Şiir için hem hatıra, hem hafıza bir hayli önemlidir. Şiirin temel kaynaklarının başında gelirler. Hatıradan ve hafızadan esinlenmeyen şiir yoktur denilebilir. Ayrıca şiir için “hatıralar sandığı”, “hafıza deposu” gibi benzetmeler, tanımlamalar yapılır ki son derece isabetli tanımlamalardır. Şiirin bu özelliği önemli işlevlerinden biri olarak kabul edilegelmiştir.
Toplumsal gelişmelerin, krizlerin, tarihteki önemli olayların izlerini şiirde aramak da, bulmak da mümkündür. Örneğin Troya savaşı. Ya da Nâzım Hikmet’in destanları. Tarihin, tarihçiler haricinde anlatıcılarının ve kaydedenlerinin olmasının önemini göstermesi bakımından başka örnekler de gösterilebilir. Ahmed Arif’in “Otuz Üç Kurşun”u gibi. Birkaç dizeyle şiiri hatırlayalım:
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Günümüzden biraz geriye, modern Türkçe şiirin başlangıç dönemine gidildiğinde örneğin, Yahya Kemal’in başından sonuna kadar bir hatıra ve hafıza şiiri yazdığı görülür. Hatta hatırayı ve hafızayı dizayn etmeye yönelik girişimi dikkat çeker. Şairin “Açık Deniz” başlıklı şiirinin girişinden bir bölüm sunalım:
Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz,
Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.
ŞİİR ARŞİVİ
Modern Türkçe şiir de, modern Türkçe şiirin ekseninde oluşan şiir literatürü de önemli bir birikime sahip. Olması da doğal. Yüzyılı aşkın bir geçmiş söz konusu. Buna karşın kaynakların yeteri kadar değerlendirildiğini söylemek zor. Şöyle toparlayabiliriz; birikim var, kayıt da var. Ama gerektiği gibi değerlendirilmiyor.
Şairin de, şiir okurunun da şiirin tarihsel birikimini değerlendirmek konusunda, günümüzdeki durumunu gözeterek söylersek, daha fazla çaba sarf etmesi, elini taşın altına sokması gerekmekte. Ancak bazı girişimler için ne şairin, ne şiir okurunun gücü yeterli olabilir. Örneğin, bildiğimiz kadarıyla seksen bir ilin hiçbirinde bir şiir kitaplığı ya da kütüphanesi yok. Bir şiir arşivi yok.
Şiirin tarihsel birikiminden söz ediyoruz. Ancak şiirin tarihsel birikimine nasıl, nereden ulaşılacağına ilişkin soruyu yanıtlamamız zor.
Şiir gerçekten önemliyse şiir arşivi, kütüphanesi, hatta müzesi, yani kısaca şiirin hatıra ve hafızasının yer aldığı mekânların, ortamların, merkezlerin olması gerekmez mi?
Örneğin modern Türkçe şiirin başlangıcından günümüze, geçtiği aşamalarda rol oynamış dergilerin arşivleri nerede? Bu bağlamda akla gelen bir başka soru: İkinciyeninin “amiral gemisi” Pazar Postası’nın arşivi olmadı mı? Olduysa şimdi nerede?
Pazar Postası gibi altmışlı yıllarda çıkan Yeni Dergi’nin arşivine ne oldu? Derginin yönetimiyle şairlerin, yazarların yazışmalarını içeren mektuplar nerede? Dahası saklandı mı? Aynı sorular yayınevleriyle ilgili olarak da sorulabilir. Şiir yazınının gün yüzüne çıkmamış, kamuya açılmamış dokümanları hâlâ saklanıyor mudur? Kişisel çekmecelerde ya da diyelim ki belli merkezlerde tutuluyorlar. Niye kamuya açılmış değiller?
Yüzyıllık modern Türkçe şiirin iki üç antolojisinden başka kamuyla paylaşacağı birikimi yok mu? Sormaya devam edelim: Anılarını yazan şairlerden başka şiiri çevreleyen ve paylaşılacak hatırat yok mu? Günümüz için dolaşımda olmayan şairler yapıtlarını kendileriyle birlikte mezara mı götürdüler? Yayınevleri baskısı tükenen şairlerin çoğunun kitaplarının yeni baskısını yapmıyor. Peki zamanında yayımlanmış kitaplara ulaşılabiliyor mu?
BİRİKİM NEREDE?
Yüzyıllık birikimi olan modern Türkçe şiirin gerçekte birikimi nerede? Nerde tutuluyor, korunuyor, saklanıyor? Elbette kamuya açık olarak… Kütüphaneler; devlet, üniversite, belediye kütüphaneleri önemli. Ama bütün türlerin tek çatı altında toplanmış olması, bir arada tutulması erişimde sorunlar oluşturuyor.
Şiirin ayrı bir tür olarak dokümanter birikiminin kamuya açık hale getirilmesi daha uygun olmaz mı? Resim ve heykel müzesi var. Sinema için benzer bir arşiv söz konusu. Şiir için neden yok? Niçin olmasın?
YAZININ BAŞLIĞI
İlk bakışta belki yazının başlığıyla şiir arşivi, kitaplığı, kütüphanesi, hafıza merkezlerinin oluşturulması talebinin ilgisi ne diye sorulabilir. Öyle ya, yazının başlığı “Şiir Okuru İçin Kısa Notlar”. Aceleci karar vermeden ve serbest çağrışımla düşünüldüğünde, aradaki ilişki anlaşılacaktır. Çünkü şiir adına olan her şey şairi olduğu kadar şiir okurunu da ilgilendirir. Öyle kabul edilse yeridir. Önceki yazımızda şairin muhayyel muhatabına ikizim dediğini belirtmiştik. Şairin muhayyel muhatabı, neticede şiir okuru olduğuna göre şiir ekseninde olup bitenin ilgilendirdiği taraflarından biri de elbette odur.
Açık değil mi, bağımsız bir şiir kütüphanesi ya da arşivi, hatta müzesi şair kadar hatta ondan daha fazla şiir okuru için önemlidir.
Şiir okurunu doğrudan ilgilendiren bir başka konuyla devam edelim.
ŞİİRSEL BİLGİ
Şiirlerin içerdiği bilgi önemlidir. Ama şiirdeki bilginin de, o bilgiyi aktaran dilin de şiirsel olduğu göz ardı edilmemelidir. Bununla ilişkili olarak şöyle sorulabilir: Şiirsel bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı sorgulanabilir mi? Ne demek istediğimizi Enis Batur’un “Erratum” başlıklı yazısını dayanak alarak açıklamaya çalışalım.
Batur’un, yazısında, Turgut Uyar’ın “Kayayı Delen İncir” adlı kitabının “Denizi Anlatıyor” başlıklı şiirle başladığı belirtiliyor ve şiir alıntılanıyor. Uyar’ın şiirini okuyalım:
adı çok duyulmuş bir ozan değildi
Tonyalı balıkçılar arasında
-onlar ki her türlü balığı tutarlardı denizden-
ama iyi bir ozandı
bütün söylentilerin tersine
denizde de olabilirdi sandalla
uzun geçmişli denizle
gün batımında var olan
ve gün doğumunda da
Batur’un belirttiğine göre şiire, Hayati Baki Tonya’da deniz olmadığını belirterek itiraz ediyor. Batur yazısında, şiirde benzer “yanlışların” şiiri “zedelememesi” kaydıyla olabileceğine yönelik bir izlenim veriyor. Ancak Enis Batur konuyu orda kapatmıyor. Batur’un yazısına döneceğiz.
Bazı durumlarda şiirin yanlış bilgisi, beklenmedik anlamlar, sürpriz açılımlar getirebilir. Dil sürçmesi gibi bilgi sapmaları, kaymaları da şiiri genişletebilir. Şair, yapıtında bağlantısallığı akamete uğratarak bilgiyi gerçeklik zemininden kaydırmak suretiyle açılım arayışına giremez mi?
Enis Batur yazısında buna benzer soruları karşılamak amacıyla “Şiirde bilgi yanlışı” olgusuna değiniyor. Konuyla ilgili olarak da Ece Ayhan’ın bir söyleşisinde Oktay Rifat’a kırıcı bir eleştiri getirdiğini hatırlatıyor. Batur, Ece Ayhan’ın söylediklerini yazısında alıntılamış: “(Oktay Rifat) sözgelimi ‘kokusuz karanfilim’ dedirtmişti Fatih’e Yeni Dergi’de yayımlanan bir şiirinde. Böyle der demez, iki orta idrakli adam çıkmıştı ortaya bir acele, şiir yuları ellerinden kayıyormuş, filan hurde nakışta Fatih ‘karanfil’ değil, ‘gül’ koklar diyedir yazdılardı. Meğer Oktay Rifat akıl yürüterek yazıyormuş şiirlerini, ‘Yeni Şiirler’ kitabında ‘karanfil’i ‘gül’ yaptı, yapmış. Biz olsak, milyonlarca adam gelse, varılmış bir güzelliği yıktırmazdık! Yıktırtmayacağız! Oktay Rifat yine güzel şeyler yazıyordur, yazabilir ama o gün bugündür işte ‘orada’ kalmıştır, kaldı bence.” Ece Ayhan’ın tepkisiyle ilgili Batur’un yorumu, “öfkesinde haklı mıdır bilemeyiz ama, yaklaşımı gözden uzak tutulacak gibi değildir” biçiminde oluyor.
Enis Batur’un 1982 tarihli yazısını, “şiire kaçanlar”dan şairle ikizi, yani şairle şiir okuru arasındaki ilişkinin bir başka boyutunu sergilemesi bakımından da dikkate değer olduğunu belirtelim. Batur’un 1986’da AFA yayınlarından çıkan “Babil Yazıları” adlı kitabında yer alan denemesinin tamamının okunmasını dileyerek devam edelim. Bu arada Oktay Rifat’ın tartışmaya konu “Fatih’in Resmi” başlıklı şiirini hatırlayalım:
Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,
Baktım, gitti gider. Balrengi tesbihim
Kehribar günler, düştü yaprak ve umut,
Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm.
Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi
Atların boynu, yerinde yeller eser!
Surların taşlarına sürdüm elimi,
Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer.
Altın sahanlarda aş yedim, su içtim
Altın kupadan, zorlu Tuna’dan geçtim,
Ben Sultan Mehmet, Avni, tuğlarla yüce.
Bir resimde kaldım cüce, ben değilim,
Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz gülüm,
Ararım, aranırım yerde delice.
Oktay Rifat’ın şiirinde sesin de önemli bir payı var. O açıdan bakıldığında dahi şairin yanlışı düzeltme adına yaptığı değişiklik, yani “Bir resimde kaldım cüce, ben değilim, / Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz karanfilim” yerine ikinci dizede “Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz gülüm” tercihi sorgulamaya hâlâ açık…
Ne diyelim; şiirin düzeltilmemiş, ilk halindeki “yanlış” da sahiden güzel yanlışmış… Bağdaştırmanın bozulması, yahut saptırılması neticesinde oluşan güzel yanlış şiire içkindir ve düzeltilmemelidir diye düşündüğümüzü kaydedelim.
ŞİİRİN BİRİKİMİ KİM YA DA KİMLER İÇİN
Ara başlıktaki soruyu yanıtlayarak devam edelim. Şiirin birikimi elbette ki öncelikle “şiire kaçanlar” için. Şiir, “şiire kaçanlar”ın kimileri için sığınak, kimileri için zırh olabilir. Yanlış okumadınız. Şiir elbette zırh da olabilir, sığınak da. Yeri gelmişken “Kaçmak” fiilinde tınlayan olumsuzluğun önemsenmemesi gerektiğine ilişkin düşüncemizi de kaydedelim. Çünkü kaçmak ancak muktedirler tarafından olumsuzlanan bir tutum olabilir. O nedenle de kaçmaya yönelik suçlayıcı yüklemelere itibar etmemek gerektiği düşüncesindeyiz.
Birikim deyince gelenek sorunu da araya giriyor. Bilindiği üzere geleneğe bağlanmak, geleneği yinelemek, yüceltmeye yönelik girişimler, neticede geleneğe haspolmanın şiire katacağı bir şey olmamıştır olmayacağı da açıktır. Öte yandan, birikime sırtını dönmek de şiire yeni bir şey getirmiyor. Şu da son derece açık; şiir yinelenerek değil, yenilenerek nefes alabilir… Şiirin önüne bakması gerekir. Ama arkasında ne olduğunu bilmesi de olmazsa olmazdır. Son iki cümlenin öznesi olan şiir, şair ve şiir okuru olarak da okunabilir.
ŞİİR SÖZLÜĞÜ
Yazımıza, “şiir sözlüğümüz”le ilgili bir açıklamayla devam edelim. Öncelikle belirtelim, burada paylaşacağımız sözlük de, maddeleri de biçimsel olarak geleneksel ya da alışılmış düzenin akışı içinde olmayacak. En azından şimdilik, daha çok yazının içeriğine, gidişatına uygun olarak seçilen maddeleri paylaşmayı düşünüyoruz.
Bu bölümde sözlüğümüzün (A-B) başlığından iki madde paylaşacağız.
Bent: Bir manzumeyi oluşturan, ikiden çok dizeli parçalardan her birinin adı. Örneğimiz Enis Batur’dan olsun:
Gençtim, çok genç – şiiri düzen sanmıştım:
Çileydi gözümde, arınma ve yurttu,
terkedilmiş yüzüm için her an yanımda
yürüyen aynaydı, gecenin kaynağında
gövdemi dalgalayan simsiyah su, sanmıştım.
Berceste: Öz, güzel, lâtif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya da beyit. Dize için daha çok “mısra-ı berceste” , beyit için de “beyt-i berceste” tanımlamaları kullanılır. Genel anlamda bir şiirdeki en güzel dize ya da beyit de denebilir. Yeri gelmişken İlhan Berk’in Varlık yayınlarından 1960’ta çıkan bir beyit mısra antolojisi bulunduğunu da hatırlatalım. Berceste için örneğimiz Can Yücel’den. Şairin, Onikieylülde cuntanın başındaki diktatöre şiirin sivri ucu ve keskin diliyle karşılık verdiği dizesi de modern Türkçe şiirin bercestelerinden biridir:
Kabaramazsın Kel Fatma
Atan güzel, sen çirkin.
Şiir terimi olan berceste sözcüğünü modern Türkçe şiirdeki kullanımıyla hafızaya mıh gibi çakan Enver Gökçe’yi de selamlayalım. Şairin bahse konu sözcüğü kullandığı “Dost” başlıklı şiirinin girişini sunalım:
Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim
“Notlara” ve “sözlüğe” gelecek yazıda devam edeceğiz…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***