Suzan DEMİR
Netflix’in iki yeni dizisi Kaos ve The Perfcet Couple (Mükemmel Çift) bu sıralar en çok izlenen yapım olarak göze çarpıyor. Aslında göze çarpan bir diğer yanı ikisinin de tanrı ya da insan fark etmeksizin “aile” kurumunu anlatması. Aile kurumunu/kavramını anlatan çok fazla dizi var, anne ile yaşanan sorunlu ilişkiler, psikolojik zorluklar (Mommy issues) ya da aynı şekilde baba ile yaşananlar (Daddy Issues) edebiyattan sinemaya birçok anlatıda. Kaldı ki şu an gündemde küçük Narin Güran’ın katledilmesi ve ailenin bu işin ne kadar içinde olup olmadığı konuşuluyor, yani ailelerin bu çetrefilli hikâyeleri hiç de uzağımızda değil…
Kaos ile başlayacak olursak, Charlie Covell tarafından yaratılan ve Prometheus’tan (Stephen Dillane) dinlediğimiz hikâye, Antik Yunan tanrılarının güncel bir versiyonu ve Girit’te geçiyor. Tanrıların Kralı Zeus (Jeff Goldblum) bir gün anlında bir çizgi buluyor ve ölümsüzlüğünü sorgulamaya başlıyor. Aynı gün Zeus’un onurlandırıldığı Olimpiyatlar Bayramında büstüne yapılan saldırı, onun bu endişelerini daha da artırıyor. Öte yandan hikâyeyi anlatmaya devam eden Prometheus, neredeyse tüm her şeyin tanrılar ve inanç üzerinden düzenlendiği bu düzenin, üç insan tarafından değiştirileceğini söylüyor. Herkesin bir kehanetle doğduğu bu fantastik dünyada Zeus’u yerinden edecek kehanet ise üç kişiye şu şekilde veriliyor: “Bir çizgi belirir, düzen zayıflar aile devrilir ve kaos başlar…”
Bu üç insandan biri Evridiki, dizide Riddy (Aurora Perrineau) diye geçiyor. Riddy, müzisyen Orpheus’la (Killian Scott) evli. Tıpkı mitolojide olduğu gibi Evridiki ölür, Orpheus ise Hades’in (David Thewlis) ölüler diyarına geçip eşini kurtarmaya çalışır. O sırada ona babasıyla sorun yaşayan, kendini ona kanıtlamaya çalışan tanrı Dionysus (Nabhaan Rizwan) yardım eder. Dizi mitolojiyi günümüze uyarlayarak Zeus’un sonunu getirecek kaosu çoklu hikâye ile birbirine bağlıyor. Zeus ters gidenin ne olduğunu anlamaya çalışırken hikâye Prometheus’un başından beri bahsettiği kehanete doğru ilerliyor…
Kaos, inancın insan değil sadece tanrılar yararına olduğunu anlatıyor ama birçok alt metni de var, bunlardan asıl olanı aile. Tüm insanlık, birbirlerinin arkasından kuyu kazıp duran “Tanrı Ailesinin” suyu yüzü hürmetine yaşıyor. Onlara itaat ediyor ve hatta öldükten sonra bile ruhları onlar tarafından çalınıyor. Ama insanlar tanrıların kendilerine daha iyi bir yaşam bahşedeceğini sanıyor. Zeus ise eni sonu Titan olan ve çocuklarını yiyen babası Kronos’a dönüşüyor. Dizi babasıyla sorun yaşayıp onu yenmiş Zeus’un ona dönüşümünü anlatırken “Tanrı” ya da “baba” korkusunun nasıl “itaate” dönüşüp adının “inanç” olacağını gösteriyor.
Kaos’un epey beğenildiğini birçok yorumda gördüm. Fakat diziye dört dörtlük diyemeyeceğim şeyler var. Örneğin dizi kara komedi ama sanki ilk yarısı mizahi geri kalanı dram gibi. Tür sanki iç içe geçen değil de dizi ikiye ayırılarak yapılmış gibi. Öte yandan büyük sözlere rağmen hikâye derinliği konusunda çok emin değilim. Bu itaati yaratırken “Tanrı” ve “baba” benzerliği ya da yaratılan “korku” fazla slogan gibi. Çok göze sokuluyor. Ama yarattığı atmosfer ya da inanca dair ortaya koyduğu tablo açısından güzel. Ayrıca dizininin atmosferi ve hatta karakterleri bende Neil Gaiman’ın dizi uyarlamalarına ve dünyasına epey yakın bir tat bıraktı. Yine de Olimpos Dağı’nda ikna etmeyen bir şeyler var. Tabii ikinci sezon olması muhtemel dizide, asıl meselenin başlamasıyla hikâyenin nasıl bir şekil alacağına da bakmak lazım.
The Perfect Couple’da da yine güçlü bir aile var ama bu defa Olimpos Dağı’ndaki tanrılar değil günümüz dünyasının “zengin tanrıları” bunlar; ama Succession’daki Roy ailesi kadar nüfuzlu bir aile değil. Gökyüzünden yıldırım yağdıramasalar da bir cinayetin üstünü kapatacak kadar “aile birliklerine” yani sermayelerine güveniyorlar.
Winbury ailesinin oğlu Benji (Billy Howle) ile evlenen ve bir zoolog olan ama Benji kadar zengin olmayan Amelia Sacks’ı (Eve Hewson) takip ediyor hikâye. Daha doğrusu çiftin prova yemeğinden sonraki sabah Winbury arazisinde bir ceset bulunmasıyla kabusa dönüşen süreci. Dizi bu cinayet soruşturmasıyla devam eden ve bir ailenin sırlarını her bölümde daha çok ortaya döken bir hikâye anlatıyor. Ünlü bir yazar olan anne Greer (Nicole Kidman) ve baba Tag’in (Liev Schreiber) mutlu bir tablo ile dışarıya yansıttıkların evin kâğıttan yapılma hikâyesi bu.
Ailesinden daha farklı bir olan Benji, tam bir zengin çocuğu tiplemesi ama eşi Abby’nin (Dakota Fanning) sultası altındaki ağabey Tom (Jack Reynor), içine kapanık ve duygusal olarak belli ki bazı travmalar yaşayan en küçükleri Will (Sam Nivola) ve sürekli tutkularını yaşayan baba Tag. Tüm bu ailenin en üstünde de evin tüm sınırlarını çizen ve korkulan “koruyucu bir anne” … Dizi böyle bir aileye gelin olacak Amelia’nin en yakın arkadaşı Merritt’i (Meghann Fahy) kaybetmesi ve her geçen gün bu zengin ve mutlu görünen ailenin sırlarını öğrenmesiyle ilerliyor.
Bu tema aslında birçok kişiye tanıdık gelecektir. Dizin iddiası bu tema değil de daha çok ünlüler geçidi gibi duran oyuncu kadrosu. Nicole Kidman, Dakota Fanning, Liev Schreiber ve hatta ünlü Fransız oyuncu Isabelle Adjani bile kadroda var. Açıkçası Nicole Kidman’ın son oynadığı bu yıl çıkan Expats ve Big Little Lies son derece iyi diziler. Fakat The Perfect Couple için aynısını söylemek çok zor. Aile içi ilişkilerin neredeyse “pembe dizi” kıvamında olduğu, entrikanın son derece basit kaldığı bir yapım bu. Hatta olayın çözülüşü ve yüzleşmeler bile derinlikten uzak bir gösteriye dönüşüyor.
Dizi başlarkenki dans gösterisi yani jenerik ise hikâyenin en az o dans şovu kadar kötü gideceğine baştan uyarı gibi duruyor. Hatta evin çalışanlarının sorgu sırasında “kraldan çok kralcı” tavırları ise son derece karikatür. Gerçi birçok karakterin sorgu sahnesi son derece yapmacık. Tür dram olmasa o sahnelerin fazla tiyatral bir mizah olacağını düşünmek isterdim ama öyle türler arası bir geçiş yok dizide. Yani evin hizmetlisinin herhangi bir karakter için “fakir gibi yatağını topluyor” demesinin dram içinde abuk olmaması pek aklıma yatmıyor.
Ama bu dizide de “ailenin gücü” fantastik olmasa da korunmaya ve devam ettirilmeye çalışılan bir şey olarak çıkıyor karşımıza. İki dizide de içinde bin bir entrikanın döndüğü aileler görüyoruz. Bu ailelerin ortak yanları zenginlik ya da tanrısal “güçleri”; ama öte yandan aile kavramının tüm formlarına da uyuyorlar. Kol kırılır yen içinde kalır sözünden hareketle aile kurumunun devamı için içeriden ya da dışarıdan fark etmeksizin kendilerine kurban buluyorlar. Kaos’un temel kehanetine dönecek olursak tüm aileler en konu düzene bağlıdır, düzenin zayıflaması o “Kutsal Aileyi” devirir…
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***