M. NEDİM HAZAR | YORUM
Büyük Türk düşünürü Seda Sayan der ki, “Herkes kalbinin ekmeğini yer!”
Gazeteci Cevheri Güven’in gizlediği videosu, Emre Uslu, ardından Ahmet Dönmez’in videosunu izledikten sonra aslında bu konuda bir yazı kaleme almak eğlenceli olabilirdi. Ve emin olun, yazdığım Yusuf suresinin dramatik analizi, Dune serisi analizleri ya da Nolan filmografisi üzerine yazdığım seri yazıların belki yüz misli reyting alırdım. Kalbimin olmasa da kalemimin ekmeğini yerdim anlayacağınız.
Şöyle bir durum var; bu yaşanan zehirli dönemde neşet etmiş, kendince haklı gerekçeleri olan, sahip olduğu angajmana uygun olarak mesleğini icra etmeye çalışan pek çok isim var. Bunların birçoğu, tüm samimiyetimle söylüyorum ki, kraker karakterler. Hani üzerlerine biraz gitseniz un ufak olacak türden tipolojiler.
Ne ki bunu yapmanın ‘mala davara bir faydası yok’ sevgili okur.
Esas meseleyi ıskaladığımız gibi, gereksiz yere kalp kıracak, insanları daha keskinleştirecek ve daha saçma sapan yeni durumlara sebebiyet vermekten başka hiçbir netice vaat etmeyen bir davranış olurdu bu.
Bu sebeple, şimdiye kadar ki bölümü bir dibace olarak kabul edip, şahsen daha önemli bulduğum başka bir meseleye girmek isterim. Bırakalım Cevheri Güven/Emre Uslu/Ahmet Dönmez kendi aralarında tartışsınlar.
Çünkü bu tartışma görüntüde her ne kadar hakikatin peşinde gibi olsa da emin olun daha çok egoların, angajman savrulmalarının ya da en hafifiyle ‘cemaat magazininden’ başka hiçbir şey vaat etmez. Bu sebeple yazının bundan sonraki kısmında bahsedeceğimiz “Faz” bu arkadaşların tartıştığı faz değil. Yani magazin kısmı burada bitiyor.
Şimdi…
Daha önce Ahzab suresini analiz ederken söylediğim gibi, (arzu ederseniz “Yaşananlara bakıp, yaşanacakları görmek!” başlıklı iki yazıma bir göz atabilirsiniz.) tarihin aynıyle olmasa da misliyle tekrarlanma kaidesi gereğince, yaşanması muhtemel hadiseleri en iyi anlayabilme yöntemlerinden birinin geçmişi günün merceğiyle dikkatli bir şekilde okumak olduğuna inanıyorum.
Bugünü tam olarak kavrayabilmek için İslam tarihine bir yolculuk yaptığımızda “Şi’b-i Ebi Talip” sürecinin bize inanılmaz derecede faydası olduğunu düşünüyorum. Bilmeyenler için söyleyeyim, “Şi’b-i Ebi Talip” meselesi İslam tarihindeki ilk sistematik zulüm ve ambargo dönemi manasına gelir.
Şöyle bir arka plan tasviri yapabiliriz: Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğini ilan etmesinin üzerinden 7 yıl geçmiş, her geçen gün Vahy-i İlahî’ye tabi olanların sayısı artmaya devam ediyordu. Müşrikler cephesinin önde gelenlerinin sabrını taşıran olay ise Mekke’nin önde gelenlerinden Hz. Hamza ve Hz. Ömer’in Müslümanların safına geçtiği haberi olmuştu. Kureyş ulularının bir karşı hamle yapması gerekiyordu. Kinane oğullarının hinterlandı olan Muhassab vadisinde toplanıp (Ebu Süfyan liderliğinde) bir dizi karar aldılar.
Milli Güvenlik Konseyi kararları gibi düşünebileceğimiz bu kararlar şöyleydi:
Haşimoğulları ve Abdulmuttaliboğulları ile bütün ilişkiler kesilecek, Müslümanlar Mekke’den kovulmak için her şey yapılacak; evlerine giden yollarda sıkıntı verilecek, onlardan kız alıp verilmeyecek, onlarla ticaret yapılmayacak, yiyecek ve içecek temin edebilecekleri bütün kaynaklar kurutulacak. Bu kararlar neticesinde Ebu Süfyan’ın tabiriyle, ‘su bile’ verilmeyecekti.
Bu kararların üzerine bir de Hz. Peygamber (sas) başta olmak üzere Müslümanların önde gelenlerine suikast düzenleneceğini duyan Ebu Talip, tüm Müslümanları kendi mahallesine toplayarak öncelikli olarak onların güvenliklerini sağlamayı amaçladı.
Ancak günler haftaları, aylar yılları kovaladı. Kureyş müşrikleri boykotu bırakın gevşetmeyi her geçen gün baskıyı ve zulmü artırıyorlar, Müslümanların çözülmesini bekliyorlardı. Örneğin bir Müslüman pazara gittiğinde 3 paralık bir mala, tüccar kendisine yapılan baskılardan korkarak 100 para fiyat biçiyor ve zaten genelde fakir olan Müslümanlar bu fahiş fiyatlar karşısında hiçbir şey alamıyorlardı.
Amaç belliydi; baskı ve zulümle Müslümanlara yeni katılımı engellemek ve mümkünse çözülmelerini sağlayıp, onları tarihe gömmek.
Üç yıl boyunca uygulandı bu boykot.
Velid Bin Muğire tam 87 yaşındaydı…
Halid Bin Velid’in babasıydı Muğire ve Hz. Halid henüz Müslüman olmamıştı. Her sabah en iyi kıyafetlerini giyip Şi’b- Ebi Talib’e gidiyor ve atının üzerinde, “Hala pes etmiyor musunuz?” diye bağırıyordu.
Neredeyse her gün yaşanıyordu bu tür hadiseler ve Müslümanların sabrı artık tükenmek üzereydi.
O zaman peygambere en çok sorulan soru neydi biliyor musunuz?
“Bu süreç ne zaman bitecek ya Resulallah?”
Hiç yabancı değiliz bu soruya öyle değil mi? Bugünlerde birbirimize en çok sorduğumuz soru bu değil mi?
Dönelim yine o tarihe. Alay, hakaret, kriminalleştirme ve nihayetinde boykot… Toplumsal baskı zirveye ulaştığında müminler artık yeni faza geçmek gerektiğini anlayıp hicret ettiler. Durmadı tabii müşrikler; bu kez müslümanların geride bıraktıkları mallarına, mülklerine çökme dönemi başladı. Buna karşılık Müslümanlar da, bu çökülen malların satılmaya götürüldüğü kervanlara baskın düzenlemeye başlamışlardı. Ancak Kureyş müşrikleri dur durak bilmiyordu. Geride bırakılan akrabalara zulümler devam ederken, mektupla bile Medine’deki müminleri taciz ediyorlardı.
Ve malum Bedir Savaşı’na kadar sürdü bu süreç…
Bana soracak olursanız, Cemaat’in bu süreçteki en büyük hatası, her yeni günde, “Bu zulüm ha bitti ha bitecek!” beklentisi oldu. Halbuki her uyanılan günde, “Bu kadarını da yapamazlar!” denilen ne varsa yaptı günümüz zalimleri.
Ama Cemaat bu durumu nedense kavrayamıyor, yeni bir faza geçilmesi gerektiğini düşünmüyordu. Belki de süreç bu sebeple bir türlü bitmiyordu ve bitmeyecekti de…
Ne zaman ki mazlum, zalimin var oldukça ilanihaye zulmüne devam edeceğini kavrasa, yeni faza geçecek ve kendi önüne bakmış olacaktı. İşte o zaman zalimin kendi gündemi, fazı, stratejisi önemsizleşecekti.
Belki çok can yakıcı gelecek ama şahsen Hizmet Hareketi’nin bu süreci tam olarak kavrayabildiğinden emin değilim. Belki de en tepeden en tabana kadar herkesin kendi kalibrasyonuna göre yaşadığı travma nedeniyle yapılamıyordu bu durum tespiti, bilemiyorum.
Ancak şahsi kanaatim şudur ki, Hizmet, “Lanet olsun size de rejiminize de ahlaksız düzeninize de…” deyip dikkatini geçmişe ve Türkiye’ye vermekten vaz geçip önüne baksa ve yeni faza geçmeye çalışsa hem süreç sönümlenmek için ivmelenecek hem de gelecek için çok daha sağlıklı bir dönem başlamış olacak.
Ben bunları böyle yazıyorum yazmasına da kimsenin pek umurunda olacağını da düşünmüyorum açıkçası.
Böyleyken böyle işte.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***