önemsiyor inşaat işleri yaparken. Trump ise kendi vizyonuna aşık, parayı ve gücü önemseyen, bir şey inşa ederken karşısına çıkacak hukuki ve ahlaki engelleri sorun olarak gören savaş sonrası yeni kuşak sermayenin temsilcisi aynı zamanda. Savaş sonrasında aşırılık, devrim, sanat ve cinsellikte değil aynı kuşağın bir başka kesimi tarafından da iş hayatında hayata geçirilmeye çalışıldı kuşkusuz. Bu bakımdan Trump’ın kendisi gibi “kural istemeyen” sermayedarları (bakınız Elon Musk) temsil ettiği vurgusu güçlü yapımda. Sebastian Stan (Donald Trump) ve Jeremy Strong (Roy Cohn) ikilisinin de hakkını teslim edelim.
Gelgelelim, filmin sinema duygusunun güçlü olduğunu söylemek zor. Hollywood’daki herhangi bir memur senaristin elinden çıkabilecek senaryoyu, yine memur bir yönetmen birebir çekmiş gibi düşünmek için neden çok. Kim bilir, belki de gerçekten böyledir. Abbasi, Hollywood’a giriş bileti olarak bu filmi bir memur yönetmen gibi çekmeyi uygun bulmuştur. Öte yandan arada bu tür doğrudan anlatıların sinemada yer bulmasına kişisel olarak bir itirazım yok. Madem ki bu bir kitle sanatı. Madem ki yüzbinler, milyonlar izliyor bu filmleri, varsın bazı şeyler de “kör göze parmak” anlatılsın! Kötü bir film olmasındansa işlevli bir film olmasını tercih ederim en azından. “Trump’ın Hikayesi” işlevli!
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***