Azize Tan ve genç ekibi Ayvalık Film Festivali’nin değerini yukarıda tutmayı sürdürüyor. Hem film hem de etkinlik programı zengin içerikle gerçekleştirilen festivale ilgi her geçen yıl artıyor. Umalım bu durum artarak devam etsin.
Pazar günü sona erecek Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde izlemeye fırsat bulduğum filmler üzerine bir değinmeler yazısı planlamıştım. Ama uzun metraj filmler bir biçimde hem bizim hem de sinemaseverlerin gündemine geliyor. Oysa kısa metraj çabalar çoğunlukla festivalde o filmleri görme fırsatını yakalayabilen şanslı azınlığın dünyasına sıkışıp kalabiliyor. Bu yüzden, festivalde yer alan kısa seçkilerinden ilkinde izlediğim altı filme dair notlar düşmek istiyorum. Festivalde iki ayrı seçki halinde gösterilen kısaların ilk bölümü çarşamba günüydü.
EKSİ BİR
Seçkideki ilk film Ömer Ferhat Özmen’in “Eksi Bir”iydi. İstanbul Film Festivali’nde en iyi kısa film seçilen yapım. Memleketi bir apartman ölçeğine indirgiyor. Apartmanın bodrum katında oturan (açıkça belirtilmese de Suriyeli olduklarını anladığımız) sakinlerin atılması için imza toplayan yöneticiyi takip ediyoruz. Yöneticinin çaldığı kapılar açıldığında Türkiye’nin farklı sınıf ve kültürlerine ait insanlarla karşılaşıyoruz. Bir anlamda onların bu durum karşısındaki tavırlarına da tanıklık ediyoruz. Ferhat Özmen’in hikayesinin orijinal olduğunu söylemek zor. Mikro memleket anlatıları sinemada defalarca hayata geçirildi. Bir otobüs, bir tren, bir okul sınıfı vb. kullanıldı fon olarak. Özmen’in bu klasik anlatısında dikkat çeken iki güçlü yön var. İlki Özmen’in karakterlerinin büyük çoğunluğunun göçmen aile konusundaki tutumlarının, toplumun geleninde olduğu varsayılan tutumlardan daha pozitif. Bu da filmin hissini olumlu kılıyor. İkincisi olarak da filmin rejisinin gücünden bahsetmemiz gerekiyor. Özmen oyuncu yönetiminde oldukça başarılı. Ayrıca tek bir mekanda geçmesine rağmen görsel tasarımı filmin duygusuna kusursuzca hizmet ediyor.
HER GÜN BİRAZ DAHA KOLAY
Sonrasında ise Çağıl Bocut’un yönettiği “Her Gün Biraz Daha Kolay” adlı filmini izledik. Bocut’u ilk olarak “Sardunya” adlı uzun metrajıyla tanımıştık. Bu kez yüzücü olmak için çalışan 17 yaşındaki Cemre’nin dünyasına götürüyor okuru yönetmen. Yüzme takımına girme yarışlarının süresi kısaldıkça Cemre’nin stresi de artmaktadır. Evde iki küçük kardeşi ve babasıyla yaşamaktadır. Annenin durumuna dair bir bilgi edinemeyiz film boyunca. Yüzme yarışlarının olduğu gün otobüs gecikince babasının bir arkadaşının aracına binmek zorunda kalan Cemre, sevgilisiyle kendi rızasıyla yaşadığı şeylerin onu tehdit etmek için kullanıldığı travmatik bir deneyim yaşar. Ama buradan çıkmayı başarır sonunda. İki yıl önce “Sardunya” filmine dair şöyle yazmışız: “Hangi atmosferde geçeceğine, hangi dili konuşacağına bir türlü karar verilememiş gibi. Tam karanlık olacakken ferah alanlara, biraz sınıf ilişkilerine girecekten vicdan muhasebelerine dönüp güvenli sularda kalmak istiyor gibi.”
Benzer cümleleri “Her Gün Biraz Daha Kolay” için de kurabiliriz. Tonuna bir türlü karar verememiş görünüyor. Buna bir de Cemre’nin babasının arkadaşının aracına bindiği süreçte yaşananların yer yer karikatür hale geldiğini de ekleyelim. Tabii ki bu tür çirkinlikler bu ülkede her gün yaşanıyor ama film bağlamında bir ikna edicilik problemini kastediyorum burada.
OYUNBOZAN
Seçkide yer alan üçüncü film “Oyunbozan”ın yönetmeni İlayda İşeri 2003 doğumlu genç bir yönetmen. İşeri’nin hayal ettiği, gerçeğe dönüştürdüğü hikaye güçlü. Ancak bunu görselleştirirken tökezliyor yapım. Mekanı, dönemin atmosferini (1979 yılı Ankara’sı) iyi kuruyor yönetmen. Ancak bunu organik bir anlatıya dönüştürmekte zorlanıyor. Babalarının nerede olduğunu bilmediğimiz, annenin işte olduğu iki çocuk kahramanımız var. Anneleri işteyken çok yaşlı anneanneleriyle kalıyorlar. Ve onun ölmesinden korkuyorlar. Bu korku hayal güçlerini de tetikliyor. Ama bunun için kullanılan malzemelerle hikayenin örtüşmesi sorunlu kanımca. 1978 dünya kupasının kahramanlarını, Star Wars’ın karakterlerini almak dönemin popüler kültürünü anlatıya yedirmek açısından işlevli olabilir. Ama yapay duruyor biraz. Ayrıca Star Wars Türkiye’de ancak 1980’de vizyona girebilmişti! Yine de İlayda İşeri’yi tebrik etmek ve yeni filmlerini beklemek gerekiyor. Anlatacak çok büyük hikayeleri var belli ki ve bunları gerçekleştirmek için harekete geçmekten, risk almaktan da korkmuyor. Yolu açık olsun!
KONTRPİYE
Melis Balaban imzalı “Kontrpiye” baba-kız ilişkisi hakkında bir film. Birbirleriyle iyi anlaştıklarını gördüğümüz baba ve kızı Fenerbahçe’nin maçına gitmek için buluşuyorlar. Maç saatine kadar, Kadıköy sokaklarını arşınlayıp aradaki boşlukları tamamlıyorlar. Baba başkasıyla birliktedir, anne yeniden evlenmiştir vb. Kız bir noktada babasına erkek arkadaşıyla aynı eve çıkmak istediğini söyler. Burada başlayan küçük gerilim, çocuğun Galatasaraylı olmasıyla büyümese de babanın ağzında kötü bir tat bırakır. Öncelikle “Kontrpiye” seyircinin çok fazla şeyi bildiğini varsayıyor. Takım tutmanın bireyler üzerinde yarattığı etkiyi, 6-0’lık Galatasaray maçı, Fener-Cimbom geriliminin tarihsel arka planının vb. dolayısıyla bu ön kabuller filmi zorlaştırıyor. Haliyle kızın ve babanın kontrpiyede kalması güçlü bir etki yaratamıyor.
EN UZUN GECE
“Stiletto” adlı kısa filmiyle dikkat çeken Can Merdan Doğan’ın ikinci filmi “En Uzun Gece” seçkinin iddialı yapımlarından. Bir evlilik sürecinin içindeyiz. Üç kız kardeş ve evin kız çocuğundan mürekkep kadınlar salonda prova yapıyor. Kız kardeşlerin bekar olanı için kız isteme merasimi olacak ertesi gün. Elbiseler deneniyor. İki büyük kız kardeşin kocaları ise mutfakta rakı içip sohbet ediyor. Gece ilerliyor ve kadınlar salonda birlikte uyumaya karar veriyorlar. Erkeklerin de ailenin yatak odasında birlikte uyumasına karar veriyorlar. Bu ‘yatak’ deneyimi iki erkek arasında önce homofobik sonra da homoerotik bir gerilim yaratmaya başlıyor. Gece uzadıkça uzuyor, uykusuzluk baş gösteriyor. Can Merdan Doğan, iki erkek arasındaki homofobik anları kurgularken seyirciyi bunun saçmalıklarıyla güldürüyor. Ancak homoerotik anlar başladığında kahkahalar duruyor ve karakterlerin gerilimi seyirciye de geçmeye başlıyor. Bu ustaca geçiş, arzuya, cinsel kimliklere dair seyircinin sınırlarını, önyargılarını zorlayan bir hale dönüşüyor. Filmin en güçlü yanı bu. Ancak, ikili arasındaki gerilimin ve bununla baş etme/ edememe anlatısının gücü yönetmenin yaşananları gösterme tercihiyle akamete uğruyor kanımca.
GUKLA
Seçkideki son film “Gukla” yapım tasarım açısından en güçlü olanıydı. Emine Uysal Berger ve Özgür Ceylan tarafından yönetilen film yaşlı bir kadını takip ediyor. Kentsel dönüşüm nedeniyle evini terk eden kadın, metruk bir konağa yerleşiyor. Orada yeni doğum yapmış bir sığınmacı kadınla tanışıyor. Bu iki kadın garip seslerin geldiği konakta birbirine tutunarak yaşarken, sığınmacı kadın alkarısı gördüğünü iddia ediyor. Alkırısının erkek olan eve bulaşmayacağı inancıyla bir evsiz de konağa kabul ediliyor. Ancak evin bahçesine musallat olup “Gukla” diye seslenen yaşlı kadın çok değil, yüz yıl önce o evde oturanların sesidir aynı zamanda. “Gukla”, savaş, kapitalizm ya da zorunlu göç yoluyla yerinden yurdundan edilmiş üç kuşaktan kadını bir araya getiriyor ve üzerine düşünmeye davet ediyor. Bunu yaparken konağı mekan olarak da ustaca kullanıyor. Yine de seyircinin hafızasına çok güvenildiğini söylemeden geçmeyelim. Filmin asıl sorunu ise finalinin zayıflığı. Kuklanın bulunmasının ve yeni nesle transferinin hem film hem de tarihsel anlatıdaki anlamı bulanık kalıyor açıkçası. Kanımca bunun nedeni de konağın yüz yıl önceki sahiplerinin hikayesini ele alırken biraz tutuk davranılması. Diyeceksiniz ki yirmi dakikalık bir filmde her şey nasıl anlatılsın. O da doğru ama vardır bir yolu elbet!
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde ikinci gün 16 film izleyicilerle buluştu
Ayvalık Film Festivali yarın başlıyor
Ayvalık Uluslararası Film Festivali biletleri satışa açıldı
Ayvalık Uluslararası Film Festivali programı: ‘Yılın en iyileri’ bir arada
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin bu yılki afişi yayınlandı
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***