Operalarının librettolarını da kendisi yazan Ruggiero Leoncavallo, bu özelliğiyle zamanının libretto yazarlarının da büyük saygısını kazanmıştır. Sadece bu özelliğiyle değil, verismo yani gerçekçi opera türünde de verdiği eserlerle, opera konularını sarayın dışına taşıması dikkat çekicidir. I Medici, Chatterton, La Bohéme adlı operaları sahnelense de bu operalar sahnelerde pek tutunamadı.
Ancak Leoncavallo, bugün bu yazıda yer vereceğimiz iki perdelik I Pagliacci operasıyla adını tüm dünyaya duyurdu. Librettosunu kendisinin yazdığı bu eseri çok kısa bir sürede yazması da (yaklaşık 5 ay) dikkat çekici bir konudur. Bunun amacı eserini yarışmaya sokmaktı ancak yarışmada sadece tek perdelik operalar yarışabilecekti ve bu yüzden yarışmaya katılamadı.
21 Mayıs 1892 yılında maestroluğunu Arturo Toscanini’nin yaptığı I Pagliacci ya da Palyaçolar, Teatro del Verme’de ilk sahnelendi ve ardı arkası kesilmeyen temsillerle büyük beğeni topladı. Fiorello Giraud ise
ilk Canio rolünü üstlenerek tarihe ismini yazdı. Bununla birlikte Enrico Caruso ve Luciano
Pavarotti de Canio’ya hayat veren iki önemli isim olacaktır.
Burada Pavarotti’ye küçük bir parantez açmak gerekmektedir. 1961 yılında ilk defa Madama Butterfly operasında rol alan Luciano Pavarotti, 1965’te Palyaçolar operasındaki ilk performansıyla ismini uluslararası bir tenor olarak duyurmaya başlar demek de pek yanlış olmayacaktır. Operanın konusu ve aryaları da onunla ayrı bir önem kazanır. Operanın başarısı bir anlamda Pavarotti’yle hakkını teslim aldı.
Öyle ki o günlerin en önemli operalarından olan Pietro Mascagni tarafından bestelenen Cavalleria Rusticana operasıyla birlikte aynı akşam programında yer almayı başardı. Bu hikâyede önemli olan detaylardan biri de, iki operanın o güne kadar aynı akşam temsili yapılmazdı. Ancak o günden sonra günümüze kadar bu uygulama devam etmektedir.
Konusunun gerçek bir olaydan esinlenerek yazılması Palyaçolar’ı daha gerçekçi bir tarza da dönüştürmüştür demek pek yanlış olmayacaktır. Leoncavallo da zaten henüz eserin prologunda (ön konuşmasında) gerçekçiliğin vurgusunu yaparak bunu eserin içerisinde de dile getirmiştir ve sanatçının görevini eserine yedirerek sunmuştur: “Bugün artık şair, hayatın korkunç, tüyler ürpertici gerçeklerini cesaretle bulup ortaya koymakla yükümlüdür!”
Operanın hikâyesi bir tiyatroda geçer ve Canio adlı ana karakterimiz bir palyaço olarak sahneye çıkarken bildiği şeyleri saklamalı, yüzündeki boyalarla birlikte gülümsemelidir. Elbette bu sırada içindeki acıyı gizlemek zorundadır. Eşi Nedda ise oyunda her yerde hakimiyet kurmak isteyen bir kadındır. Hem gerçek yaşamında hem de oyunun içinde. Bu sırada Nedda’nın, genç Silvio ile olan ilişkisini bilen Canio’nun sahnedeki içsel çatışmalarını eserin müziği ve sözleriyle oldukça hissedilmektedir.
Palyaçomuz Canio, sahnedeki neşesiyle izleyicileri güldürmeye çalışırken, kendi hayatındaki çekişmeyi ve trajediyi yaşayarak Vesti la giubba adlı ünlü aryayı seslendirir. Bu arya, bir palyaçonun gülümsemesi ardındaki derin acıyı ifade eder.
Dinleyiciler, Canio’nun yaşadığı dramı ve performansının arkasındaki gerçek duygularını hisseder. Bu tür yazılarda genellikle aryaların tamamına yer vermekten kaçınırım. Çünkü müzik ile librettoların birbirini tamamladığına inanırım. Bu eserde de buna inancım sürmekte, ancak bu aryayı tamamen aktarmak da isterim.
Şöyle diyor Canio:
Recitar! Mentre preso dal delirio,
non so più quel che dico,
e quel che faccio!
Eppur è d’uopo, sforzati!
Bah! sei tu forse un uom?
Tu se’ Pagliaccio!
Vesti la giubba,
la faccia infarina.
La gente paga, e rider vuole qua.
E se Arlecchin t’invola Colombina,
ridi, Pagliaccio, e ognun applaudirà!
Tramuta in lazzi lo spasmo ed il pianto
in una smorfia il singhiozzo e ‘l dolor, Ah!
Ridi, Pagliaccio,
sul tuo amore infranto!
Ridi del duol, che t’avvelena il cor!
TÜRKÇESİ
Rol yapmak! Aklımı kaçırmak üzereyken,
artık bilmiyorum ne diyeceğimi;
ya da ne yapacağımı!
Fakat yine de… gayret etmeli!
Hadi be! Sen de adam mısın?
Bir palyaçosun işte!
Giy kostümünü,
Yüzünü de pudrala.
Seyirciler bilet aldı; şimdi de gülmek ister.
Eğer ki o Soytarı (Harlequin) senin Colombina’nı elinden alacaksa,
Gül palyaço! Gül ki herkesi neşelendir!
Üzüntünü ve gözyaşını sanki şakaymış gibi göster.
Acını ve hıçkırıklarını da sırıtan yüzünün ardına gizle. Ah!
Gül, palyaço,
paramparça olan aşkına!
Kahkahalar at kalbini zehirleyen acıların üzerine!
Sonuç olarak I Pagliacci ya da Palyaçolar eseri, insanın iç çatışmalarını ve karmaşalarını çok net bir şekilde ortaya koyan bir eserdir. Palyaçomuzun, yani Canio’nun gülümsemek zorunda olduğu anlarda iç çatışmalarını seyirci de derinden hissetmektedir. Ruggiero Leoncavallo’nun bu eserini bir referans noktası alarak ve Canio’nun yaşadığı durumdan uzaklaşarak yazıyı bazı sorularla bitirmek gerekmektedir.
Gülmek nedir? Neden güleriz? Ya da neden gülmeyiz? Başkalarını güldürmek neden hoşumuza gider? Karşımızdaki insanları güldürmek mi yoksa kendimizin mi gülmesi daha iyidir? Gülmek insanın fenomenlerinden biri midir? Zorunlu gülüşlerimiz bize zarar mı verir? Güçlü mü tutar? Bizlerin de gülümsemek zorunda olduğu zamanlar oluyor mu? Yaşamın içerisinde karşılaştığımız trajik olaylar karşısında güçlü durmak için bazen bu yönümüzü ortaya çıkartmıyor muyuz? Gerçekten ve içten en son ne zaman güldük? Başka insanların yaşadıkları karşısında gülmeyi unutabilir miyiz? Toplumsal olayların bireysel yaşantımızda bizlerin gülümsemesini engeller mi? Bizler de zaman zaman palyaço muyuz?
Bu sorular uzar gider. Ancak şu temenniyle bitirebiliriz yazıyı: Birlikte gülebileceğimiz günler dileğiyle!
Serhat Durup Kimdir?
19 Mayıs 1989’da dünyaya geldi. 2013 yılında Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olurken, Sinema ve Televizyon Bölümü’nden de yan-dal programını tamamladı. 2016 yılında aynı okulun İnsan Hakları Bölümü’nden “Tüketim Toplumunda Çalışan İnsan ve Çalışma Hakkı” adlı tezini tamamlayarak yüksek lisans derecesini aldı. Felsefe öğretmeni olarak yaşamına devam ediyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***