İlker Cihan BİNER
Röportaj yapmak bir bakıma olay yeri inceleme gibi. Gabriel Garcia Marquez’in “gazetecilik dünyayla bağlantımı sağlıyordu.” cümlesini de bu bakışla kavrayabiliriz. Çünkü bir sanatçıya sorular hazırlarken onun hayatla ilişkisi gündeme gelir. Gerçeklikle kurduğu ilişki ağı devreye girer. Sonrasında söyleşiyle beraber sanatçının verdiği cevaplar onun farklı açılardan duruşuna işaret eder.
İşte Mahmut Aydın onlardan biri. Sanatçının önümüzdeki aylarda Derya Yücel’in küratörlüğünde Sefa Çatuk ile beraber Paris’teki Aza Art’ta bir sergisi olacak. Öte yandan Mahmut Aydın ile hem Kommagene Bienali için yaptığı eseri hem de sanatsal pozisyonuna dair konumunu konuştuk.
Kommagene Bienali’nin bu seneki teması “İyileşmek”. Siz etkinlikte yer alan sanatçılardansınız. Eserinizin kavramsal perspektifi nasıl oluştu?
Bu yıl, ikinci kez düzenlenen Komamagene Bienali’ne “Duvar” adlı yerleştirme çalışmamla katılıyorum. Arazide var olan taşları beyaz bir kumaşın üzerine yerleştirerek, iki ucu açık, kapalı olmayan, geçirgen bir duvar-bent inşa ettim. Bu şekilde coğrafi bütünlüğe geçici bir kültürel iz düşürerek ve yerleştirmenin yapı bütünlüğü korunduğu sürece arazide yaşayan canlılar için bir sığınak, bir çeşit soluklanacağı mekan yaratmayı amaçladım.
Toplumsal hiyerarşilere gözünüzü diken bir sanatçısınız. Eleştirel güce sahipsiniz. Özellikle “Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum.” pozisyonu sizin için eleştiri konusu. Soykırımların, sansürlerin hız kesmeden devam ettiği bir çağdayız. Çalışmalarınızda kriz, felaket anlatısı, acı ya da keder hangi açılardan yer alıyor?
Genel anlamda, çevremde olup bitenlere duyarlı biri oldum. Doğrudan ifade etmesem de dolaylı ve metaforik yollarla, yer yer mizahla bir tepki dili oluşturduğuma inanıyorum. Heykellerimde, o ana tanıklık eden, o anda kalan, yaşayan ve anlamlandırmaya çalışan bir çeşit gözlemci ve bellek niteliğinde işler yaratıyorum. Bu eserlerin alt metninde, sosyo-politik temaları içeren formlar kullanarak heykellerimi inşa ediyorum.
Platon’un “Mağara Alegorisi” beni derinden etkiledi. Bu kavramdan ilham alarak, farklı yaklaşımlarla birçok çeşitleme yaptım. Bunlardan biri, “Üç Maymun: Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum” temalı grup heykeliydi. İktidarın gücü ve yaptırımları karşısında, toplumun birçok alanda sergilediği tepkisizlik ve edilgenlik, bana her zaman birer “gölge” gibi göründü. Bu heykel çalışmasında, bu gölgelerin derin anlamını ve toplumsal duyarsızlığı yansıtmaya çalıştım.
Eserleriniz için pek çok anlamda “özgün görünümler” diyebiliriz. Bu anlamda heykelleriniz için canlı varlıklar diyebilir miyiz?
Hoşuma giden bir soru ile karşılaştım. Teşekkür ederim. Heykellerimi tasarlarken çoğu kez kendimi yapmak istediğim heykelin yerine koyarım. Bir bakıma kendini dışardan izleyen bir ben gibi o formu tüm detayları ile canlandırmak isterim. Bu yaklaşımla o anda bir parantez açtığımın hissine kapılırım. Zihnimde eseri ortaya çıkaran o itici gücü duyduğum içsel gereksinim, bilgim, becerilerim, farklı disiplinler ile dışa aktarmamla mümkün oluyor. Fakat zihinsel olan o şeyin forma dönüşümü esnasında zaman, mesafe ve materyal büyük bir problemin habercisi oluyor.
Düşlerimizde canlanan o şeyin henüz gerçeklikle bağı kurulmamakla birlikte hem malzemenin hem de boyutun zor, bir o kadar da baskın karakteri ile henüz tanışmamıştır. Düşündüğüm o şeylerin tüm detaylarıyla birlikte boyutlarını net bir şekilde kestirmek oldukça güç. Bu durumda sanat eserinin üretim sürecinin fikir + plastik bilgi + malzemeden yani ancak bu üçünün kusursuz dengesiyle olabileceğini düşünmeme sebep olur. Bu bağlamda her ne kadar görünür şey bakımından yansıtılmak onun varlığı için gerekli değilse de, içeriğin anlatımı için ve formun karakterinin doğru aktarımı önemli. O ilkesel olarak yansıtılabilir olandır.
Sonuç olarak zihnimde tasarladığım görüntüden anımsadığım ve yorumladığım şey kalıyor. Bu bağlamda majör değişikliklerin heykelin doğası gereği oluşan anın bir parçası oluşunu kabullenmemi de sağlıyor. Benim için malzeme genellikle bir araçtan öteye gitmiyor. Esas olan fikir olmakla beraber çoğu kez de heykeli daha ilk aşamada malzeme ile beraber kurgularım. Günlük, sıradan, hatta endüstriyel nesnelerin bile bağlamından kopartılarak anlatılmak istenen şeye uygun kullanıldığını bambaşka boyutlarda yaratıldığını ve çarpıcı bir anlama büründüğüne sanat tarihi boyunca tanık olmuşuzdur.
Çalışmalarınızı, çizimlerinizi yaparken etkilendiğiniz sanatçılar, bilim insanları ya da şairler var mı? Öte yandan çalışma süreçlerinde kimleri dinliyorsun?
Sorduğunuz soruyu “bu eserde ne anlatmak istiyorsunuz?” gibi bir soruya yaklaşıyor. O kadar karmaşık bir süreç ki cevabın bir başlangıcı yok hissine kapılıyorum. Elbette çalışmalarımın spesifik bir konusu ve anlatımı var.
Yaratıcı rutinimde benim rasyonel kontrolüm dışında birçok şey var. Sanırım tüketimlerim ve zevklerim yaptığım şeylere doğrudan yön veriyor. Uzaya, bilime, doğanın tüm reaksiyonlarına tutkuyla bağlıyım. Değişken bir ruh halim var mesela dengbej dinleyip bir an bambaşka tarzda müzik dinliyor oluyorum. Tabii favorim Şakiro (Gülüyor)
Son dönemlerde her an zihnimin bir köşesinde canlanan bir film oldu. Daniel Scheinert & Daniel Kwan’ın ortak yapımı ‘Everything Everywhere All at Once’… Film paralel evrenlerde geçiyor. Bir çöl boşluğunda iki küçük kaya olarak yaşam bulan karakterin mizah ve anlam dolu sohbeti ilham verici. O sahnelerin her anı derin ve anlamlı. Geçen her bir sözcük konuşmaya değer. Onlardan biri iki kayanın henüz yaşamın olmadığı bir yerdeki diyaloğu oldu. “Burada endişelenmene gerek yok.” etkilendiğim sahne. Oluşan o boşluğun, kayanın ve sesin bende uyandırdığı duyguyu forma dönüştürmeyi çok arzuluyorum. Buna benzer etkilendiğim çok sahne müzik kitap var tabi…
* Sanatçı fotoğrafları Ardan Ergüven’e aittir
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***