BÜLENT KORUCU | PORTRE
Mitolojik destanlardan günümüze yanlışlıkla ışınlanmış bir adam gibi. Hektor’un fedakarlıkla bezenmiş kahramanlığı ya da Aşil’in saygı uyandıran öfkesini hatırlatıyor. Bazen de Don Kişot’un çaresiz lakin azimli mücadelesine benzetiyorum. Kendisine sormak isterdim: “Ahmet Altan en çok hangisi? Birini seçmesi gerekseydi tercihi ne olurdu?”
Hileyle mağlup olmuş ve istilaya uğramış ülkesinden dolayı Hektor…
Düşmanlarında bile uyandırdığı korkuyla karışık saygı sebebiyle Aşil…
Karşısında ne Aşil’i ne de Hektor’u bulabildi; o yüzden, “Ben onlar kadar talihli değilim, saygı duyacağım düşmanlarım olmadı hiç!” diyerek tercihte bulunmaktan kaçınması kuvvetle muhtemel. Oysa o düşmanının ‘çirkinleşmemesini, ucuzlaşmamasını, zerafetten vazgeçmemesini’ ister. “Pusular kurmasın, dövüş meydanına tek başına, yüzü bana dönük ve silahlarını kuşanmış olarak gelsin.” der.
Ne yazık ki iyi düşmanlar iyi atlara binip terkettiler çağımızı…
Ahmet Altan’ın cesareti kendisine saygısından kaynaklanıyor. Muhteşem ifade kabiliyeti cesaretle birleşince, Aşil’in kargısı gibi en kalın zırhları bile delip geçiyor. Hayatın her aşaması ve kendini muktedir sanan herkes bundan payına düşeni alıyor. Cezaevinde bir gardiyan ilk ismiyle hitap ettiğinde, “Bana sadece kadınlar Ahmet dediler bugüne kadar!” cümlelerinde ya da Ahmet Hakan’ı kelimelerle tokatladığında aynı duruşu görüyoruz. Birlikte anılmaktan hoşlanmasa da Hürriyet’in Yayın Yönetmenine dair söylediklerini anımsamak işimizi kolaylaştırır:
“Korkak şarlatan diye kime denir biliyor musun, söylemesi gereken üç kelimeyi söyleyemediği için yarım sayfa yalan yazan adama denir. İtalyan filmlerinde küçük dolandırıcılar vardır, sürekli küfrederek, bağırıp çağırarak, dikkat çekmeye çalışarak oradan oraya koşuştururlar ama asla gerçek bir kavgaya giremezler, gizli gizli ona buna ispiyonculuk ederek birkaç kuruş para tırtıklamaya uğraşırlar. Biraz onlara benziyorsun sanki.”
Elbette onun kişisel tarihinde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la yaşadığı polemikler kayda değer yer tutuyor. Balyoz Darbe Planı belgelerinin, Taraf Gazetesi’nde yayınlandığı, Başbuğ’un ‘sert abi’ takıldığı günlerde, “Yönettiğiniz orduda hazırlanan böyle bir emir hiç mi yüzünüzü kızartmıyor? Bakın general, sizinle anlaştığımız tek nokta var; o da, bunların akla ve vicdana aykırı olduğu.” sözleriyle meydan okumuştu.
Ahmet Altan’ı kitlelerin gözünde kahramanlaştıran unsurlardan biri de güçlü empatisiyle fikir ve inançlarını paylaşmadığı insanların hakkını savunabilmesi. ‘Atakürt’ yazısını bunun en çarpıcı örneği olarak zikredebiliriz. Ülkenin Cumhurbaşkanı ve Jandarma Genel Komutanı’nın devlet içindeki çeteler tarafından öldürüldüğünden şüphelenilen 90’lı yıllar; faili meçhul cinayetler kol gezerken; infaz edilecek Kürtlerin listesinin MGK’da görüşüldüğüne dair haberler uçuşurken; bir adam çıkıyor ve “Ya bu devleti Kürtler kursaydı; bugün onlara reva gördüğümüz şeyleri bize yapsaydı” diye yazıyor.
Elbette soluğu Devlet Güvenlik mahkemelerinde aldı, beklendiği üzere mahkum oldu ve işini kaybetti; ama onurunu ve aydın namusunu yitirmedi.
Bu arada, “Neden bir Ahmet Altan daha çıkmadı?” sorularını yersiz buluyorum. Onun gibi cesur insanlarla dolu Türkiye cezaevleri. Kasıt, ifade gücüyse bu hem bir kabiliyet hem de yetişme ortamının sonucu. Çetin Altan’ın oğlu olmak, onunla fikir tartışmalarına girmek, mahkemede, miting meydanlarında izlemek, arkadaşlarıyla sabahlara kadar yapılan beyin fırtınalarını dinlemek gerekir herhalde.
Söz buraya gelmişken Çetin Altan’dan söz etmemek olmaz. Ve onu en iyi tanıyanın cümleleriyle yazalım: “… karşı kampla dövüşecek cesur adamlar her zaman bulunur ama kendi taraftarını kaybetmeyi göze alacak adam çok az çıkar.”
Yazılarımda bilhassa portrelerde başlangıç ve sonuç bölümleri çok zorlar beni. Bu yazıya kaç başlık attım, kaç girişi sildim kafamdan, saymadım. Bitişte biraz kolayına kaçtım sanacaksınız belki, fakat öyle değil. Yalnız şövalye Ahmet Altan’ın bir savunmasında dile getirdiği cümlelerden daha güzelini yazamadım.
“Sessizliğimle o yalana ortak mı olsaydım? Bir yazardan beklenen bu muydu? Yazarlar ve yargıçlar herkesin sustuğu zamanlarda bile gerçeği söylemek zorundadır. Ben üstüme düşeni yaptım. İlerde çocuklarına ve torunlarına ne söyleyeceklerini bunu yapamayanlar düşünsün…”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***