“Yeni Faz” Kavramları (10)
“Diaspora topluluklarının dini pratikleri de önemli bir araştırma konusu. Zira anavatandaki dini geleneklerin yeni bir kültürel bağlamda nasıl yorumlandığı ve uygulandığı, din sosyolojisi açısından zengin bir inceleme alanı sunmakta.”
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Bugün – ve belki bir iki yazı daha- girift bir kavram üzerine yoğunlaşacağız. Bu kavram ise “diaspora.” Bu ilk bölümde kavramın tanımına ve tarihsel kökenlerine inip, meseleyi daha iyi kavrayabilmek için bir arka plan oluşturacağız.
Diaspora kavramsal açıdan, insanlık tarihinin en eski ve en karmaşık sosyo-kültürel fenomenlerinden biri olarak karşımıza çıkmakta. Etimolojik kökeni Yunanca “dağılma” anlamına gelen bu terim, tarih boyunca çeşitli toplulukların anavatanlarından ayrılarak dünyanın farklı bölgelerine yayılma süreçlerini ifade etmekte. Tarihsel kökenlerine uzandığımızda ise epey eskilere gitmemiz gerekiyor.
Diaspora kavramının prototipik örneği olarak kabul edilen Yahudi diasporası, M.Ö. 586 yılında gerçekleşen Babil Sürgünü ile başlamış. Babil Kralı Nebukadnezar’ın Yahudileri Babil’e sürmesiyle başlayan bu süreç, Yahudi halkının dünya geneline yayılmasıyla sonuçlanmış. Bu deneyim, diaspora kavramının prototipini oluşturmuş ve sonraki birçok diaspora çalışması için referans noktası olmuş.
Bu tarihsel olay, bir halkın kolektif hafızasında derin izler bırakarak, diaspora kavramının sonraki yüzyıllarda nasıl anlaşılacağını büyük ölçüde şekillendirmiş. Yahudi diasporası, anavatandan zorla koparılmanın travmatik deneyimini ve yeni topraklarda kimlik koruma mücadelesini sembolize etmekte.
Robin Cohen “Global Diasporas: An Introduction” adlı eserinde, diasporalar genellikle kolektif bir travma ve sürgün deneyimi etrafında şekillenen topluluklar olarak tanımlar. Bu topluluklar, bir yandan anavatanlarına olan bağlılıklarını korurken, diğer yandan yeni yerleştikleri toplumlarda var olma mücadelesi vermekte. Bu ikili bağlılık durumu, diaspora topluluklarının kimlik inşa süreçlerini ve sosyo-kültürel adaptasyonlarını karmaşık hale getirmekte.
William Safran’ın diaspora topluluklarının temel özelliklerine dair yaptığı sistematik analiz, bu olgunun çok boyutlu doğasını ortaya koymakta.
Safran’ın belirlediği altı temel özellik şunlardır: Orijinal merkezden çoklu yabancı bölgelere dağılma, anavatana dair kolektif bir hafıza veya mit, ev sahibi toplumda tam kabul görmeme algısı, anavatanı ideal ev olarak görme ve geri dönme arzusu, anavatanın restorasyonu ve güvenliğine kolektif bağlılık ve anavatanla süregelen bir ilişki.
Tarihsel süreç içerisinde, Yahudi diasporasının yanı sıra, Afrika diasporası, Ermeni diasporası, Çin diasporası ve Yunan diasporası gibi çeşitli örnekler ortaya çıkmış. Her bir diaspora örneği, kendine özgü tarihsel şartlar ve konjonktür altında şekillenmiş ve ev sahibi toplumların sosyo-kültürel yapılarını derinden etkilemiş. Bu örnekler arasında, transatlantik köle ticareti sonucu oluşan Afrika diasporası, Amerika kıtasının demografik ve kültürel yapısını kalıcı olarak değiştirmesi bakımından özel bir öneme sahip.
Mesela Paul Gilroy’un “The Black Atlantic: Modernity and Double Consciousness” adlı eseri, Afrika diasporasının kültürel etkilerini incelerken, “siyah Atlantik” kavramını literatüre kazandırmış. Gilroy’un bu çalışması, diaspora topluluklarının kültürel üretimlerinin ve kimlik inşa süreçlerinin transnasyonel boyutunu vurgulaması açısından önemli.
Türk milleti olarak her zaman kanayan yaramız olan Ermeni diasporası ise, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan olaylar sonrasında büyük bir ivme kazanmış ve global ölçekte geniş bir Ermeni topluluğunun oluşmasına zemin hazırlamış. Khachig Tölölyan’ın bu konudaki çalışmaları, Ermeni diasporasının kimlik politikaları ve kolektif hafıza inşası üzerine derinlemesine analizler sunmakta.
Çin diasporası, tarihsel süreç içerisinde çeşitli göç dalgaları şeklinde gerçekleşmiş ve özellikle Güneydoğu Asya’nın ekonomik ve sosyal yapısını şekillendirmede önemli bir rol oynamış. Wang Gungwu’nun “The Chinese Overseas: From Earthbound China to the Quest for Autonomy” adlı eseri, Çin diasporasının tarihsel gelişimini ve küresel etkilerini detaylı şekilde inceleyen son derece mühim bir eser.
Gelelim boyut ve etkilerine…
Diasporaların ekonomik etkileri, özellikle anavatanlarının kalkınma süreçlerinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmakta. Hindistan diasporası, bu bağlamda dikkat çekici bir örnek teşkil etmektedir. Devesh Kapur’un “Diaspora, Development, and Democracy” adlı kitabı, Hint diasporasının Hindistan’ın ekonomik kalkınmasındaki rolünü kapsamlı bir şekilde analiz etmekte.
Kültürel açıdan diasporalar, kültürlerarası etkileşimin ve melezleşmenin önemli katalizörleri olarak işlev görmüş. Homi Bhabha’nın “The Location of Culture” adlı eserinde geliştirdiği “üçüncü alan” kavramı, diasporaların kültürel yaratıcılığını ve hibrit kimlik inşa süreçlerini anlamlandırmada önemli bir teorik çerçeve sunmakta.
Diasporaların kültürel kimlikleri ve sanata olan etkisi, tarih boyunca önemli bir rol oynamış. Diaspora toplulukları, anavatanlarından uzakta, kendi kültürel miraslarını koruma ve yaşatma çabası içinde olmuşlar. Bu çaba, diaspora kültürünün sanatla olan ilişkisini derinleştirmiş ve yeni sanat biçimlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış. Diaspora sanatı, genellikle bir yandan anavatanın kültürel kodlarını taşırken, diğer yandan ev sahibi ülkelerin kültürel etkilerini de içine alarak melez bir yapıya bürünüyor. Bu durum, sanatın sadece estetik bir ifade biçimi olmanın ötesine geçerek, kimlik, aidiyet ve hafıza gibi derin meselelerle iç içe geçmesini sağlıyor.
Diaspora sanatında öne çıkan en önemli temalardan biri, kimlik arayışı. Diaspora sanatçıları, sıklıkla iki dünya arasında kalmışlık hissi yaşıyorlar; bir yanda anavatanın kültürel mirası, diğer yanda ev sahibi ülkenin baskın kültürü. Bu ikili kimlik durumu, sanat eserlerinde kendini belirgin bir şekilde göstermekte. Örneğin, Afro-Amerikan sanatında kölelik ve baskı temalarının yanı sıra, Afrika kökenlerine yapılan vurgu sıklıkla işlenir. Romare Bearden, bu durumu sanatında, Afrika kökenli Amerikalıların deneyimlerini kolaj tekniğiyle birleştirerek ifade eder. Bu tür sanat eserleri, diaspora kimliğinin karmaşıklığını ve çok katmanlılığını ortaya koyar.
Sanat alanına örnek olarak müziği ele alalım mesela. Müzik de diaspora kültürünün önemli bir parçasıdır. Jamaika kökenli “Reggae” müziği, Karayip diasporasının dünya genelindeki etkisini gösteren en iyi örneklerden biri. Bob Marley, müziği aracılığıyla Jamaika’nın sosyal ve politik meselelerini dünya sahnesine taşımış, reggae müziği bir direniş ve özgürlük sembolü haline getirmiş. Benzer şekilde, diaspora toplulukları arasında caz, blues ve hip-hop gibi müzik türleri de hem kültürel kimliği ifade etme aracı olarak hem de toplumsal protesto unsuru olarak kullanılmış.
Diaspora sanatı, sadece görsel sanatlar ve müzikle sınırlı kalmaz elbette; edebiyat da diaspora deneyimlerinin derin bir şekilde işlendiği bir alan olmuş.
Diasporaların sanata olan etkisi, yalnızca bireysel eserlerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda kolektif kültürel üretim biçimlerine de yansımıştır. Örneğin, Ermeni diasporası, anavatanlarından uzak olmalarına rağmen, zengin bir kültürel miras üretmiş. Ermeni kiliseleri, müzikleri, dansları ve el sanatları, diaspora toplulukları tarafından korunmuş ve dünya genelinde yayılmış. Bu tür kültürel üretimler, diaspora topluluklarının kültürel miraslarını nasıl canlı tuttuklarını ve ev sahibi toplumlarla nasıl etkileşimde bulunduklarını gösteriyor.
Diaspora edebiyatı, göçmen toplulukların kimlik, aidiyet ve yerinden edilme deneyimlerini derinlemesine keşfeden edebi eserleri içermekte. Bu tür edebiyat, diaspora topluluklarının anavatanlarından uzakta yaşamaya zorlanmış bireylerin yaşadığı içsel çatışmaları, bellek ve kültürel mirasla olan ilişkilerini işler. Diaspora edebiyatı, genellikle anavatan ile ev sahibi ülke arasındaki gerilimleri, kültürel kimliklerin kaybını ve yeniden inşasını ele alır.
İsterseniz büyük usta Halil Cibran üzerinden ne demek istediğimi izah edeyim.
Halil Cibran, Lübnan kökenli bir yazar ve şair olarak, diaspora edebiyatının en etkili isimlerinden biri. Cibran, ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettikten sonra, Doğu ile Batı arasında kalan kimlik arayışını eserlerine yansıtmış. En ünlü eseri “The Prophet” (Peygamber), hem doğu mistisizmi hem de batı edebiyatı unsurlarını harmanlayan bir baş yapıttır. Bu eser, diaspora topluluklarının yaşadığı kültürel melezleşmeyi ve bu süreçte ortaya çıkan ruhsal ve entelektüel zenginlikleri ifade eder. Cibran, eserlerinde göçmenlerin, anavatanlarıyla olan bağlarını koruma çabalarını, ev sahibi toplumla olan çatışmalarını ve bu iki dünya arasında denge kurma mücadelelerini derinlemesine işler.
Cibran’ın eserleri, diaspora edebiyatının temel temalarından biri olan “yerinden edilme” ve “kayıp” duygusunu güçlü bir şekilde yansıtmakta. “The Broken Wings” (Kırık Kanatlar) adlı eseri, Lübnan’daki sosyal adaletsizlikleri ve bu adaletsizliklerin bireyler üzerindeki etkilerini ele alır. Bu hikâye, Cibran’ın anavatanına duyduğu özlemi ve adalet arayışını sembolize eder. Cibran, diaspora deneyimini yalnızca bireysel bir travma olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir mesele olarak da ele alır. Eserleri, diaspora topluluklarının kimliklerini nasıl yeniden tanımladıklarını ve kültürel miraslarını nasıl koruduklarını anlamak için önemli bir kaynaktır. Bu bağlamda, Cibran’ın edebiyatı, diaspora edebiyatının evrensel temalarını işlerken, aynı zamanda Doğu ve Batı arasında köprü kuran bir edebi miras sunar.
Diaspora ve sanat arasındaki ilişki, aynı zamanda toplumsal hafızanın korunması ve aktarılması açısından da büyük bir önem taşımakta. Diaspora toplulukları, genellikle anavatanlarındaki travmatik olayları hatırlama ve gelecek nesillere aktarma ihtiyacı duyar çünkü. Bu bağlamda, Holokost sonrası Yahudi diasporası tarafından üretilen sanat eserleri, toplumsal hafızanın en önemli araçlarından biri haline gelmiş. Resim, heykel, edebiyat ve film gibi sanat formları, Holokost’un dehşetini belgelemiş ve bu acı deneyimin unutulmaması için çaba göstermiş.
Bir ara toplam olarak şunu söyleyebiliriz: diaspora ve sanat arasındaki ilişki hem bireysel hem de kolektif kimliklerin inşasında kritik bir rol oynar. Sanat, diaspora topluluklarının kendi kültürel miraslarını koruma ve yeniden inşa etme çabalarının bir yansımasıdır. Aynı zamanda, sanat aracılığıyla diaspora toplulukları, ev sahibi toplumlarla etkileşimde bulunarak kültürel zenginliklerini paylaşır ve kültürel diyalogun gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu nedenle, diaspora sanatı, hem kültürel bir ifade aracı olarak hem de toplumsal değişimin bir motoru olarak büyük bir öneme sahiptir.
Gelelim siyaset alanına…
Diasporaların siyasi etkileri, hem anavatanlarının hem de ev sahibi ülkelerin iç ve dış politikalarını şekillendirme potansiyelleri açısından önem arz etmekte. Gabriel Sheffer’in diaspora topluluklarının politik mobilizasyonunu ve transnasyonel siyaset pratiklerini derinlemesine incelediği “Diaspora Politics: At Home Abroad” adlı eseri okura çok önemli veriler sunmakta.
Söz gelimi tarihsel süreç içerisinde savaşlar ve çatışmalar, diasporaların oluşumunda katalizör görevi görmüş. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’dan Amerika’ya gerçekleşen entelektüel göç dalgası, bu durumun çarpıcı bir örneği. Bu göç hareketi, Amerika Birleşik Devletleri’nin bilimsel ve teknolojik üstünlüğünün pekişmesinde kritik bir rol oynarken özellikle sinema alanında rakipsiz konuma getirmiş. Hitler, Mussolini, Franco, Stalin gibi diktatörler sanatı ve sanatçıyı tıkayan bir unsur olarak Avrupa sanat ve sinemasını epey duraklatmıştır!
Hemen yakın bir örneğe de bakalım: Yakın tarihte Suriye iç savaşı sonucu oluşan Suriye diasporası, modern zamanların en büyük zorunlu göç hareketlerinden birini temsil etmekte. Bu diaspora, Avrupa ve Orta Doğu ülkelerinin sosyal, ekonomik ve politik dengelerini derinden etkilemiş ve uluslararası ilişkilerde yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olmuş.
Günümüzde küreselleşme ve dijital teknolojilerin yaygınlaşması, diaspora topluluklarının anavatanlarıyla ve birbirleriyle olan iletişimlerini kolaylaştırmış ve “uzaktan milliyetçilik” olarak adlandırılan yeni bir olgunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamış. Benedict Anderson’un “uzun mesafeli milliyetçilik” kavramı, bu yeni olguyu anlamlandırmada önemli bir teorik çerçeve sunmakta.
Diaspora topluluklarının çoklu aidiyetler ve hibrit kimlikler inşa etme kapasitesi, modern dünyanın karmaşık sosyal yapılarını anlamlandırmada kritik bir öneme sahiptir. Stuart Hall’un “Cultural Identity and Diaspora” makalesinde vurguladığı gibi, diaspora kimlikleri artık sabit ve değişmez yapılar olarak değil, sürekli evrim geçiren ve müzakere edilen dinamik oluşumlar olarak karşımıza çıkmakta.
Bir de madalyonun öteki yüzü var tabii…
Diasporaların varlığı çoğu zaman ev sahibi ülkelerde sosyal gerilimlere de yol açabilmekte. Göç karşıtı hareketlerin yükselişi ve diaspora topluluklarına yönelik ayrımcılık, günümüz dünyasının önemli sorunları arasında yer almaktadır. Etienne Balibar’ın “We, the People of Europe?” adlı eseri, bu gerilimleri Avrupa bağlamında derinlemesine incelemekte ve çokkültürlülük tartışmalarına önemli katkılar sunmakta.
Ve dil meselesi… Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; diaspora topluluklarının dil pratikleri, sosyolinguistik açıdan ilgi çekici bir araştırma alanı oluşturmaktadır. Anadilin korunması çabaları ile ev sahibi ülkenin dilini öğrenme ve kullanma gerekliliği arasındaki gerilim, diaspora topluluklarının karşılaştığı önemli zorluklardan biri. Bu durum, çok dilli pratiklerin ve hibrit dil formlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Son olarak din ve inanç/medya alanına değinelim.
Diaspora topluluklarının dini pratikleri de önemli bir araştırma konusu. Zira anavatandaki dini geleneklerin yeni bir kültürel bağlamda nasıl yorumlandığı ve uygulandığı, din sosyolojisi açısından zengin bir inceleme alanı sunmakta. Örneğin, Batı ülkelerindeki Müslüman diasporaların İslam’ı yorumlama ve yaşama biçimleri, bu konudaki tartışmaların merkezinde yer almakta.
Diasporaların medya kullanım pratikleri, “transnasyonal” iletişim ağlarının oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Uydu televizyonları, internet forumları ve sosyal medya platformları, diaspora topluluklarının hem kendi aralarında hem de anavatanlarıyla olan bağlarını güçlendirmelerine olanak sağlamakta. Bu durum, Benedict Anderson’un “hayali cemaatler” kavramının yeni bir boyut kazanmasına neden olmakta.
Ezcümle diaspora olgusu, insanlık tarihinin derinliklerinden günümüze kadar varlığını sürdüren, kültürel, ekonomik ve siyasi etkileriyle dünya tarihinin önemli bir parçasını oluşturan karmaşık bir fenomen. James Clifford’un deyimiyle, “Diaspora deneyimi, köklerin ve rotaların, yerleşiklik ve hareketin, vatan ve yurtdışının karmaşık ve sürekli müzakere edilen ilişkisiyle tanımlanır.” Bu karmaşık ve dinamik olgu, gelecekte de sosyal bilimler alanında önemli bir araştırma konusu olmaya devam edecek, küreselleşen dünyamızın sosyo-kültürel dinamiklerini anlamlandırmada kritik bir rol oynayacağı da muhakkak.
Bir sonraki yazıda “Cemaat diasporanın neresine düşer?” sorusuna cevap arayalım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***