Netflix Türkiye kataloğuna eklenen Lost, dizinin adeta yeniden keşfedilmesine ya da yeniden izlenmesine yol açtı. Enteresandır ki dizi aslında Disney Plus Türkiye kataloğunda da yer alıyor. Hatta Lost’u geç izleyen biri olarak tamamını oradan izlediğimi itiraf edeyim. Yine de Netflix Türkiye ekibini tebrik etmek gerekli 20 yıllık diziyi, Netflix Türkiye top 10 listesinde önce üç ve sonra dördüncü sırada en çok izlenen dizi yapmayı başardılar. Hatta uzun zamandır Türkiye’de en çok izlenen Zeytin Ağacı dizisini de sollamış görünüyor Lost (yazıyı yazarken listede dördüncü sıradaydı). Tabii Netflix’in Disney Plus’tan daha fazla abonesinin olmasının da buradaki etkisini unutmamak gerekli.
Lost’u yeniden izlemek ya da daha havalı söylemek gerekirse yeniden deneyimlemek nasıl bir duygu? Yeniden izlemek derken şunu da sanırım hepimiz okuduk. Şimdiki adıyla X eski adıyla Twitter’da “sadece twit atarak haber yapan” pardon yayan hesapları artık çoğu kimse istemese de görüyor. Kopyala yapıştır ve kaynaksız haberler paylaşan bu hesapların belli aralıklarla dizi ve filmler için: “Aynı dizi ya da filmleri yeniden izlemek psikolojik rahatsızlığa işarettir” cümlesini de sanırım okumayan kalmamıştır.
Biraz Google’da arama yapınca bir psikoloğun da daha önce bunu TikTok’ta paylaştığına rastladım. Tekrar izlemenin anksiyete ya da geçmiş travmalarla alakalı olabileceğini ve de kontrol etme güdüsü ile güven duygusu ilintisini açıklayan bir video bu. Psikoloji alanında eğitimim olmadığı için bu alana dair boyumu aşan bir yorum getiremem. Fakat buna sinefiller de dahil mi? Zira bir filmi defalarca farklı açılarda izleyip yeni yönler keşfetmek de sinemaya olan aşkın bir yapıtaşı adeta. Aynı zamanda sinema yazarı da olarak bu meseleye en azından böyle bakıyorum. Aslında dizilerde de fikrim çok değişmiyor. Çünkü defalarca izlemeyi seven biri izleyiciyim.
Tabii yeniden izlemedeki bu durumun izlenen şeyin “sonunu bilmek” ile bağlantısı kuruluyor. Dizinin ya da filmin mutlu sonla bitmesi güven veriyor ya da mutlu olmasa bile kontrol dışı bir sürpriz olmuyor. Örneğin Jerry Seinfeld’in Larry David ile birlikte yarattığı Seinfeld örneğinden bunu çok düşündüm. Larry David’in temsili olan George Costanza’nın Jerry ile kendi hayatlarını anlatacak diziyi çekmelerini anlatan bir süreç var. Burada George dizinin konusunu anlatırken konunun “hiçbir şey” olduğunu söylüyordu (The show is about NOTHING!).
Seinfeld’ın yapısı da tam olarak bununla alakalı. Dizi bir hikâyeden çok dört kişinin rutin hayatına dair “hiçbir şey” olmayacak durumları gösteriyor. O yüzden bu durumun “sonunu bilmek” üzerine mi bir açıklaması olmalı kafam karışıyor. Zira o rutini izlemek de son derece keyifli. Dediğim gibi psikoloji eğitimim yok bu eylemin, bireysel davranışlardaki sebebini açıklayamam ama belki toplumsal psikolojiye dair bir tahmin yürütebilirim: Evet, güven duygusuna fena halde ihtiyacımız var.
Yeniden izleme meselesine biraz geniş bir yer ayırdıktan sonra Lost gibi bir dizinin yeniden izlenmesi konusunda da düşünmek gerekli. Çünkü Lost ile Seinfeld elbette aynı kulvarda değil. Her gün hayata, ilişkilere dair abuk şeyler keşfeden dört kişinin komik serüvenini değil, koca bir uçakla ıssız bir aday düşmüş ve hayatta kalmış insanların öyküsünü izliyoruz burada. Böylesi bir dizi izlerken dizi dünyasında en çok duyduğumuz şey kulağımızda yankılanacaktır: SPOILER! Ama 2004’te başlayıp 2010’da biten bir dizi için, hele ki enformasyonun bin bir şekle büründüğü ve hayatımıza bir şekilde sızdığı bir dönemde, herhangi bir fikre ya da spoiler’a maruz kalmamak imkânsız gibi.
Başta da dediğim gibi diziyi geç izleyen biri olarak sonunun beğenilmediğini ve çok eleştiri aldığını biliyordum (Biliyoruz ki aynı “son” tartışması Game Of Thrones’ta da yaşandı). Bu bilgiyle Lost’a başlamak ne kaybettirir? Benim açımdan bir şey kaybettirmedi. Zira Lost’un epikliği sonuyla alakalı değil kanımca daha çok içeriğiyle alakalı. ABD’den Sidney’e uçarken gizemli bir adaya düşmüş uçakta, hayatta kalan 48 kişiden neredeyse 13 kişiyi odağına alan dizi son derece başarılı.
Birden fazla kişinin hikâyesini anlatırken birden fazla da gizem katmanı yaratıyor. Zaten alamet-i farikası da bu gizemin peşi sıra seyirciyi sürüklemesi. Her sezonda bu gizemler bütününün çok iyi açıklandığını söyleyemeyiz. Açıklamak gibi bir çabası var mı? Elbette, bir grup insanın zaten tek amacı o adadan gitmek ve gizemi çözmek. Haliyle ana eylemini muğlak bırakmak diziyi bazı sezonlarda aksatıyordu. Ama bunca karakterin üstesinden gelmek hele ki katmanlı bir hikâye ile bunu başarmak da kolay değil. İşte Lost’u benim açımdan değerli kılan şey buydu.
Sonuç olarak karşımızda 20 yıllık bir dizi var. Tüm bölümleri, araya 15 tane bahis sitesi reklamı girmeden izlemek isteyenler için de fena bir fırsat değil. İster ilk kez izleyenler için olsun ister defalarca kez izleyenler için…
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***