“Yeni Faz” Kavramları (7)
“Eğer önümüzdeki yıllarda dünya çapında bir yenilenme söz konusu olacaksa, hiç şüphesiz o, yıllar ve yıllar boyu, çeşit çeşit mağduriyetlerin, mahkumiyetlerin, mazlumiyetlerin bilediği, keskinleştirdiği ve çağıyla hesaplaşmaya hazırladığı şu bizim dünyamızda, İslâm’ın zamanları, mekânları aşan prensipleri ve Kurân’ın her gün biraz daha gençleşen ölümsüz düsturları sayesinde gerçekleşecektir.”
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Vaktiyle merhum Akif’in Safahat’ında derin bir sinematik okuma yapmış ve büyük ustanın şiirlerindeki dramanın muazzamlığını yakından görme fırsatı yakalamıştım. Öyle ya, büyük şair her şiirinde adeta bir değil birkaç hikaye anlatırken aynı zamanda bulunduğu çağın sorunlarını da masaya yatırıyordu. Tüm bunları yaparken karakterlerinin derinliği, mekanların tasavvuru ve şiirdeki dramatik aksiyonu hayretler içinde görmüştüm.
Merhum Mehmet Akif’in “Umar mıydın?” isimli şiiri böyle bir sahne tasvirine epigraflık yapar.
Şöyle: “Odama girdim; kapıyı kapadım, ağlamaya başladım;
O gün akşama kadar İslâm’ın garibliğine, Müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım…”
Şimal Müslümanlarından Atâullah Behâeddin / Sebîlürreşâd
Ve ardından o muhteşem şiir:
“Gezerken tavr-ı istilâ alıp meydanda bin münker,
Şu milyonlarca îman “Nehye kalkışsam” demez, ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
Silinmiş emr-i bi’l-ma’rûfun artık ismi yâdından.
Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl ;
Yalan râic , hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî , emeller hâr ;
Nazarlardan taşan ma’nâ ibâdullâhı istihkâr.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman; din harâb, îman türâb olmuş!”
Bu şiire tekrar döneceğiz…
“Tarihî devr-i dâimlerle Hakk inâyetinin tecellîlerine açık yeni bir çağın sath-ı mâiline girmiş bulunuyoruz. Bizim dünyâmız adına 18. asır, özünden uzaklaşanların ve muhâkemesiz mukallitlerin; 19. asır, kendini değişik fantezilere kaptırmış, geçmişiyle ve târihî dinamikleriyle zıtlaşanların; 20. asır, bütünüyle yabancılaşanların, kendini inkâr edenlerin, dolayısıyla da ışık ve rehberini hep dışarıda arayanların çağı olmuştur. Dört bir yanda tüllenen emârelerin de teyidiyle, 21. asır ise bir inanç ve inanmışlar asrı ve bizim için bir rönesans çağı olacaktır.”
Fethullah Gülen yukarıdaki cümleleri Mart 1991 tarihinde “Yeni insan” başlığıyla kaleme almış. Buradaki şu cümle enteresan geldi bana: “Yeni insan, her türlü hâricî tesirlerden sıyrılabilmiş ve kendi kendine ayakta durmaya kararlı bir şahsiyet insanıdır.”
Gülen bu yazısında ayrıca yeni insan modelinin çok yönlü, birikimli ve temel insani değerleri benimsemiş olması gerektiğini yazıyor. Aslında geçmiş yazılarına doğru gittiğimizde Hocaefendi’nin bu konuda düzenli olarak bir düşünce pratiği yaptığını görmek mümkün. Misal Şubat 1990 tarihli makalesi… Başlık: Yeniden var olma!
Yazıyı incelediğimizde 2000’li yıllarda ifade edeceği Endülüs Medeniyeti örneğini bu yazılarda da kullandığını görüyoruz: “Batılı “Ortaçağ” deyip karaladığı bir zaman dilimini -ki gerçekten de onun için öyleydi- koskoyu bir cehâlet, bir vahşet içinde idrak ederken, İslâm dünyâsı, Endülüsleri, Bağdatları ve Buharalarıyla, ileride Avrupalıya da ilhâm kaynağı olabilecek rönesansını yaşıyordu…”
Dizimizin bu ana kadarki bölümlerinde Fethullah Gülen’in hem düşüncesinde hem de pratiğinde “yenilenme” kavramının müstesna bir yeri olduğunu söylemek mümkün.
Hocaefendi, kendini yenilemeyi, adeta devamlı var olabilmenin ilk şartı ve en mühim esası olarak görüyor. Şu satırlar ise Ali Ünal’ın “Bir Portre Denemesi” isimli eserinden: “Ona göre, sırası geldikçe kendilerini yenileyemeyenler, güçlü de olsalar, er geç tükenip gitmeye mahkûmdurlar. Her şey, kendini yenileyerek canlı kalır ve varlığını sürdürür. Yenilenme durunca da canı çekilmiş ceset gibi, çürümeye, heba olup dağılmaya terk edilmiş olur.”
Nitekim bunu destekleyen fikir kümesini Sızıntı’nın ilk sayılarından itibaren görmek mümkün: Gülen, “Kendini yenileme, yenilik hayranlığı ve moda düşkünlüğü ile de karıştırılmamalıdır.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bunlardan biri, yani yenilik hayranlığı ve moda düşkünlüğü, her şeyiyle delik deşik olmuş yığınların yüzüne boya çalıp, yarıkları kapama ameliyesi ise, diğeri, yani gerçek yenilenme, Hızır çeşmesinden getirilen ‘âb-ı hayât’la, topluma ölümsüzlük kazandırma aksiyonundan ibarettir. Gerçek yenilenme, kök ve çekirdekteki saffeti koruyarak ve veraset yoluyla geçmişten süzülüp gelen bütün kıymetlerin, hâlihazırdaki düşünce ve irfan buğularıyla sentezleri yapılarak daha yeni, daha berrak tefekkür iklimlerine ulaşmaktır. Yoksa, yenilik ve eskiliği, sırta geçirilen bir cepken ve feracede, bir frak ve briyantinli saçta görmek, düpedüz bir aldanmışlık ve öyle göstermeye kalkışmak da bir illüzyonizm ve hokkabazlıktır. İlimlerin gelişip inkişaf etmesini, teknolojinin yeni yeni imkânlar hazırlayıp istifademize sunmasını en iyi şekilde değerlendirerek, elimizdeki menşûru (mercek) sık sık kalbimize çevirip, yeni baştan kanaat, düşünce ve tasavvurlarımızı yoklamak, gönlümüzdeki irfan peteğine her gün başka başka şeyler ilave etmek ve her lâhza birkaç defa, bütün kâinatları ruh prizmasından geçirerek dimağlara “efor” yaptırtmak, işte gerçek yenilenme budur!” (Sızıntı, Nisan 1982)
Burada önemli bir noktaya da vurgu yapmak gerekiyor. Gülen yenilenme ile fantezi arasında keskin ve hatta epeyce bir kalın hat da çekiyor esasen. Yenilenmenin zihni boyuttan fiziki boyuta indirgenmesinin sıkıntılarına da vurgu yaptığı 1994 tarihli “Yenilenme Fantezisi” başlıklı yazı, tümüyle bu vartalardan bahseder.
Fethullah Gülen
Hocaefendi Türkiye özelinde özellikle 70’li yılların ideolojik/siyasi kaotik ortamını hatırlattıktan sonra şöyle diyor bu yazısında: “Bu kaoslu dönemde herkes sokaklara dökülüyor, herkes sihirli bir dünya ile alâkalı bir şeyler mırıldanıyor… Ve husûsiyle de gözleri buğulu, gönülleri heyecanla dopdolu gençler, yitirilmiş bir cenneti arıyormuşçasına her yolda yürümeyi deniyor, her kapıyı zorluyor, o güne kadar saygı duyduğu bütün değerleri yıkıyor, her gün bir sürü olmazlarla yaka-paça oluyor ve yeni baştan bir insanlık cemiyeti hezeyanlarıyla köpürüp duruyordu. Ve tabiî, bu serâzad ve çakırkeyf gençlerin çılgınlık senfonilerine kantarmış entellerden iltihak edenlerin sayısı da az değildi.”
Hedonist hislerin gıdıklanması ile yenilenme cehdi (bu konuya derinlemesine geliyoruz) arasındaki bu mühim makası şöyle detaylandırıyor: “O zamanlar, bu tür yeni düşüncelerin büyüsüne kendini kaptıranlardan hemen hiç kimse, herhangi bir tenkit, tetkik, muhakeme ve mukayeseye başvurmadan, “yeni” deyip kendini bir kısım fantezilerin içine salıyor ve elinde kâsesi meykeşler gibi; “yeni dünya”, “yeni düşünce tarzı”, “yeni sistem”, “yeni toplum”, “yeni idare” diyor, durmadan târihî dinamiklilere, mâziye, dine ve atalarına saldırıyordu. Bu dönemde sadece başkaldırmanın romanı yazılıyor, başkaldırmanın tiyatrosu yapılıyor ve topyekûn sanat bir isterik düşüncenin elinde korkunç bir yıkım yaşıyordu. Bir zümre her şeyi yıkmaya, her şeyi değiştirmeye karar vermişti ama, nelerin nasıl değiştirileceğini, değiştirilen şeylerin yerine nelerin ikâme edileceğini düşünmeden karar vermişti. Oysa ki, değiştirilmek istenen şey ne bir at ne bir araba ne bir ev ne de bir urbaydı; o, bin seneden beri milletin canıyla-kanıyla bütünleşmiş ve benliğinin her parçasına işlemiş bir mânâ idi. Onun için de yeniler tutmadı; eskiler sarsıldı ama oldukları yerde kaldı… O günkü yeniler ve yenileyicilerin yıldızları birer birer söndü ve daha üzerinden çeyrek asır geçmeden, partal birer elbise, eskimiş birer eşya gibi ya şuraya buraya atıldı veya târihî bir fosil olarak korunmaya alındı.”
Ve güncele geldiğinde (yani 90’lara) şu önemli tespitlerde bulunuyor Gülen: “Şimdilerde bir kısım mihraklar yine, yeniden yapılanmadan ve yeni bir dünyadan bahsetmeye başladılar. Öyle ki “yeni” kelimesinin sihriyle ruhuna gençlik aşılayacağı vehmine kapılmış ve aslında yeniliğe kapalı bazı içi geçmiş ruhlar bile bu fanteziden kendilerini alamadılar. Ev değiştiriyor, elbise değiştiriyor gibi büyülü bir metamorfozla, hemen içinde bulundukları durumdan sıyrılıp, yepyeni bir kimliğe, taptaze bir mahiyete ulaşacakları zehâbına kapıldılar. Aslında, ilkinde olduğu gibi, şimdilerde de, bu sihirli yeniliği, hemen herkesi alâkadar eden bir meseleymiş gibi gösterenler, yığınlar üzerinde bu ruh haletini oldukça başarılı değerlendirdi, onun büyüsüyle çoklarının başını döndürdü, kitleleri şaşkına çevirdi ve kendi hedeflerine yürüdüler.”
Ve çok yakın geleceğe dair bir projeksiyon ile bitiriyor yazıyı Hocaefendi: “Eğer önümüzdeki yıllarda dünya çapında bir yenilenme söz konusu olacaksa, hiç şüphesiz o, yıllar ve yıllar boyu, çeşit çeşit mağduriyetlerin, mahkumiyetlerin, mazlumiyetlerin bilediği, keskinleştirdiği ve çağıyla hesaplaşmaya hazırladığı şu bizim dünyamızda, İslâm’ın zamanları, mekânları aşan prensipleri ve Kurân’ın her gün biraz daha gençleşen ölümsüz düsturları sayesinde gerçekleşecektir. Daha şimdiden, düşünce dünyamızın ayları, güneşleri yüzler-binler ellerinde o mutasavver dantelanın önemli bir parçası, onu örgülemeye çalışıyor ve gözlerini açıp-kapayıp mutlu geleceğin rüyalarından bahisler açıyorlar. Az daha bekle, sen de inayetle tüllenen o günleri göreceksin.”
Karamsarlığın tam orta yerinde bile umudun kıvılcımını da çaktıran bir perspektif…
Yazının girişinde bahsettiğimiz Merhum Akif’in şiiri Gülen için adeta bir işaği fişeği olur ve yepyeni bir kavram ile karşımıza çıkar: Yenilenme Cehdi!
Gülen’in bu kavrama bittabi yine Kur’an’ı referans alarak çıktığını biliyoruz. Hadid suresi 16. Ayet şöyle buyuruyor: “İman edenlerin kalplerinin Allah’ı ve Cenab-ı Hak tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalpleri katılaşmıştı. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.”
Çok açıkça görüldüğü üzere ayette bariz bir azarlama üslubu ve zamanlama hatırlatması vardır. Fethullah Gülen, içinde bulunduğu çağın minberine tırmanıp bu ayetin muhatabı oluyor ve meselenin teorik boyutunu ele aldığı Yenilenme Cehdi olarak nitelendirdiği kavramı bir kitap ebadında esere dönüştürüyordu.
Bunu ise bir sonraki yazımızda işleyeceğiz…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***