AHMET KURUCAN | YORUM
Geçtiğimiz günlerde gençlerle konuşuyoruz. Övmek için yermekten, dini söylem ve anlatımlarda dengeden bahsettim. Abartıdan kaçınmanın gerekliliğinden dem vurdum. Abartılı anlatımların dine yarar değil zarar vereceğini söyledim ve İslam dinini övmek için cahiliyeyi çok kötü bir şekilde anlatmayı örnek olarak verdim.
Yanlış mı verdiğim örnek?
İslam öncesi ile sonrasını mukayese etmek, İslam’ın o topluma ve insanlığa kazandırdığı şeyleri anlatmak için cahiliyeyi bilmek hatta bütün ayrıntıları ile bilmek gerekmiyor mu? Elbette gerekiyor ama halk tabiriyle ifade edeyim, ‘kantarın topuzunu kaçırmamak’ şart ve kaydıyla.
Ne demek bu? Mesela kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi konusu. Evet, cahiliye döneminde vardı bu. Kur’an ayeti ile de sabit ama kaç kabile uyguluyordu bunu? Uygulanan kabilelerde her aile mi uyguluyordu? Eğer uyguluyorduysa o kabile varlığını nasıl devam ettirdi? Bu soruların cevaplarının da verilmesi lazım cahiliye dönemi küçümsenirken ya da İslam yüceltilirken.
Peygamber Efendimiz (sas) de bir insandı!
Bir başka misal, Peygamber Efendimiz’i (sas) anlatırken yapıyoruz. Yanlış okumadınız. Bilerek böyle yazdım. Onu anlatmak için okyanuslar mürekkep olsa yetmez. Kabul. İnanan insan böyle diyebilir, inanabilir hatta bu inanç ve kabulünü somut delillerle de temellendirebilir. Ama bunu yaparken onun aynı zamanda bir insan olduğu gerçeğini unutmamız mı gerekir? Onun her halini mucize gibi sunmak bize ne kazandırır? Hem de kendisininde etten, kemikten bir insan olduğunu bize kendisi söylerken.
“Ben de Kureyş’den kuru ekmek yiyen kadının çocuğuyum!” diyor huzurunda titreyen bir insana. Kur’an ayeti ile sabit: “Ben de sizin gibi bir insanım Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor.”
Bir başka örnek daha vereyim. İlahiyat fakültesinde tefsir, fıkıh, hadis gibi bölümlerden birini uzmanlık alanı olarak seçmek isteyen ve bana danışan bir gençle konuşuyoruz. Kalbinin ve aklının hadis dediğini söylüyor ama diyor ve ilave ediyor; “Korkuyorum.”
“Neden korkuyorsun?” dedim. “Buhari 600 bin hadis biliyormuş ve sahihini yazarken bunlar arasında seçmiş. Ahmed b Hanbel tam 1 milyon hadis ezberlemiş. Ben böyle bir şey yapamam. Bir milyon hadis ezberlemek veya 600 bin hadis bilmek aklım havsalam almıyor benim.”
O genç arkadaşımıza söylediği rakamların abartılı olduğunu, ortalama hadis sayısının zaten 100 bin civarında olduğunu anlattım. İster ravi isterse rivayet farklılıklarına göre hadisleri bütün varyantlarıyla toplasak yine o rakamlara ulaşmanın mümkün olmadığını söyledim.
Hamasetten kaçının!
Gördüğünüz gibi yukarıda anlattığım üç örnekte bir dini, bir peygamberi ve bir alimi övelim derken söylediğimiz mübalağalı sözler hakikati hali ifade etmemesinin ötesinde birilerinin korkusuna neden olabiliyor.
Sadece korku olsa iyi! Günümüz dünyasında her şeyi sorgulayan, eleştirel yaklaşımlar sergileyen insanlar -özellikle gençler- idrak sınırlarının ötesindeki bu tür anlatımlarla dinden imandan kopuyor. “Gerçekçi değil, akli ölçülerin dışında, bunlara nasıl inanıyorsunuz?” diye de düşüncelerini gerekçelendiriyor.
Geçenlerde bir makale okudum. “Ülkemizde Ateizme Yönelmenin Nedenleri” başlığını taşıyordu. İlmi bir konferansta tebliğ olarak sunulmuş. Bir çok sebep yazmış. Onlardan birisi de işte bu türlü mübalağalı anlatımlar. Arkaik bir dil kullanımı. Hamasetin hakim olması. Sosyal medya da dahil tele-vaizlerin giyim ve kuşamından dile getirdiği mevzulardaki zaman zaman gerçekten gülünç yaklaşımları.
Diyeceğim o ki; dikkatli olalım. İster dinimizi ister Peygamberimiz’i (sas), ister bir alimi anlatırken mübalağalı ifadeler gerçeklik olgusundan uzak beyanlar maksadın aksine hizmet ediyor.
Bilmem farkında mıyız?
Değilsek umarım bu yazı farkındalık bilinci oluşumuna destek veren bir rol oynar.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***