Suzan DEMİR
Caner Özyurtlu ile Volkan Öge ve Deniz Alnıtemiz’in birlikte kaleme aldığı ve de yönetmenliğini yine Özyurtlu’nun yaptığı Ayak İşleri dördüncü sezonla geri döndü. Kısa sürede hatırı satılır bir izleyici ve hayran kitlesine sahip olan dizi, sezonun ilk iki bölümüyle GAİN’de yayınlanıyor.
Ortalama yarım saatlik bölümlerden oluşan Ayak İşleri için ben “tuhaf komedi” tanımını kullanıyorum. Bence bu mizahın bir adı olmalı ve haddimi aşarak da olsa kendi açımdan böyle değerlendirmek istiyorum. Çünkü Ayak İşleri genel izleyici formatında bir komedi olmadığı gibi bazı kara komedi unsurlarıyla da melez bir tür oluşturuyor. Ama tamamen de kara komedi sularına girmiyor gibi. Bu melezlik bölümlerin hepsine de sirayet etmediği için diziye tamamıyla kara komedi de diyemiyorum. “Kendine özgü” demek de çok ayakları havada bir tanım gibi kalıyor. Yunan Sineması’ndaki “Garip Akımı” gibi bir ismi hak ettiğini düşünüyorum -Bu akıma benzediği için değil, farklı bir tür ortaya koyduğundan.- Tabii illaki tanımlamak gerekli mi? Değil ama bir bütünü anlamak açısından hareket noktası yaratıyor.
Şu da var, Pınar Fidan’ı bir stand up’ında izlemiştim. Özellikle sosyal medyada başına gelen “linç” meselesini anlatırken bir espri yapıyordu: “Meğer benim komedimin adı ofansifmiş, ben de bilmiyordum Google’dan baktım”. Bizim tanımlarımız bu işi yaratanların yapmak istedikleriyle uymayacaktır; ama bizler de tanımlama belasından pek vazgeçecekmiş gibi durmuyoruz…
Ayak İşleri’ni henüz izlemeyenler için ufak bir özet geçelim. Zengin bir iş insanının bir takım ayak işlerini halleden Vedat (Çağlar Çorumlu) ve ondan epey farklı, meselelere “politik doğrucu” yaklaşan Evren’in (Güven Murat Akpınar) ekip olarak yaptığı işleri izliyoruz.
Her bölüm birbirinden bağımsız yeni maceraları ele alıyor. Diziyi kara komediye meylettiren ya da benim tanımımla tuhaflaştıran şeyse bu zengin mafyanın ikiliden istediği işler. İlk bölümlerinde daha çok tahsilat, mafyavari birtakım işleri halleden bu ikili sonrasında tuhaf görevlere gönderiliyor. Bu görevlerin kanlı olarak bitme oranıysa çok yüksek. Hatta bazen kan donduran durumları da bence bu tuhaflık evreninde bir parça haline getiriyorlar.
Dizinin bir alameti farikası da bu ikilinin hayata ve hatta görevlerine olan bakış açıları. Çünkü Vedat ve Evren birbirinden çok farklı karakterler. Vedat (Abi) patronunun kendilerine verdiği işi bazen şikâyet etse de görev bilinciyle yapan biri. Evren’se zaten bu işlere Vedat’ın yanında bir nevi çömez olarak başlayan ama karşılaştıkları durumları sürekli sorgulayan biri.
Dizideki komedinin ana dinamiği yaptıkları işler kadar bu iki karakter arasındaki çatışma. İki karakter arasındaki çatışma bir nevi jenerasyon çatışmasını andırıyor. Vedat geleneksel, Evren ise daha modern bir yerde bu çatışma dinamiğini tamamlıyor; ama karşılaştıkları tuhaf durumların sonuçları ikisinin de ezberleriyle oynayan bir yerde duruyor. Bu açıdan da çatışma dinamiğinde denge gözetmeyen aksine öngörülemezlikle izleme keyfini artıran bir dizi.
Yayınlanan son iki bölümüne değinecek olursak burada da son derece farklı iki olayla karşımıza çıkıyor dizi. İlkinde ünlü şeflerin yemek yaptığı ve zenginlerin de buna açık artırma ile para ödediği özel bir toplantıya gidiyor ikili. Ama amaçları buradaki şeflerden birinin patronlarına olan borcunu “kendi yöntemleri” ile almak. Vedat ortamın atmosferine kapılıyor, Evren ise yine meseleye eleştirel yaklaşıyor.
İkinci bölümde ise Bartu Küçükçağlayan’ın da konuk olduğu bir hikâye var. Akli dengesi yerinde olmayan bir karakteri “gezdirmeleri” istenince ikili bu defa da o kişinin istekleri çerçevesinde bir çözüm aramaya ve elbette çatışmaya giriyor. Bu bölümde özellikle dizinin ilk sezon birinci bölümündeki “yabancı el sendromuna” göndermeler de bulunuyor, sevenlerinin dikkatinden kaçmayacaktır…
Yazının başında dizinin komedi türünün tanımını irdeleyerek girmiştim konuya. Bir tanımın elzem olmaması kadar, yeni formların ortaya çıkmasıyla anlama açısından kolaylık yarattığını da düşünüyorum bu metodun. Ayak İşleri’nin bana göre yeni yarattığı bir form var. Eskiyi reddetmeyen ama bunun üzerine eleştirerek ve bazen melez bir şekilde inşa edilen bir form bu. Mizahın dönemsel değişimlerine hepimiz şahidiz. Bir zamanlar Mehmet Ali Erbil’in prime time’da izlenen programlarda yaptığı korkunç hareketler, yıllarca “mizahın” bir türü sayıldıysa da artık o günler geride kaldı.
Şimdiyse sosyal medyada mizah genellikle zorbalık ve nefret suçları arasında salınsa da buna alternatifler de yükseliyor. Örneğin bu anlamda iki farklı dizi Gibi ve Ayak İşleri var. Her ne kadar bu iki diziyi aynı çıtaya koyanlar kadar koymayanlar da olsa, bu iki yapım farklı bir türü yaygınlaştırıyor. Ayak İşleri özelinde örnek verecek olursam Vedat’ın hayata yaklaşımı nasıl bu eski mizahın temsili gibi duruyorsa Evren de yeni tarafı temsil ediyor. Bu iki karakter gülme alışkanlıklarını yukarıda da söylediğim gibi bazen iki tarafta da ezber bozacak şekilde yerine getiriyor.
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***