Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülkede doğuşta beklenen yaşam süresi 2019 yılından bu yana kısalıyor. 2019-2021 döneminde 77,7 yıl olan doğuşta beklenen yaşam süresi, son verilere göre 77,3 yıla düştü. Aynı oran 2020-2022 döneminde 77,5 yıla gerilemişti.
Ancak beklenen yaşam sürelerindeki düşüşe rağmen Türkiye’deki yaşlı nüfus oranı da artıyor. 2023 verilerine göre dünya ortalaması yüzde 10 olan yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranı, Türkiye’de yüzde 10,2 oldu.
65 yaş ve üzerindeki grup, yaşlı nüfus olarak kabul ediliyor. Birleşmiş Milletler, nüfusunun yüzde 10’undan fazlası yaşlı olan toplumları, “çok yaşlı nüfuslu ülke” olarak tanımlıyor.
Kadınların daha uzun süre erkeklerin ise daha sağlıklı yaşaması bekleniyor
TÜİK verilerine göre, kadınların beklenen yaşam süresi 80 yılken, erkeklerde beklenen yaşam süresi 74,7 yıl oldu. Bu da kadınların erkeklerden 5,3 yıl daha uzun yaşamasının beklendiği anlamına geliyor.
Ancak kadınların bu avantajı, kişilerin ömrünün ne kadarını müreffeh geçireceğinin tahmin edildiği sağlıklı yaşam süresi sözkonusu olduğunda ortadan kalkıyor.
Türkiye nüfusunun genelinin 57,6 yıl boyunca sağlıklı yaşaması bekleniyor. Erkeklerin hayatlarının 59 yılını sağlıklı geçirmesi beklenirken, kadınlarda yıl sayısı 56,3’e düşüyor.
Eğitim düzeyi arttıkça beklenen yaşam süresi de artıyor
TÜİK, bu yıl ilk kez eğitim durumuna göre beklenen yaşam süresini de açıkladı. Buna göre eğitim düzeyi arttıkça, beklenen yaşam süresi de artıyor.
Ortaöğretim altı eğitim seviyesi ile yükseköğretim eğitim seviyesine sahip 30 yaşındaki kişilerin beklenen yaşam süreleri arasındaki fark 5 yıl civarında.
Beklenen yaşam süresini etkileyen faktörler
Verileri VOA Türkçe’ye değerlendiren Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sutay Yavuz, beklenen yaşam sürelerindeki kısalmayla sağlık hizmetlerine erişim, yaşam tarzı, ekonomik koşullar gibi değişkenler arasında bir ilişki olduğunu vurguladı.
“Tabii hem kamusal sağlık hizmetlerine erişim hem de sağlığın büyük ölçüde özelleşmiş olması, daha yüksek masraflarla üst düzey sağlık hizmetlerine erişimin gerçekleşebilmesi, kişilerin belki bunları öteliyor olmaları veya erişemiyor olmaları, buradaki kırılganlığı arttıran bir unsur. Diğer taraftan yaşam tarzıyla ilgili meseleler de var. Yaşam tarzının bu anlamda daha sağlıklı bir tarza doğru evrilmesi gerekiyor. Bu, çevresel koşulların değişimiyle de ilgili. Beslenmeyle, barınmayla, kentsel yaşamın organize edilmesiyle de ilgili” diyen Yavuz, bu yönde iyileşmeler olmadığı zaman haliyle yaşamsal risklerın daha fazla arttığını söyledi.
“Türkiye’deki sağlıklı yaşam süresi AB ülkeleriyle kıyasladığımızda oldukça düşük düzeyde”
Esas olarak, beklenen sağlıklı yaşam süresine odaklanılması gerektiğini belirten Yavuz, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında ve Türkiye içinde de cinsiyetler arasında önemli farklar olduğuna dikkat çekti.
Yavuz, “Türkiye’deki sağlıklı yaşam süresi AB ülkeleriyle kıyasladığımızda oldukça düşük düzeyde. Türkiye’de şu an erkeklerde 59, kadınlarda 56 yaş olduğunu görüyoruz sağlıklı yaşam süresinin. AB ülkelerinde, 27 ülkenin ortalamasına baktığımızda bu hem erkeklerde hem de kadınlarda 62” ifadelerini kullandı.
Yavuz, AB ülkelerinde kadın ve erkekler arasında beklenen sağlıklı yaşam süresi aynı iken Türkiye’de kadınlar aleyhine 2,7 yıl fark olduğuna dikkat çekti.
Türkiye’de bugün doğan bir bebeğin ilerleyen yaşlarda ciddi veya orta derecede ciddi kronik rahatsızlıklarla karşılaşmasının beklendiğini hatırlatan Yavuz, “Bu, kadınlarda hemen her dönemde her yaş grubunda daha düşük yaşlarda ortaya çıkıyor” dedi.
Yavuz, Türk vatandaşlarının yaşamlarının ortalama 17 yılı boyunca sağlık riskleri yaşamasının öngörüldüğünü belirterek, “Bu 17 yıllık süre, uzun bir süre. Bunu bizim bir 10 yıllık süreye indirmemiz gerekli” diye konuştu.
“Sağlıksız geçen yaşam süresinin uzaması oldukça ızdıraplı bir yaşam anlamına geliyor”
Yavuz’a göre, ilerleyen yaşlarda bu kadar uzun süre sağlık sorunlarıyla yaşayacak bir nüfus olmasının, ekonomik ve sosyal açıdan büyük sonuçları olacak.
“Aileler üzerinde yaşlanmanın yükü çok daha fazla olacaktır. Çünkü bireylerin bağımsız yaşama, kendi yaşamlarına mümkün olduğunca bağımsız bir birey olarak devam etme imkanları olmayacaktır veya daha erken düşkünlük dediğimiz duruma gelecekler. Bu da aileler üzerindeki yükün artması anlamına geliyor. Eğer kişilerin iyi bir emeklilikleri, iyi bir sağlık güvenceleri yoksa, bu sağlıksız geçen yaşam süresinin uzaması oldukça ızdıraplı bir yaşam anlamına da geliyor. Bunları karşılamak için tabii kamuya müracaat edilecek, bir şekilde kamu destekleri alınacak” ifadelerini kullanan Yavuz, bu durumun da mevcut sosyal sigorta, sosyal güvenceler üzerindeki yükün artması anlamına geleceğini kaydetti.
Prof. Dr. Yavuz, bu riski azaltabilmek için daha genç yaşlarda önlem alınması ve aktif yaşlanmaya uygun bir yaşam tarzı geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Beklenen yaşam süresine gelir eşitsizliğinin etkisi
Eğitim seviyesinin artmasına bağlı olarak beklenen yaşam süresinin de artmasını değerlendiren Yavuz, erkeklerin bu noktada da kadınlara kıyasla daha avantajlı göründüğüne vurgu yaptı.
Dünyada da daha yüksek eğitim ve gelir gruplarında yaşam sürelerinin daha uzun olduğunun altını çizen Yavuz, “Bu, tabii gelirle paralel giden bir şey. Daha yüksek eğitim, kişinin yaşamı boyunca daha yüksek gelir ve daha iyi yaşam koşulları sağlıyor. Aynı zamanda kişiye sağladığı bir farkındalık, bir bilinçlilik, hayatını daha sağlıklı yönde düzenleyebilmenin hem maddi olanaklarını hem de bunun bilgisine yönelik değişiklik yapma esnekliğe sahip olma imkanları veriyor” dedi.
Yavuz, eşitsizliklerin daha azalmış olduğu toplumlarda eğitim düzeyine bağlı olarak beklenen yaşam süreleri arasındaki farkın daha az olduğuna da dikkat çekti.
Türkiye’de beklenen yaşam süresinin 2050’li yıllarda 82,5 yıla çıkacağını hatırlatan Yavuz, bunun da şu anda dünyanın en yaşlı toplumlarından biri olan Japonya’nın şu andaki nüfus yapısına denk geleceğini söyledi.
“İleri yaşta maalesef bilgiye ulaşma konusunda sıkıntılarımız var”
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve geriatri (yaşlılık bilimi) uzmanı Prof. Dr. Sevnaz Şahin de Türkiye nüfusu hızla yaşlanırken sağlıklı ve aktif yaşlanmayla ilgili bilincin toplumda yaygınlaştırılması gerektiği görüşünde.
Türkiye’de yaşlıların toplumdan izole olmasının bilgi eksikliğine yol açtığını kaydeden Şahin, “TÜİK verileri, eğitim seviyesinin kişilerin uzun ve sağlıklı yaşamasına katkısını gösteriyor. O nedenle hayat boyu öğrenme son derece önemli. Belli bir yaştan sonra hastalıklarla karşılaşmamak için ne önlemler alacaksınız, kendinizi nasıl koruyacaksınız, bunların hepsi bir farkındalık gerektiriyor. Bunlar için de bilgi gerekiyor. Halbuki ileri yaşta maalesef bilgiye ulaşma konusunda sıkıntılarımız var” diye konuştu.
Yaşlıların toplumla iç içe olması gerektiğinin altını çizen Şahin, İzmir’de 2016 yılında Ege Üniversitesi kampüsünde başlattıkları ve gönüllü akademisyenlerin yaşlılara dersler verdiği Üçüncü Yaş Üniversitesi projesiyle bunu başarmaya çalıştıklarını da anlattı.
“Bakım konusunda çok ciddi politikalar oluşturulması gerekiyor”
Nüfusun hızla yaşlanmasına paralel olarak yaşlıların sağlık ve bakım hizmetlerine ihtiyacının da arttığını söyleyen Şahin, “Bazen bir markete gitmek, alışveriş yapmak için, bazen evinin temizliği için, bazen de hastalıklar açısından bakıma ihtiyaçları oluyor. Tabii toplumlar yaşlandıkça, bakımverenler de yaşlanıyor. Yani 90 yaşındaki bir yaşlıya 70 yaşında diğer bir yaşlı bakıyor. Tahmin edersiniz ki o yaşlının da problemleri var. Onların da bakım ihtiyacı var. En büyük çıkmaz işte burada. O nedenle bakım konusunda çok ciddi politikalar oluşturulması gerekiyor. Bakımın güvence altına alınması gerekiyor. Yaşlı bireyin bakım ihtiyacını kendinin düşünmeyeceği bir güven oluşturulması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
İleri yaşta sağlıklı olmak için hayat boyu sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olunması gerektiğinin de altını çizen Şahin, “Maalesef ki toplum olarak bu konuda çok farkındalığımız yok. Üç temel şey var, egzersiz, sağlıklı beslenme ve hayat boyu öğrenme. Sadece bunların peşinden bile gitsek, sağlıklı yaşam süresini uzatmak mümkün” dedi.