HASAN CÜCÜK | HABER ANALİZ
İki gün önce ‘yavru kulübü’ Başakşehir’in Futbol Akademisi ve Kupa Meydanı konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Spora yaptığımız yatırımların meyvelerini yavaş yavaş alıyoruz.” dedi. 22 yıldır iktidar, son 10 yılda ‘tek adam’ olan birinin bu cümleleri kurarken elbette biraz düşünmesi gerekirdi. Elbette sözleri düşünenlere değil, ne derse inanan kitlesine idi. Konuşmasını rakamlara boğunca, dinleyen yandaşları, “Neler yapmış, neler!” diyordu. Oysa madalyonun diğer yüzü çok farklı. İşte son örnek 2024 Paris Olimpiyatları. Tel tel dökülen bir Türkiye vardı. 40 yıl sonra bir olimpiyatları altınsız kapattık.
18 spor dalında 102 sporcuyla katıldığımız olimpiyatları altınsız bitirdik. Türk sporcular 3 gümüş ve 5 bronz madalya kazandı. Atıcılık 10 metre havalı tabanca karma kategorisinde mücadele veren ve gümüş madalya alan Şevval İlayda Tarhan ve Yusuf Dikeç takım olarak Türkiye’nin Olimpiyat tarihinde atıcılık branşındaki ilk madalyasını kazandı. Diğer iki gümüş madalya ise bokstan geldi. 50 kg’da Buse Naz Çakıroğlu ve 54 kg’da Hatice Akbaş finalde kaybedip, gümüşle yetindiler. 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda sporcularımız 2 altın, 2 gümüş ve 9 bronz olmak üzere toplamda 13 madalya kazanmıştı.
Paris’ten geriye ne kaldı? sorusunun sanırım tek cevabı; ”Yusuf Dikeç duruşu.” olur. Tarzı ve duruşu Yusuf Dikeç’e dünya çapında bir şöhret getirdi. Atış esnasında eli cebinde duruşu ve avantaj sağlayacak aksesuar kullanmaması Yusuf Dikeç’i öne çıkardı. Ancak zamanla bunlar unutulur. Geriye sadece altın madalya kazanan kalır.
Türkiye’nin olimpiyat başarısı uzun yıllar güreşle sınırlı kaldı. ‘Ata sporu’ olarak tanımladığımız gürüşle altın yıllarımızı 1948 Lonra ve 1960 Roma Olimpiyatları’nda yaşadık. Londra’da 6 altın kazanan Roma’da 7 altında yurda döndü. Türk güreşinin efsaneleri Gazanfer Bilge, Yaşar Doğu, Celal Atik, Tevfik Kış ve Mustafa Dağıstanlı, dünya ve Avrupa şampiyonluğu başarılarını olimpiyatlarla taçlandıran isimlerdi.
Olimpiyatlarda ilk altın madalyasını 1936 Berlin Olimpiyatları’nda kazanan Türkiye, 40 yıl sonra 1976 Montreal Olimpiyatları’ndan madalyasız döndü. Hababam Sınıfı’ndaki sahneyi hatırlamışsınız. Beden Eğitimi öğretmeni ‘Badi’ Ekrem’in ”Ben bu yaz neredeyim?” sorusuyla başlayan sahneden bahsediyorum. ”Herkesin bayrağı göndere çekildi, bizimki çekilmedi.” diye ağladığı. 1980 Moskova Olimpiyatları’nı, Sovyetler’in Afganistan’ı işgal etmesinden dolayı boykot eden ülkeler arasında yer aldı.
Türkiye’nin yeniden altın madalyalı günlere dönmesi 1988 Seul’le başladı. Halterin efsanesi Naim Süleymanoğlu’nun Bulgaristan’dan kaçıp, Türkiye’ye gelmesi dönem noktası oldu. Naim, 88 Seul’da altın madalyayı boynuna taktı. Uzun bir aradan sonra Türkiye güreşte altına 1992 Barcelona’da Mehmet Akif Pirim’le ulaştı. Elbette Naim Süleymanoğlu yine altını boynuna taktı. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda altın sayımız 4 oldu. Halterde Naim’in yanına Halil Mutlu eklenirken, güreşte Hamza Yerlikaya ve Mahmut Demir rakiplerini geçip, kürsünün en üstüne çıktı. Halterde Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu’nun estirdiği rüzgardan artık eser yok.
Taha Akgül, Paris’te Olimpiyat üçüncüsü oldu. Ardından jubile yaptığını açıkladı.
2008 Pekin Olimpiyatları madalyalarımızı gölgede bırakan sporcularımızın yasaklı madde kullanması oldu. Etiyopya’dan devşirdiğimiz Elvan Abeylegesse 1000 m ve 5000 m’de gümüş kazandı. Ancak geriye dönük incelemede 2007’de yasaklı madde kullandığı ortaya çıkınca, 2 yıl ceza aldı. Doğal olarak madalyaları geri alındı. Benzer skandala halterde gümüş kazanan Sibel Özkan da imza attı.
2012 Londra’da atletizmde altın kazanan Aslı Çakır Alptekin ve gümüş kazanan Gamze Bulut’un madalyaları dopingden dolayı geri alındı. Artık kazandığımız madalyalardan ziyade elimizden doping ve yasaklı madde kullanımından dolayı alınan madalyalarla anılır olmaya başladık. 2020 Tokyo’da Mete Gazoz okçulukta ülkemize ilk altın madalyayı kazandıran sporcu olarak tarihe geçti.
Kasım 2002 yılından bu yana iktidarda AKP var. Geriye dönüp baktığımızda elle tutulur başarı sayısı oldukça az. Kulüp düzeyinde basketbol ve volaybolda başarılar var. Bu başarılarda pay sahibi yabancı oyuncular oldu. Kadınlar Voleybol Milli Takımı son yıllarda büyük başarılara imza attı. Elbette Küba asıllı Vargas’ın varlığını özellikle not düşmek lazım.
Ata sporu olarak gördüğümüz güreşte bile eski günlerimizden çok uzakta bulunuyoruz. Takım sporlarında atıcılık ve volaybol dışında yokuz. Elbette sorumlu sadece iktidar değil. Ancak başarısızlıkta en büyük pay sahibi. Federasyonlar özerk olmaktan çok uzak. Her şey tek adama bağlı. Saray’dan icazet almayan birinin federasyon başkanı olması mümkün değil. Erdoğan yapılan stat ve spor salonlarını örnek veriyor. Devasa statlar yapılıyor, tribünler bomboş kalıyor. Kulüpler iflasın eşiğinde can çekişiyor. Stat zeminleri kısa sürede deforme oluyor.
Kadınlar Voleybol Milli Takımı ise turnuvayı 4. olarak tamamladı.
Bir de elbette kulüplere bakan yön var. Türk sporunun çınarları üç büyüklerden sadece Fenerbahçe, futbol dışında branşlara yatırım yapıyor. Kulüplerin isimlerinin yanında yazan SK, spor kulübü demek. Ancak FK yani futbol kulübünden öte değiller. Paris’te mücadele eden 102 sporcunun 27’si Fenerbahçe’den. Galatasaray’dan 6, Beşiktaş’tan ise sadece bir sporcu olimpiyat kafilesinde yer aldı. ASKİ, ENKA ve İBB, Galatasaray ve Beşiktaş’tan daha çok sporcu gönderdi. Madalya kazanan 84 ülke arasında 64. olduk.
Büyük beklentilerle geldiğimiz Paris’tan altınsız döndük. Hamaset bir yere kadar oluyor. Kral Çıplak demeye kimse cesaret edemiyor. Tek Adam’la yönetilen ülkelerin yaşadığı kaderi Türkiye de yaşıyor. Tünelin ucunda ışık da görülmüyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***