Şairlerin bir yandan da şiirin sorunları üzerine enine boyuna düşünmeleri, yani kısaca şiir düşünürü olmaları önemli. Şiir okurlarının da keza; şiir eleştirisi, araştırması, incelemesi alanlarındaki çalışmaları da son derece önemli. Kaldı ki şiiri yaşatan ya da sürdüren şairlerin şiir düşünürlükleri olduğu kadar şiir okurlarının şiiri yorumlamaları, şiirin sorunlarını, yapısını, niteliğini, varlığını, yerini, önemini irdelemeleri, tartışmalarıdır. Şairle şiir okurunu ikiz kılan, zaman zaman gerilimi yüksek ilişkiyi oluşturan da aslında şiir okurunun çabasıdır. Onların şiiri anlamak, çözümlemek, yorumlamak için harcadığı emektir. Şiir, muhayyel muhatabını, yani okurunu bulduğunda ondan, mesai talep eder. Ancak şiir okurunun üstüne düşeni yapmasıyla şiirin ne olduğu ya da olmadığına ilişkin soru bir karşılık bulabilir.
Modern şiirin de, modern Türkçe şiirin de hemen hemen her dönem önemli şiir düşünürleri olmuştur. Şairler arasından çıkan şiir düşünürleri de vardır. Şiir okurları arasından çıkanlar da.
ŞİİR DÜŞÜNÜRÜ ŞAİRLER
Şiir düşünürü olarak çağdaş şiirin gelişiminde rol oynamış isimleri şairlerden başlayarak kısaca hatırlatmak istiyoruz.
Modern Türkçe şiirin erken döneminde, yirminci yüzyılın başlarında ön plana çıkan şairlerden Ahmet Haşim, şiir hakkındaki düşünce ve görüşleriyle süreci yönlendirecek çaba içinde olmuştur.
Haşim, şiirin modernleşme yolculuğundaki uğraklarından sembolizmden etkiler alsa da daha çok izlenimci bir şair olarak dikkat çekmiştir. Şairin şiirle ilgili düşüncelerini dile getirdiği başka yazıları da vardır, ama en dikkat çekeni ve etkili olanı “Şiir Üzerine Bazı Düşünceler” başlıklı yazısıdır. Yazı 1921’de dönemin Dergâh dergisinde “Şiirde Mâna” başlığıyla yayımlanmış, daha sonra 1926’da çıkan kitabı “Piyale”nin başında, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla yer almıştır. Şair, şiirde “anlam” ve “açıklık” sorunu çerçevesinde şiir anlayışını açık ve anlaşılır biçimde dile getirmiştir.
Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlıklı yazısından bir bölümü Asım Bezirci’nin Türkçesinden okuyalım: “Her şeyden önce şunu itiraf edelim ki, şiirde anlam derken neyin amaçlandığını bilmiyoruz. ‘Fikir’ dedikleri bayağı düşünceler yığını mı, hikâye mi, kalıp mı? Ve ‘açıklık’, bunların sıradan bir kavrayışa göre anlatılması mı demektir? Şiir için bunları çok gerekli sayanlar, şiiri tarih, felsefe, söylev ve güzel konuşma gibi bir sürü ‘söz’ sanatlarıyla karıştıranlar ve onu asıl yüzü ve belirtileriyle seçip tanımayanlardır. Şiirin bu nitelikte görülüşü, resim, müzik ve heykel gibi sanatların, kendilerine özgü fırça, boya, nota ve kalem gibi, kullanılması güç bir ustalığa bağlı araçları bulunmasına karşılık, şiirin bu gibi özel araçlardan yoksun ve anlatımını konuşulan dilden ödünç almaya zorunlu olmasındandır. Bundan dolayıdır ki, parmaklarının tutmasını bilmediği fırçaya ve gözlerinin okumasını bilmediği notaya karşı çekingen ve saygılı olan beceriksizler, kendi kullandıkları sözcüklerden ortaya çıkmış gibi gördükleri şiiri, sıradan ‘dil’ niteliğinde sayarak, salt bu görüş açısından bakarak, başkaca hazırlıklı olmaya hiç gerek görmeksizin, onu küstahça bir saygısızlıkla yargılamak hakkını kendilerinde bulurlar.
Düzyazıya çevrilemeyen koşuk
Oysa şair ne bir hakikat habercisi, ne güzel konuşan bir insan, ne de bir yasa koyucudur. Şairin dili ‘düzyazı’ gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş, müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir. ‘Düzyazı’da üslubun kurulması için kaçınılmaz olan öğelerin hiçbiri şiir için söz konusu olamaz. Şiir ile düzyazı bu bakımdan birbiriyle bağıntı ve ilgisi olmayan, ayrı düzenlere bağlı, ayrı alanlarda ayrı boyutlar ve biçimler üzere yükselen iki ayrı yapıdır. Düzyazının doğurucusu akıl ve mantık, şiirin ise, algı bölgeleri dışında, gizlilik ve bilinmezliğin geceleri içine gömülmüş, yalnız aydınlık sularının ışıkları arada sırada duyumların ufuklarına
yansıyan kutsal ve adsız kaynaktır.
Şiirin durum ve hareketleri taklide özenen bir düzyazının sahteliğine, ancak düzyazının açıklık ve tutarlığını ödünç alan gölgesiz bir şiirin acıklı çıplaklığı erişebilir; denilebilir ki ‘Şiir’, düzyazıya çevrilemeyen koşuktur.
Birkaç ay önce ‘katıksız şiir’ üstüne, ünlü bir eleştirmenle tartışması bütün uygar düşünce dünyasını ilgilendiren Rahip Bremond’un dediği gibi, usa vurma, mantık, güzel söz, tutarlılık, çözümleme, benzetme, iğretileme ve bütün benzeri özellikler, tan aydınlığı gibi her dokunduğuna gül pembeliğini veren şiirin büyüleyici etkisiyle niteliği değişmedikçe öğeleri arasına katıldıkları ‘tümce’ bayağı ‘düzyazı’dan başka bir şey değildir. Hatta manzumede, elektrik akımına benzeyen şiir akışı bir an kesildi mi, bütün bu öğeler hemen doğuştan taşıdıkları çirkinliklerine düşüverirler. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır.
(…)
‘Anlam’ araştırmak için şiiri deşmek, ötüşü yaz gecelerinin yıldızlarını ürperiş içinde bırakan değersiz kuşu, eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et zerresi, susturulan o büyüleyici sesin yerini doldurabilir mi?
Şiirde, her şeyden önce önemli olan sözcüğün anlamı değil, tümcedeki söyleniş değeridir. Şairin amacı, her sözcüğün tümcedeki yerini öbür sözcüklerle olacak değinme ve çarpışmalardan ve anlaşılmaz birleşmelerden ortaya çıkan tatlı, gizli, yumuşak ya da sert uyumlarını dizenin bütünündeki gidişe bağlayarak dalgalı ve akıcı, karanlık ya da ışıklı, ağır ya da hızlı duygulara, sözcüklerin anlamlarının üstünde, dizenin müziksel dalgalanmalarından gelen sınırsız ve · etkili bir anlatım bulmaktır.”
Uzunca bir alıntı oldu. Ancak Ahmet Haşim’in şiire ilişkin düşünceleri, modern Türkçe şiirin yüzyılı aşkın süredir geçtiği aşamaları, kat ettiği yolu anlamak, yorumlamak bakamından önemli bir başlangıç noktası sayılır. Bilhassa sözcüğün şiirdeki işlevi konusundaki bakış açısı dikkat çekici. Günümüzde artık şiirde her sözcük nerdeyse bir dize işlevi görmekte. Aradaki aşamayı anlamak için önemli bir ipucu olarak yorumlanabilir.
Bilenlere hatırlamak, bilmeyenlerinse öğrenmeleri için yazının tamamını okumalarını önereceğiz.
HAŞİM’DEN SESSİZ BİR ŞARKI
Madem Ahmet Haşim dedik ve modern Türkçe şiirin erken dönemine, oluşum sürecine döndük. Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlayan şairden bir şiirle devam edelim. “Merdiven” şiirini okuyalım:
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…
Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
VAZİFELİ ŞAİR
Haşim’le aynı dönemde şiirle ilgili düşüncelerini görüşlerini paylaşan başka şairler de vardır elbette. Haşim’den üç yaş daha büyük Yahya Kemal de şiirleriyle olduğu kadar şiir üzerine düşünceleriyle de dönemin şiirine yön vermek için yoğun çaba sarf eder. Erken döneminden itibaren modern Türkçe şiirde etkili olmuş şiir düşünürlerinden biri de odur. Yaş olarak daha küçük olmasına karşın Ahmet Haşim, Yahya Kemal’den önce, 1933’te yaşamını yitirir. Ama şiirleri gibi şiir konusundaki düşünceleri de gündemde kalmayı sürdürür.
Ece Ayhan’ın “yalnızca bir ‘devlet şairi’ değil, aynı zamanda dört dörtlük bir ‘iktidar şairi’ dediği Yahya Kemal, tanıma uygun biçimde bir şiir düşünürü olarak da geç modernleşme krizinden mustarip toplumda muktedirin sesini ve sözünü dillendiren şiirden yana tavır almıştır. İktidarın nimetlerinden faydalanmayı benimsemiştir. O nimetler oluşturulurken iktidarın sultası altında ezilenlerin mağduriyetlerini önemsememiştir. Şiire ilişkin düşünceleri de zevk ve haz temellidir dayanır. Onun için şiir bir keyif meselesidir; bir tür haz ve zevk sarhoşluğudur. Keyfini kaçırmayacak dünyaya kulak kesilmiş, onun dışındaki dünyaya sağır olmayı tercih etmiştir.
TUTARLIDIR, POLİTİKTİR, JÖNTÜRK’TÜR
Tasarladığı, uyguladığı ve önerdiği şiir anlayışıyla tavrı, tutumu uyumlu olmuştur. O bakımdan son derece tutarlı olduğu söylenebilir. Öte yandan, Yahya Kemal’in son derece politik bir şair olduğunu da kaydedelim. Hatta vazifeli şairdir de diyebiliriz. Tanzimattan sonra Namık Kemal’le başlayan şairin vazifeli hali ya da kendine vazife çıkarması durumu Yahya Kemal’de de söz konusudur. Jöntürk’tür, sonuna kadar öyle kalmıştır. Şiir düşüncesi de bu politik tercihle bütünleşiktir. Şiir anlayışı üstlendiği vazifenin yerine getirilmesine dayanır.
MAZİSEVER
Şiirin biçimine ilişkin aruz mu, hece mi tartışmasında aruzdan yana tavır alır. Bu bağlamda söylediği “Mısra benim haysiyetimdir” vecizesi meşhurdur. En az onun kadar meşhur olan bir başka sözü daha vardır. Geçmişe ya da maziye olan aşırı düşkünlüğünü Ziya Gökalp “Harabîsin harabâti değilsin/ Gözün mazidedir âti değilsin” diye eleştirmiştir. Ziya Gökalp’e karşılığı “Ne harabî ne harabâtiyim/ Kökü mazide olan âtiyim’ beytiyle olur. Gökalp’le aralarındaki tartışma ve “atışma” hafızalara kazınır.
Yahya Kemal şiirinin de, şairin şiir anlayışının da dikkat çeken bir başka önemli özelliği süslemeciliğidir. Ancak mısrayı şiirin temel birimi sayan anlayışı gibi çok geçmeden süslemeci yaklaşımı da etki bırakmadan aşılacaktır. Önce Garip dalgası, arkasından İkinciyeni şiirden hem şairaneliği, süslemeciliği uzaklaştırmaya yönelecek hem de şiirin temel biriminin sözcük olduğu gerçeğini uygulamalı biçimde gösterecektir.
Şairin şiir, edebiyat ve sanat sorunlarıyla ilgili düşüncelerini dile getirdiği yazıları “Edebiyata Dair” adlı kitapta toplanmıştır. kitaptan şiirin biçimsel özelliklerine ilişkin düşüncesini dile getirdiği bir alıntımızı şairin yazım biçimini koruyarak aktarıyoruz: “Şiir rytme yâni nazım sanatı olduğu için güfteden önce bir bestedir. Mısrâlarında name hissedilmeyen bir manzûme sâdece bir güftedir ki onu nesir sâhasına atarız. Mısrâ mısrâ bir beste olan manzûme ise asıl şiirdir. (…) Her millette olduğu gibi bizde de kelimeleri şiir canlandırmış, nesir sâdece kullanmıştır. Cümleyi ise, bütün inhinâları ile, şiir dâimâ nesirden daha iyi ifade etmiştir.” Şairin şiir üzerine düşüncelerini derli toplu sunan kitabın bilhassa modern Türkçe şiirin oluşum sürecindeki sorunlarını ve tartışmaların kavranması için okunmasını öneririz.
Her halükârda şiirlerinde sırtını geleceğe yüzünü geçmişe dönmüş olarak konuşan bir şairdir Yahya Kemal Beyatlı. Şiir düşüncesi, şiir görüşü de bu temel üzerindedir. Örnek olarak şairin “Geçmiş Yaz” başlıklı şiirini hatırlayalım:
Rü’yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde!
Modern Türkçe şiirin erken döneminde öne çıkan şiir düşünürlerinden biri olarak değindiğimiz şairle ilgili “tarih ve estetik filozofu” tanımlaması da yapılmıştır. Konuyla ilgili Ece Ayhan’ın bakış açısından şu yorumun, şaire yakıştırılan nitelemeyi de kapsadığını düşünüyoruz: “1959’da Sermet Sami Uysal adlı bir hoca ‘Yahya Kemal’le Sohbetler’ adlı kitabını yayınlamıştı. Kalın çizgileriyle de olsa ben Yahya Kemal’i tarihle, Osmanlı tarihiyle uğraşan ilk şair olarak da bellemiştim, belliyordum o zamana kadar. Kitabı okuyunca Yahya Kemal’in tarih ve Osmanlı tarihini bildiği üzre bende derin kuşkular uyanmıştı. Doğrusu ya, Yahya Kemal’in çok sayıda tarihsel fıkra bildiği gerçekti, karşısındakilerin ve çevresindekilerin ise az sayıda fıkra bildiği.”
Ece Ayhan’ın görüşünde, Murat Belge’nin 1985’te Toplum ve Bilim dergisinde yayımlanan “Yahya Kemal ve Siyaset Geleneği” başlıklı yazısında değindiği “Siyasi Hikâyeler”i okuduktan sonra da büyük bir değişiklik olmaz. Sonucu “biraz değiştim” diyerek ifade eder.
Sonraki yazıda devam edeceğiz…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***