PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Çok temel bir soru bu!
Soruyu yanıtlamak kolay değil ama. Yine de önce şunları düşünelim: Kolektifin mobilize ettiği toplumlarda yaşam standartları neden geri? İdeolojik hedef saptama ve bunu kitlelere dayatma, yönetici elitler ve ayrıcalıklı gruplar tarafından binyıllardır uygulanan bir yönetim stratejisi. Bu tür “sert ideolojiler” toplumları merkezi otoriteyle tektipleştirir ve farklı seslere izin vermez. Oluşturulan dogma, o ideolojilerin merkezi ilke ve kaidelerini sorgulatmayarak ideolojinin ve onun üzerine inşa edilmiş olan düzenin devamına hizmet eder. Farklılıklar şeytanlaştırılırken, dışlanarak tahakküm altına alınırken, birey kolektifin bir parçası olmaya indirgenir, üniformist bir sosyal doku yaratılır.
Bireyin merkeze alındığı toplumlarda yaşam standartları daha ileridir. Bu tür toplumlarda farklı mikro ideolojilerin bir piyasası bulunur ve açık toplum bu piyasada kendi menfaatlerine uygun mikro ideolojilere yönelir. Bu toplum modelinde hiçbir ideolojik pozisyon vazgeçilmez değildir, ama oyunun kuralları sabittir. Şöyle ki, nasıl ki futbolda hakemin rolü veya ne zaman taç olacağı belirlenmişse ve bu kurallar olmaksızın o oyun futbol olamazsa, açık toplumlarda da bireyin otonomisi, insan hakları, anayasal düzenle bunların sürekli uygulanırlık arz etmesi gibi karakteristik kaideler sabitedir, değiştirilemez. Futbol oyununun kaideleri olmadan nasıl ki oyuna futbol demek mümkün değilse, açık toplumların liberal demokratik oyun kurallarını sağlayan hukuk devleti olmadan da bir demokratik nizam olmak olanağı yoktur.
Farklılıkların bir arada yaşamaları için tarafsız devlet gerekir, ama o tarafsızlık devletin tarafsız olma özelliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen gruplara tolerans gösterilmesi sonucunu beraberinde getirmez. Açık toplumların intiharı anlamına gelecek açık toplum, bireyin otonomisi, hukuk devleti ve benzeri temel taşlara yönelik düşmanlığa karşı zafiyet rasyonel olamaz. Size var olmak istediğiniz şekilde yaşam hakkı tanıyan açık toplumlar, sizin açık toplumun yerine kendi tercih ettiğiniz yaşam biçimini veya yönetsel modeli diğer toplum üyelerine dayatma imkânını tanımaz.
Açık toplumlarda Mormon veya homofobik olabilirsiniz. Kimse sizin neden Mormon olduğunuzu veya neden eşcinselliği yanlış bulduğunuzu sorgulamaz. Fakat örneğin kamusal bir görev yaparken Mormon inancının kurallarına göre düzenleme yapmaya kalkarsanız veya eşcinsellerin haklarını kısıtlayıcı bir uygulamayı başlatırsanız buna sistem tolerans göstermez. Demokrasi, demokratik olmayan kuralları demokratik kurallar yerine geçirme imkânını tanımaz.
İngiltere’de, Amerika’da veya Almanya’da İslami kurallara göre yaşarsınız ve kimse size bir şey diyemez. Hatta size engel olmaya çalışan radikallere karşı sizi korur. Bunu yaparken insan haklarına ve hukuk devletine sırtını dayar. Hatta dün sosyal medyada gördüğüm bir fotoğraftaki gibi, şeriata karşılık küçük harflerle yazdığınız “insanlar tarafından yapılan hukuku” kent merkezindeki bir sokak ortasında pankart açarak propaganda yapabilirsiniz.
Bu propagandayı yapabilme hakkınız, ironik biçimde beğenmediğiniz “insanlar tarafından yapılan hukuk” tarafından garanti altına alınmıştır. O hukuka dayalı hukuk devleti, sizi muhtemelen siyasal sebeplerle kaçarak veya ekonomik yaşam koşullarından dolayı motive olup geldiğiniz Birleşik Krallık’ta size kalma hakkı, eğitim hakkı, ekonomik olarak belli bir düzeyde yaşama hakkı, güvenlik, eşit haklar vs. sağlamıştır. Savunulan şer’i sistemlerde ise öteki addedilenlerin, farklı kimliklerin, dinlerin, tercih edilmeyen başka grupların, sekülerlerin, mürtetlerin veya başka dinlerden olanların hukukları eşitler arası ilişkilere dayalı bir güvencesi yoktur. Yine ironik bir biçimde, şer’i hukuku tercih edenlerin iktidarda olmayan bir kesimine de şer’i hukukun kaidelerine göre baskı ve zulüm yapıldığından, kısmen o İngiliz sokağında propaganda yapanların belki kendileri, belki de ebeveynleri o ülkeden kaçmak ve Birleşik Krallık’a sığınmak zorunda kalmış olabilirler.
Tüm bu öyküde iki farklı grup var. Bunlardan birincisi kendileri için doğru olanı kendileriyle aynı inancı paylaşmayanlara dayatma hakkını kendilerinde gören, bu hakkı Tanrısal olarak kendilerine verilmiş bir ayrıcalık, hatta bir görev veya emir telakki edenlerden mütevellit bir gruptur. İkincisi ise, birinci grubunkiler de dâhil olmak üzere, tüm farklılıkların bir arada yaşamaları için eşitler arası ilişkiler inşa etmiş, tek ısrarı bu dengeyi korumak olan ve bunun için de oyunun kurallarını bozmak istemeyenlerden oluşan bir gruptur.
Bireysel olarak İslami kurallara göre yaşamak İngiltere’de mümkündür. Fakat bireysel olarak örneğin bir ateist veya Hindu olarak şer’i hukukta var olmak mevcut fıkıh doktrinine ve onun 1400 yıllık tarihine göre mümkün değildir. Kendisinin inanç sistemini veya yaşam biçimini kabul etmeyenlere yaşama şansı tanımayan bu sistem, doktrinsel olarak açık toplumun tam karşısında yer alır, yine de “insanlar tarafından yapılmış olan” seküler hukuk, ötekilere empoze edilmedikçe o inanç sistemini doğru bulan insanlara yaşam hakkı ve olduğu gibi olma hakkı tanır. Hatta ele alınan örnekte olduğu gibi, onlara kent merkezindeki bir caddede stant kurup inançlarını ve doğrularını diğer insanlarla paylaşma şansını onlara altın tepside sunar.
Yine de yeknesaklaştırıcı, birörnekleştirici, toplum mühendislikçi, öteki karşıtı, çok sesliliği tehdit olarak algılayan, farklı olana tahammülsüz ideolojik sistemler, ister din olsun, isterse politik ideoloji, tıpkı komünizm gibi, sürekli bir aşınma ve korozyon hali içerisinde, devamlı gardları kalkık, savunma, edilgen bir reaksiyoner tutum içinde yapısal bütünlüklerini yitirmemeye gayret ederler. Heyhat, sertleştikçe kırılganlıkları artar. Esnek mikro ideolojiler, kapsama alanı küçülttükçe katı kolektif-dominant ideolojilere nazaran daha fazla tercih edilirler.
Komünizmin çökmesine karşın sosyalist idealler başka formatlarda varlıklarını sürdürür, hatta kapitalizmi daha sosyal adalet önceleten sosyal devlet önlemleriyle daha yaşanılır kılar. Veya Katolik doktrininin en sert olduğu karanlık çağlarda Martin Luther diye bir kilise ileri geleni çıkar, diskuru kırarak daha esnek ve pürcü, biçimden ziyade dolu içeriği önceleyen bir alternatif çıkarıverir.
Luther olmasaydı o sokakta o propaganda yapılabilir miydi? İngiliz sokağında şeriat propagandası yaparken küçük gördükleri “insan yapısı hukuk” ve onun üzerine inşa edilmiş olan hukuk devletinden anlamadıkları bunlardır. Bu nedenle Britanya devleti o İngiliz sokağındaki şer’i propagandadan veya radikal İslam’dan korkmuyor. Bu dediğim, “İyi de bugün kiliseye kaç kişi gidiyor!” türü bir sorudan çok daha mühimdir. Bireysel olarak kaç kişiyle ibadet yaptığınız, inanın sizin doğru veya düzgün bir insan olmanızla alakalı değil. Yine, kalabalıkta ibadet edince ülkenize adalet de gelmiyor.
Uyanın…
Ama türlü Şeriat sistemleriyle yönetilen rejimler, insan haklarını, demokratik ilkeleri, eşit vatandaşlık ilkesini, seküler devleti vs. anlatan toplumsal hareketlerden, bireylerden ve partilerden öcü gibi korkuyor. Bunlara doğru değil diyenler, bence önce nesnel olmayı denesin, kendisine dürüst olsun. “Books are haram” (kitaplar haram) adından türemiş Boko Haram bu nedenle kitapları hedef alıyor. Taliban bu nedenle üniversiteleri kapatıyor, kadınların okula gitmesine karşı çıkıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Düşünceyi ve düşünenleri sevmeyenler, neden bunu yapıyor?
Yazının başında vurgulanan “bireyin merkeze alınması” budur. Kolektifin doktrinindeki iktidar-güç etkisinin arındırma suretiyle pürleştirilmesi, bireysel çabalarla mümkün olur. İslam’daki “kasaba siyaseti” tarafgirliği de, iktidar kavgası da, dinin ucuz siyasilerce paçavra edilmesi de, kutsallar üzerinden yapılan yağmalar, vurgunlar ve zulüm de bireysel gelişim ve aydınlanma olmaksızın aşılamayacak. Bükülmeyen sert ideoloji kırılgandır. Kitleler, özellikle de gençler, bu reddedilemez çürümeyi görüyorlar ve ateizme, deizme veya agnostisizme kayıyorlar. İçerik formadan daha önemli değil mi?
Olan, olması gerekenden daha belirleyici değil mi?
Bu yazının hedef kitlesi iyi, doğru, düzgün, eğitimli Müslüman insanlardır. Sorulması gereken birçok soru var. Mesela neden mevcut 1400 yıllık fıkıh sorgulanmıyor? Neden soru sormanızdan hoşlanmayanların çoğunlukta olduğu bir din adamları aralarındaki farklılıklara karşın bu konuda sınıfı tüm İslam coğrafyasında neredeyse tek tip, tornadan çıkmış gibi, bire bir aynı?
Niçin “okuyup anlayasınız diye” geldiğini onlarca kez yazan kitabı anlayabileceğiniz dilde okumanızdan ve kendi aklınızla anlamanızdan korkuyorlar, sürekli sizi onu sizden daha iyi anlayanlara yönlendirip, size “Bize güven dostum!” diyorlar. Martin Luther kilisesinin kapısına İncil’in Almanca tercümesini çaktığında Vatikan neden rahatsız olduysa ondan!
Bu nedenle, o İngiliz sokağında şer’i hukuk “insan yapısı hukuktan” daha büyüktür diyenler, asla savundukları hukuktaki insan yapısı merkezi etkiyi ve aslında salt bir grup elitin iktidarlarını savunduklarını hiç anlayamayacaklar. Kaynaklar 21. yüzyılda internet ortamında, hem de dünyanın Müslüman veya gayrimüslim en kaliteli uzmanlarının aktarımlarıyla, işte orada duruyor, okunmayı bekliyor. Kur’an-ı Kerim’den hadis koleksiyonlarının tümüne, tüm eserler, birincil ve ikincil kaynaklar bir tık mesafede.
Son 25 yılda, internet devrimiyle beraber girilen Bilgi Çağı, size emin olun Martin Luther dönemine nazaran belki de bin kat daha fazla olanak tanımaktadır. Diğer bir ifadeyle, bugün edilgenliğin mazereti yoktur. Ne dil bilmemek, ne “uzmanlık” bahaneleri, ne de başka bir şey. Sadece siz ve samimi öğrenme isteğiniz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***