Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin kurucusu, eski subay, yazar Tarık Çelenk, Kara Harp Okulu’nda genç teğmenlerin mezuniyet töreninde korsan yemin düzenleyerek “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atması nedeniyle AKP’nin tedirgin olmakta haklı olduğunu savundu. Tarık Çelenk, “Bugün yaşananlarla bundan 40- 50 yıl önceki tartışmalar cami- kışla bazında aynı. Demek ki biz bazı konularda geriye dönük hiçbir meselemizi halledememişiz. Hala semboller üzerinden kendimizi dengelemeye çalışıyoruz” dedi.
Bir noktaya daha dikkat çeken Çelenk, “Bakın Harp Okulu’ndan mezun olan o kızların isimleri hep İkra falan. Yanılabilirim ama sanıyorum aileleri AK Parti’ye yakın bir sosyolojiden ki bu isimleri koymuşlar. Tabii bu da ayrı bir trajedi. Artık sadece AK Parti’nin mi yoksa tüm İslamcıların trajedisi mi bilemiyorum. Sizin iktidarınızda doğmuş ve sizin tercih edeceğiniz isimler verilmiş bu çocuklar o okullara girdi diye sevindiniz ama sonra o çocuklar sizin ‘vesayet dönemi’ diye nitelendirdiğiniz Kemalist ideolojinin hassasiyetleriyle size tepki koyuyor” değerlendirmesini yaptı.
Tarık Çelenk’in bir başka yorumu daha dikkat çekici. Çelenk’e göre, “Devlet, Türkiye’deki İslamcılığı ehlileştirmek istedi. Ve bunu MHP üzerinden yaptı, milliyetçilik üzerinden yaptı. Türkiye’deki milliyetçilik taşra milliyetçiliği olduğu için siyasal İslamcılığın biz şu an milliyetçi versiyonuna maruz kalıyoruz.”
T24‘ten gazeteci Cansu Çamlıbel’e konuşan Tarık Çelenk’e yöneltilen sorular ve yanıtlardan bir kısım şöyle:
“Kaleme aldığınız son yazıda “30 Ağustos’ta Kara Harp Okulu yemin töreninde, törenin ardından yaklaşık üçte bir oranında yeni teğmenin, yönerge dışına çıkarak sivil bir inisiyatif gibi ayrı bir organizasyon düzenlemesi ve bu yolla kamuoyuna mesaj vermesi, sıradan bir olay değildi” dediniz. AKP hükümetine ‘mahallenin içerisinden gelen ve hala mahallenin içerisinde kalmış biriyim’ diyerek eleştirileri yöneltiyorsunuz. Ama anladığım kadarıyla bu teğmen yemini olayında AKP cenahından yükselen tepkilere hak verdiniz. Tedirgin olmakta haklı olduklarını mı düşünüyorsunuz?
E tabii haklılar tedirgin olmakta. Bugün yaşananlarla bundan 40- 50 yıl önceki tartışmalar cami- kışla bazında aynı. Demek ki biz bazı konularda geriye dönük hiçbir meselemizi halledememişiz. Hala semboller üzerinden kendimizi dengelemeye çalışıyoruz. Atatürk’e bağlılık ya da ona karşıtlık üzerinden bir tartışma ve bu tartışılırken o kadar ciddi çelişkileri var ki mahallenin. Bir özel kuvvetler ya da polis okulunun mezuniyet törenindeki ‘diriliş’i hatırlatan ya da popülist tarih düzenini hatırlatan yeminlerin ne kadar yönetmelik dışı olduğunu kimse konuşmuyor mesela. Yeminlerin bir devletin disiplinine, güvenliğini ne kadar aykırı olduğunu tartışmıyoruz bile. O ilk görüntülerden sonra yeni görüntüler de çıktı biliyorsunuz. Teğmenleri daha uzaktan gösteriyor. Orada bulunan teğmenlerin üçte biri birleşiyor ve kılıçlarını çatıyorlar. Biraz abartarak söyleyeceğim ama bu bana 1908’de Avcı Taburları’nın yanında olanlarla harekât ordusundan yana olanlar arasındaki gerginliği hatırlatıyor. Türk siyasetinde gerginlik hep o iki kutup üzerinden taşındı. Birisi modernleşmeci, burjuvaya dayalı olmayan, tamamen bürokrasiye, harp okullarına ve askeri modernleşmeye dayalı olan bir yapı. Diğeri de taşradaki dönüşemeyen Anadolu köylülüğünün merkezden pay alma çabasına esnaf siyasetine dayalı bir yapı.
Tabii Türkiye’deki modernleşme, askeri tıbbiyelerden başladı. Yani devletçi seküler Türk solu hep asker kökenli bir sol. Türk Ocakları’nı 1912’de kuranlar çoğunlukla askeri öğrencilerdi. Türkiye’ninki ordu kökenli bir modernleşmenin hikayesidir. Bu devrimci yapı, Atatürk sonrasında gerek sloganlarıyla gerekse ötekine bakışıyla, kapsayıcılık meselesinde dönüşemedi. Ne yazık ki bugün de neo- Kemalistler kendini yenileyememiş gözükmekte. Ve bu yaşanan toplumsal gerilimler de işte bu işte irtica dediğimiz ya da İslamcı taşralılık dediğimiz bütün hikayelerden yeni bir tepkisel neo- Kemalizm yaratmış gözüküyor. Ama sonuçta teğmenler tartışmasında gördüğümüz gibi aslında saflar aynı, herkesin pozisyonu aynı. Neredeyse 1909’daki gibi.
Yarılma hattı hep orası zaten, dolayısıyla çatışma anında hem devlet içi kliklerin hem de toplumun o iki kutba çekilmesini izliyoruz haklısınız. Ama bunun ötesinde, o teğmenlerin hükümet tarafından üzerlerine bir soru işareti ya da ünlem konulacağını bilmelerine rağmen bu eylemi hangi motivasyonla yaptıklarını merak etmiyor musunuz?
Mutlaka ki teğmenler, o kılıç çatmayı toplumun bir kesiminde olan tepkinin tezahürü olarak gördüler. Türkiye’de baskılanan insanların siyaset yoluyla seslendiremediği şeyi seslendirmiş oldular bir anlamda. İşte Dilruba’dan tutun da sesi kısılan, baskılanan tüm kesimlere sahip çıktılar aslında. Ama onlara uygulanacak yaptırımlara ilgili sivil alan sahip çıkamayacak gibi.
Kılıçlı yeminle sokak röportajında hükümeti eleştiren Dilruba Kayserilioğlu’na nasıl sahip çıkmış oldular?
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demek başka bir başkomutan tanımadıklarını söylemektir. Aynı zamanda var sayılan ordu içindeki tarikatçı cemaatçi yapılara karşı bir kendilerince tavır koydular.
Burada asıl dikkat çekici olan, yıllarca seküler bir hatta siyaset yapan MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin bu ‘siyasi klan’la ilişkilere sessiz onay veriyor olması değil mi? MHP liderliği tarikat mahallesiyle hakikaten barıştı mı size göre?
Milliyetçi Hareket Partisi gücünü eski bağlantılarından, bürokrasideki geçmişinden ya da bürokratik zihniyetinden alan bir parti. O bürokratik zihniyete göre de Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunudur. Önceliği Ortadoğu’da bir Kürt koridorunun engellenmesidir. Bununla birlikte Türkiye’nin dış güvenliği açısından önceledikleri birkaç konu daha vardı ve şeriat devleti tehlikesi de bunlardan biriydi. Zaten merhum Türkeş sağlığında, ilgili Nakşibendilerle konsept ve bireyselde ilişki kurmuştu. Alt yapıda bu sorun hiç olmadı. Ama evet artık bu kalmadı. Demokrasilerde bu tip sorunların çözümü ve ekonomi arasında bir ilişki vardır. Demokrasi de bu dengeyi sağlar. MHP ekonomi meselesine sağlıklı bakabilen bir parti değil. ‘İş mantalitesi’ de olmadığı için ekonomik sorunların önemli olmadığını, önemli olanın ülke güvenliği olduğunu düşünüyor. Bunu düşündüğü için de baktı ki halkı dış güvenliğin önemine ‘karizmatik liderlik’ ile ikna edebilecek ona ‘evet’ dedi. Erdoğan’ın yanında bunun için duruyor Bahçeli. Zaten ‘şeriat’ de çok işi boşaltılmış bir konu. Oradan gerçek bir tehdit çıkmayacağını da düşünüyorlar. Belki MHP açısından Patrikhane İsmailağa Cemaati’nden daha riskli bir konu. Belki İsmailağa’yı daha güvenli görüyor.
Bir de ben şuna dikkat çekmek istiyorum; bakın Harp Okulu’ndan mezun olan o kızların isimleri hep İkra falan. Yanılabilirim ama sanıyorum aileleri AK Parti’ye yakın bir sosyolojiden ki bu isimleri koymuşlar. Tabii bu da ayrı bir trajedi. Artık sadece AK Parti’nin mi yoksa tüm İslamcıların trajedisi mi bilemiyorum. Sizin iktidarınızda doğmuş ve sizin tercih edeceğiniz isimler verilmiş bu çocuklar o okullara girdi diye sevindiniz ama sonra o çocuklar sizin ‘vesayet dönemi’ diye nitelendirdiğiniz Kemalist ideolojinin hassasiyetleriyle size tepki koyuyor.
Tam bu noktada bir veri hatırlatmak istiyorum. Konda’nın bu sene yaptığı Gençlerin Politik Tercihleri Araştırması’ndaki “Kendinizi hangi siyasi kimlik ile tanımlarsınız?” sorusuna yüzde 44 ile ‘Atatürkçü’ yanıtı verilmiş, ikinci sırada ise yüzde 39 ile ‘milliyetçi’ yanıtı var. ‘Muhafazakâr’ diyenler sadece yüzde 12. Şuraya mı geldik; Adalet Kalkınma Partisi 22 senelik mutlak bir iktidarın sonunda yeni jenerasyonları kendi ideolojisiyle tutamıyor?
Kendi ideolojisi yok ki, sorunu o. Aidiyet, çıkar ve güven ilişkisine bağlı büyük gurubun kimliğini ideolojisiz sloganlarla tutmaya çalıştılar. – Siyasal İslamcılığı bir ideoloji olarak tanımlayamaz mıyız? Siyasal İslamcılık çok içi boş bir ideoloji. Sadece bizde değil, dünyada da öyle. Dünyadaki siyasal İslamcılara bakın, Mursi dahil hangisi iktidara geldiyse ilk başta yaptıkları şey ötekileri bastırmak oldu. Yolsuzlar da arkasından geldi. Malezya’da keza, Endonezya’da keza, Fas’ta keza…
“Devlet Türkiye’deki İslamcılığı ehlileştirmek istedi ve bunu MHP üzerinden yaptı”
21. yüzyıl siyasal İslamcılığı otoriter bir yönetim formundan ileri bir yere varamadı mı öyleyse?
Bugünün siyasal İslamcılığını Abdülhamid döneminin ya da İttihat Terakki’nin, Sait Halim Paşa’nın, Mizancı Murat’ın İngiliz kolonyalizmine karşı kullandığı devlet için İslamcı siyasetten ayırmak lazım. Bu bahsettiğim isimlerin hepsi İsviçre’de eğitim görmüşlerdi. Devleti, uluslararası siyaset açısından kendilerince vizyoner bir perspektiften yönetmeye çalıştılar. Kısmen başarılı, kısmen başarısız oldular.
Bugünkü siyasal İslamcılığın ise başka türlü bir yolculuğu var. Kolonyal yapı sonrasında İslam dünyasındaki köylü ya da göçebe kesimler sınıfsal bir dürtüyle ilk başta sosyalizmden etkilendi. Sovyetler’in çökmesinden sonra ise dijital devrim vesaire ile birlikte bu yapılar eski selefi ve fundamentalist kökenlerine dönmeye başladı. Referans olarak selefi kökleri almaya başladılar. Bizde de siyasal İslamcılık, Erbakan’dan itibaren bir şekilde İhvan- ı Müslimin’den etkilenmiştir. Müslüman kardeşler hareketi ümmetçi hareketti. Ulus devlet yapıları içinde hoş karşılanmadı. Devlet, Türkiye’deki İslamcılığı ehlileştirmek istedi. Ve bunu MHP üzerinden yaptı, milliyetçilik üzerinden yaptı. Türkiye’deki milliyetçilik taşra milliyetçiliği olduğu için siyasal İslamcılığın biz şu an milliyetçi versiyonuna maruz kalıyoruz. İşte televizyonlarda Ertuğrul gibi dizileri izlediğimizde İbn- i Arabi bir karakter seyrettiğimizi sanırken aslında o Abdülhamit çıkıyor.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***