NECİP F. BAHADIR | YORUM
29 Ekim’da eski ezberler ve beylik sloganlar tekrarlanır. Ne Cumhuriyet’in geldiği nokta sağlıklı değerlendirilir ne de eksiklikleri dile getirilir. Sol kesim ‘Cumhuriyeti’ bir yönetim biçiminden çıkararak ‘Kemalizmle’ özdeşleştirir. Muhafazakar sağ özellikle de, ‘içi başka dışı başka siyasal islamcılar’ inanmadıkları halde dil ucuyla cumhuriyetten yana olduklarını söyler.
Keşke bu özel günde cumhuriyeti anlamak ve demokrasi, özgürlükler, kalkınma ile taçlandırmak için çaba gösterilebilse. Cumhuriyet yanlış değildi, doğruydu ama dönemin şartlarına göre çok ileri de olsa eksiklikleri vardı, zaman içinde ‘tamamlanması’ beklenirdi. Fakat, heyhat ideolojilerin kıskacından kurtulamadı.
Yazıya otururken internet ortamında kolayca ulaşılan ‘TBMM zabıtları’ sayfasına girdim, 29 Ekim 1923 günü neler yaşandığını tekrar okudum. Mustafa Kemal’in, bir grup arkadaşına, “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!” sözü doğru fakat Meclis’te olağanüstü hava yok. Genel Kurul’a katılan mebus sayısı sadece 158… 333 milletvekili olduğu düşünüldüğünde yarının bile altında bir rakam.
Diğer mebuslar neredeydi? Bu özel ve anlamlı günde neden Meclis’te değillerdi?
Akşam saatlerinde toplanan Meclis’te cumhuriyetin kuruluşu kısmı anayasa değişikliğiyle gerçekleşti. 2. Madde’de ne var biliyor musunuz? “Türkiye Devletinin dini İslam’dır, resmi lisanı Türkçe’dir.”
Cumhurbaşkanlığı seçimi de yine bu mini paket kapsamında gerçekleşiyor. Atatürk ‘tek aday’ olarak girdiği seçimde 158 kişinin tamamının oyunu alıyor. Mevcut milletvekili sayısının 333 olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
Yanlış anlaşılmasın; yazdıklarım saltanata, padişahlığa, sultanlığa, krallığa karşı ‘cumhuriyetçi’ bir gazetecinin satırları. Atatürk ve arkadaşlarının cumhuriyet projesi doğru bulurken, sonrasındaki devrim ve uygulamalara itirazlarım var. Tarih, toplum ve dinle daha barışık ve sağlıklı bir ‘cumhuriyet rejimi’ ihdas edilebilirdi. Atatürk
siyasi muhaliflerine daha insaflı davranabilirdi.
Rejimin sadece adı değişti!
Rejimin adı ‘cumhuriyet’ oldu fakat ‘padişahlık’ adeta ‘tek adam’ adı altında yürürlüğe kondu. Osmanlı döneminde padişahlara yüklenen anlam cumhuriyet döneminde Atatürk’e yüklendi. Bugün bile bakınız, kendini ‘Osmanlıcı’ diye tanımlayan kişilerin padişahlar hakkında söyledikleri ile cumhuriyetçi olarak konumlananların Atatürk’e ilişkin değerlendirmeleri büyük benzerlik gösterir.
Atatürk’ün hemen sağındaki isim Fevzi Çakmak. Fotoğrafın en sağında ise İsmet İnönü görünüyor. Atatürk’ün cumhuriyetin ilanıyla birlikte belirlediği yeni yol arkadaşları…
“Atatürk, cumhuriyeti neden demokrasi ile taçlandırmadı?” diyemiyorum çünkü o günün dünyası faşizme doğru akıyordu. Demokrasiyi ara ki bulasın! Atatürk, pozisyonundan rahatsız oldu ve 1930’lara gelindiğinde ‘çok partili’ sistemi denedi. Yakın arkadaşı Fethi Okyar’a Serbest Fırka’yı kurdurdu. Fakat siyasal iklim çok partili hayata imkan vermedi. Okyar’ın anıları okunduğunda Atatürk’ün kendisine ‘tek adam’, ‘diktatör’ denmesinden rahatsız olduğu açıkça görülebilir. CHP’nin yanına bir muhalefet partisi arayışı bu rahatsızlığın bir neticesidir. Evet, ‘muvazaalıdır’ fakat yıl 1930’lardır. Süleyman Demirel’in dediği gibi “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırları kurutulmaz.” Günün şartlarını dikkate almadan yapılacak yorumlar sağlıklı netice vermez.
Atatürk hiç tartışmasız cumhuriyetin kurucu ismidir. Kurtuluş Savaşı’nın komutanıdır. Ve olağanüstü tarihi bir şahsiyettir. Fakat Atatürk’ü ‘tarihi boyutundan’ soyutlayarak katı ve donuk bir ideolojiye dönüştürmenin de anlamı yok. Atatürk’e evet; Kemalizm’e hayır! Bugün ‘Kemalizm’ diye adlandırılan ideolojinin Atatürk’le pek alaması yoktur.
Halkın oyuyla ‘tek adam’ yönetimine dönüş!
Eskiye çok daldığımın farkındayım. Bugüne gelecek olursak… Atatürk o zor şartlarda cumhuriyeti kurdu. Yeni sistem ilerleyen yıllarda çok partili hale geldi, demokrasiyle daha da anlam kazandı. Fakat devran döndü, 100. yıla giderken sistem tekrar eskiye döndü. Üstelik halkın oyuyla… Erdoğan, Atatürk’ten daha fazla yetkili hale geldi.
Erdoğan’ın ‘tek adamlığı’, Atatürk’ün ‘tek adamlığı’ ve otoriterliğini fersah fersah aştı. Atatürk’e itiraz eden, “Olmaz!” diyen Fevzi Çakmak, İsmet İnönü gibi isimler ve Meclis’te milletvekilleri vardı. Erdoğan’ın kurucusu olduğu sistem dikensiz gül bahçesi. Ne yanında ne parlemantoda aykırı ses yok. Zaman zaman kem-küm eden Bülent Arınç’a dayanamadı ve onu siyaset dışı bıraktı. Hocası Kadir Mısırlıoğlu olan bir siyasetçiden ne beklenir ki…
Cumhuriyetin, çok partili hayatın ve demokrasinin nimetlerini tatmış bir toplumun geriye doğruya gitmesini ben anlamakta ve izah etmekte zorlanıyorum. 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti sistem ve rejim olarak başladığı yere döndü, hatta daha da geriye gitti. ‘Padişahlar’ diyeceğim ama onların da aşmak zorunda oldukları ‘şeyhülislamlık’ makamı ve bazı vezirleri vardı. Erdoğan’ın ise Cübbeli Ahmet gibi oynak fetva verenleri, el pençe divan duran bakanları var.
Atatürk ve Kazım Karabekir birlikte görünüyor… Kazım Karabekir, Kurtuluş Savaşı sürecinde Atatürk’e en büyük desteği veren isimdi ancak onun bile Cumhuriyet’in ilanından haberi yoktu!
Cübbeli Ahmet ismini boşuna vermedim, Erdoğan sisteminin gözde hocasıdır. Ekranlara çıkması Erdoğan’ı talebidir. Bir ara Diyanet İşleri Başkanı’na, “Cübbeli Ahmet Hoca’ya Sultanahmet Camii’nde vaaz verdir!” demişliği bile var. Bir asır sonra, muasır medeniyeti hedefleyen Cumhuriyet, Ortadoğu ve Orta Asya gibi ülkelerin rejimine dönüştü.
Hayal aleminde yaşıyorlar
Erdoğan ve ona ‘mümin’ derecesinde bağlılık duyanlar gerçeklerin farkında değil, hayal aleminde yaşıyorlar. Erdoğan’ın günün anlam ve önemini anlatırken kullandığı şu cümlelere bakın; “Türkiye Yüzyılı olarak adlandırdığımız, aydınlık yarınlara kavuşmak için önümüzde aşmamız gereken az sayıda engel, çözmemiz gereken az sayıda sorun kaldı. Ülkemizi güvenlik tehditleri başta olmak üzere diğer alanlarla birlikte ekonomide de çökertme girişimlerinin, son 6 yılda milletimizin hayatında yol açtığı zorlukların farkındayız.”
Bir insan gerçeklikten bu kadar mı kopuk olur? Siyasetçiler kendi dünyalarında yaşarlar. Fakat konuşurlarken söylediklerini kulakları duyar. Gerçi Erdoğan konuşmuyor, danışmanlarının hazırladığı metni camdan okuyor. Türkiye’nin bugün ‘az sorunu’ varmış, engellerin de çoğunu aşmış. Devlet diye bir şey kalmadı! Kurumlar çöktü, anayasa askıda! Keyfi yönetim her yerde!
Toplum bugün ‘Sevr’i’ yaşıyor. Bölünme topraklarda değil, toplum katmanlarında. Erdoğan’ın bizzat kendisi ülkenin felaketi oldu. Huzur ve bereket Anadolu coğrafyasını terk etti. Hastanelerde hekimler tarafından sırf daha fazla para kazanmak için ‘bebeklere’ kıyılıyor. Maddi, manevi musibetler toplumun üzerine yağmur gibi yağıyor. Sokaklar, meydanlar Sodom Gomera ve Cahiliye Dönemi ile yarışıyor. 22 yıllık AKP’nin eseri bütün bunlar.
Adaleti olmayan ülkenin huzuru olur mu? Ne mahkeme salonlarındaki hakimlerden adalet neşet ediyor ne de çim sahalarda hakemler düdüklerini adalet duygusuyla çalıyor. Galatasaray – Beşiktaş derbisinde goller değil hakem tartışılıyor. Ülkenin her yeri dökülüyor. Toplumun iki yakası bir araya gelmiyor. Fırsatını bulan başka ülkelere kaçıyor. ‘Giderlerse gitsinlerden’ sonra kalanların hali pürmelali ortada.
Nas politikasına ne oldu diye soran yok!
Allah Allah… şu lafa bak; ‘Ekonomiyi çökertme girişimleri’ varmış.
Kimin? Emperyalistlerin… Bir süredir ‘dış güçlerin’ adı Erdoğan’ın ağzında ‘emperyalistler’ oldu. Perinçek’le oturup kalkarsan üslubunu da alırsın…
Peki kim bunlar? Hangi ülkeler? Amerika mı? Avrupa mı? İsrail mi? O emperyalist ülkelerin liderleriyle el sıkışmak ve konuşmak için binbir takla atan kim? Retorik ve pratik… Vah zavallı halkım. Bu yalın gerçeği görmek için daha ne gerekiyor?
Küpürde yer alan açıklamayı Erdoğan, geçtiğimiz yıl Nisan ayında yaptı. Bu açıklamayı yaptığı dönemde politika faizi yüzde 8,5’tu… Sonra ne mi oldu; 9 kez artırıldı ve yüzde 50’ye çıkarıldı! Ama kimse Erdoğan’a bunun hesabını soramıyor!
Ekonomiyi çökerten bizzat Erdoğan’ın kendisi değil mi? Ne oldu nas politikasına? Hani faiz daha da düşecekti? Hani faiz düşünce enflasyon da inecekti? İki yıl önce ‘en kötü günler geride kaldı’ dememişler miydi? Hani bu yıl tek haneli enflasyonu görecektik? Hani o olduğu sürece faiz bir daha artırılmayacaktı? Ardı ardına yapılan artırımlarla faiz yüzde 8,5’tan yüzde 50’ye çıkarıldı! Yüzde 50!!!
Benzer onlarca soru sorulabilir; ama ne bu soruları cesaret edep Erdoğan’a sorabilen var ne de tenezzül edip cevap veren! Sanki bütün bu olanların sorumlusu o değilmiş, sanki meydanlarda, “Ekonominin sorumlusu benim ben!” dememiş gibi rahat rahat konuşuyor…
Ey Hacı, senin oylarınla iktidara getirdiğin AKP döneminde faizlerin zirve yaptığını da mı görmüyorsun? Resmi rakamlara göre 9 ayda bütçede faiz gideri 912,7 milyar TL oldu. Bütçeden aylık ortalama 100 milyar TL’den fazla faiz ödemesi yapılmış!
AKP ve Erdoğan kadar ‘faizci’ ve dış güçlere yaslanan bir iktidar oldu mu? Daha birkaç gün önce, Batı’dan yüz bulamayınca Rusya ve Çin’in güdümüne girmek için BRİCS’e koştu. Orada da kapılar yüzüne kapandı.
101. yılında, demokrasiyle taçlanamayan ve geriye doğru giden ‘eksik cumhuriyetle’ karşı karşıyayız. Ezber ve sloganlar nafile bugün.
Başımızı iki elimizin arasına alıp, kara kara düşünme ve Cumhuriyet’i içine düştüğü cendereden kurtarma zamanı.
Kolay değil bu, Ergenekon’dan çıkış kadar zor…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***