İktidara yakın ilahiyatçı Hayrettin Kamaran, Batı’da yaşayan Müslümanların inançları nedeniyle baskı altında olunduğunu öne sürdüğü yazısında, ‘Türkiye’de yaşamaları mümkün ve sıkıntısız olan kimselerin halkı Müslüman olmayan ülkelerde yaşamalarının birçok sakıncası’ olduğunu iddia etti.
Bir Müslümanın İslâm hukukunu kabûl etmeyen bir “küfür ülkesi”nin vatandaşı olmasının İslâmî bir vatandaşlık olmayıp, zarûret veya ümmetin menfaati gereği yapılmış bir ikili anlaşma olduğunu ileri süren Karaman, ‘Bu ülkelerin kanunlarının verdiği imkânlar ölçüsünde, dinlerini yaşamalı, başkalarına bilhassa iyi Müslümanlar olarak İslâm’ı tanıtmalı, hidâyetlerine sebep olmaya çalışmalıdırlar. Bir zaruret halinde olmayanlar ise tası tarağı toplayıp dinini ve neslini daha iyi koruyabileceği yere göçmelidirler.’ dedi.
Hayrettin Karaman şunları yazdı:
Gelelim oraya göçmüş, vatandaşlığa girmiş veya devamlı kalan Müslümanlara, onlara da diyorum ki:
Müslümanın, vatandaşı olduğu bu ülkeler, daha önce Müslümanlar tarafından fethedilmiş veya İslâm hukukunu kabûl etmiş olmadıklarına göre İslâm ülkesi (dâru’l-İslam) olamazlar. Bir Müslümanın “küfür ülkesi”nin vatandaşı olması, İslâmî bir vatandaşlık olmayıp, zarûret veya Müslümanların (milletin, ümmetin) menfaati gereği yapılmış bir ikili anlaşma olarak kabûl edilmelidir.
Bu bakımdan oradaki Müslümanlara soruyorum:
“Niçin Almanya ve diğer Batı ülkelerine göçtünüz ve orada yaşıyorsunuz?
Türkiye’de yaşamaları mümkün ve sıkıntısız olan kimselerin halkı Müslüman olmayan ülkelerde yaşamalarının birçok sakıncası vardır; kendilerini koruyabilseler bile oğullarını, torunlarını ve sonrakileri, kendi iman, ibadet, ahlâk, zihniyet ve hayat tarzı içinde korumaları imkânsız derecede güçtür. Evet, bunları korumak Türkiye vb. ülkelerde de zordur, ama bu zorluk diğerleriyle kıyas kabul etmez.
“Öte yandan, İslâmî faaliyeti eksik olmayan devleti, cemaati ve (kendiniz dâhil) ferdi nerede bulacaksınız?” sorusu da var.
Bulunduğunuz yerin, İslâm’ı daha iyi yaşamak için uygun olması konusunda titizlik göstermek ve bu amaçla göç etmek -imkân bulunduğunda- elbette meşrudur ve bazen gereklidir. Ancak bulunduğunuz yerde Müslümanlığınız zarar görmüyor, orayı ıslah için de bir şeyler yapma imkânına sahip bulunuyorsanız bundan kaçmak da sorumluluk getirebilir. Hizmet tek başına yapılamaz. Küçük-büyük cemaat faaliyetine ihtiyaç vardır. Siz cemaatlerle ilişkinizi, İslâm’ı (ahkâm ve ahlâk ile) önde tutarak kurun, hiçbir menfaati; İslâm’ın sabit, kesin, değişmez kurallarını çiğneyerek elde etmeyin, İslâm’ı cemaate göre değil, cemaati İslâm’a göre değerlendirin, çizgiden sapanları ıslaha çalışın, bu mümkün olmuyorsa onu bırakın başkalarıyla çalışın.
Bundan sonra, Allah’ın bildiği -bizim bilemediğimiz- bir zamana kadar Müslümanların, İslâm hukukunun uygulanmadığı ülkelerde fert, aile ve cemaatlerin yaşayacakları anlaşılmaktadır. Müslüman cemaatler, insan haklarına riâyet edilen ülkelerde din özgürlüğünden azamî derecede istifade ederek kendi kimliklerini ve menfaatlerini korumak için çaba göstermelidirler. Bu ülkelerin kanunlarının verdiği imkânlar ölçüsünde, dinlerini yaşamalı, başkalarına bilhassa iyi Müslümanlar olarak İslâm’ı tanıtmalı, hidâyetlerine sebep olmaya çalışmalıdırlar.
Bunları yapamayanlar, bir zaruret halinde de olmayanlar tası tarağı toplayıp dinini ve neslini daha iyi koruyabileceği yere göçmelidirler.
Üç günlük dünya menfaati için dinini ve neslini tehlikeye atanlara ahireti unutmamalarını hatırlatıyorum.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***