Abdullah EZİK
Çok yönlü bir kişilik olarak başta şiir olmak üzere hikâye, deneme, inceleme, roman, tiyatro gibi birçok farklı türde kalem oynatan Afşar Timuçin, kendisine münhasır, “Ben ölecek olduktan sonra / Musa’nın bir başka türlüsü İsa” (“Bir Gün Övgüsü”) diyen bir şair olarak geçtiğimiz gün vefat etti.
1960 sonrası Türk şiirinin kendi yolundan giden özgün şairlerinden biri olan Afşar Timuçin, sanatında birçok isimden, mesele ve bağlamdan yararlanmıştır. Gerek kişisel geçmişini şiire taşıyışı gerekse çalışma ve ilgi alanlarını söz konusu metinlerinde iç içe geçirişiyle bağımsız bir şair olan Timuçin için her şey bir güzergâh üzere kuruludur.
Önce II. Yeni’nin, ardından zaman içerisinde ön plana çıkan başka birçok şiir anlayışı ve akımını yakından takip eden Afşar Timuçin, kendi yolunu ararken birçok durakta soluklanır. Öte taraftan bu o kadar uzun soluklu bir tarihsel süreci içerisinde barındırır ki Timuçin için bu denli aykırı ve bağımsız kalmak başka bir anlam ifade eder. Birçok önemli isim, şiir anlayışı, yaklaşım, moda, trend gelir geçir ancak Timuçin hiçbir zaman kendi yolundan vazgeçmez. Onun ilgi alanları da yapmak istedikleri de farklı ve belirgindir. Bu anlamda Nâzım Hikmet’ten Cemal Süreya’ya, Necip Fazıl’dan İlhan Berk’e, İsmet Özel’den Süreyya Berfe’ye kadar birçok isim, onun yolculuğuna paralel bir şekilde kendisini göstermiş, her biri farklı bir anlayış ile hareket etmiş, Timuçin tüm bu isimler arasında hiçbir yola sapmadan ilk gün nasıl bir anlayış ile yola çıktıysa serüvenini de öyle sürdürmüştür.
Estet tavır ve felsefe, Afşar Timuçin’in şiiri besleyen ve ona karakter veren iki temel başlık olarak değerlendirilebilir. Öncelikle “estetik” bir mesele olarak her zaman Timuçin’in dikkatini çekmiş, gerek bir şair gerek bir düşünür/yazar/akademisyen olarak onu her zaman ilgilendirmiştir. Bir varlığa, objeye, unsura dair estetik bir yaklaşım geliştirmek onun için hemen her konuda gözetilip üzerine düşünülebilecek özel konulardan biri olmuştur.
Felsefe, yine doğası gereği Timuçin’in sıklıkla üzerinde durduğu bir diğer konu olarak değerlendirilebilir. Her bir şiirinde kendi felsefesini ve asırların ona öğrettiği felsefi düşünceleri iç içe geçirerek kullanan şair, böylelikle kendi yolunda giderken savrulmalara karşı bir düşünsel zemin de hazırlamış olur. Afşar Timuçin şiirini bu denli tutarlı ve anlamlı kılan yönlerden biri de budur. O, sahip olduğu felsefeyi sürekli geliştirip örnekleyerek bir şiir dünyası geliştirmeye çalışmış, bunun nihayetinde de uzun yıllara yayılmış, yarım asrı devirmiş bir yapı ortaya çıkarmıştır.
Afşar Timuçin’in 1968’de “Çöl” ile başlayan şiir serüveni daha sonraki yıllarda “Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz” (1974), “Savaşçı Türküleri” (1980), “Ey Benim Güzel Sevdalım” (1984), “Bu Sevda Böyle Gider” (1992) ve “Akşam Türküleri” (1996) gibi kitaplarla devam etmiştir. Söz konusu tüm bu şiir kitaplarında bir yandan kendi geçmişine bir yandan da topluma yakın bir gözle bakan, araştıran, inceleyen Timuçin, yeni yollar aramaktan, bir şeyler denemekten de geri durmamıştır. Bu anlamda 60’lardan 2000’lere uzanan serüvenin giderek katmanlaşması ve onun özelinde daha da olgun bir hâle gelmesi bu araştıran şairin temel özelliklerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Şair, şiiriyle yaşar ama onunla ölmez, çünkü söz ölmez. Afşar Timuçin de dile getirdiği onca sözle, ona şiir ve mısrayla kendi yerini çoktan hazırlamış, işlemiş, derinleştirmiş şairlerden biri. Onun sözü ‘Senin Bildiğin’, ‘Sessiz Akşam Düşleri’, ‘Sana Son Mektubumdur’, ‘Geçen Zamanın Türküsü’, ‘Aşk Herşeyi Dengeler’, ‘Bir Serüvenin Tanımı’ gibi nice şiirde yaşayacak, yoluna her daim devam edecektir.
Son söz yine Afşar Timuçin’den (“Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü”):
“Ölür kıyı ölür yazlar / Alır götürür karakış / Her bahar her umuda zorunlu mu / Neden yolcusun bu kadar / Gideceksen Al götür umudumu / Al götür sonuna kadar”
Bu türkü hep söylenecek.
Şair Afşar Timuçin vefat etti
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***