YÜKSEL DURGUT | YORUM
6 Haziran 1944’te, Müttefik güçler, Nazi Almanya’sının işgali altındaki Fransa’ya tarihin en büyük çıkarmasını gerçekleştirdi. Bu askeri çıkarma, Avrupa’nın kurtuluşunu başlatan ve savaşın seyrini değiştiren bir dönüm noktasıydı. Normandiya sahillerinde yaşanan bu operasyon, yaklaşık 156 bin askerin katılımıyla gerçekleştirildi.
Joe Biden ve Avrupalı liderler, geçtiğimiz hafta Normandiya’da, İkinci Dünya Savaşı’nın en kritik anlarından biri olan Normandiya Çıkarmasının 80. yıldönümünü anmak için bir araya geldi. Törene katılan liderler bir taraftan bu çıkarmanın fedakarlıklarını anlatırlarken, diğer taraftan da Avrupa’da gerçekleşen seçimlerin estireceği rüzgârları ve ardından yaşanacak siyasi ve ideolojik çatışmaları da tartışma fırsatı buldular.
Bu anma gününden kısa bir süre sonra, 27 Avrupa ülkesindeki vatandaşlar Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanmaya başladı. Bu seçimler, Avrupa’nın siyasi manzarasını şekillendireceği ve kıtanın geleceğini belirleyeceği için çok önemliydi. Dünyanın ikinci en büyük katılımlı seçimlerin sonucu, 1944-45 yıllarında yenilgiye uğradığı düşünülen aşırı sağ ideolojilerin yeniden yükselişe geçmesiyle sonuçlandı. Tek parça olan Avrupa’yı bir kez daha bölme potansiyeline sahip bu gücün yeniden dirilişe geçmesiyle birçok insanın uykusu kaçmaya başladı.
Seçim sonuçları, kıtanın dört bir yanındaki milliyetçi ve popülist partilerin yükselişini gösterdi. Fransa’da Marine Le Pen’in liderliğindeki Rassemblement National (RN), önemli bir zafer elde etti. İtalya’da, Giorgia Meloni’nin Kardeşler İtalya Partisi güç kazandı. Almanya’da ise Alternative für Deutschland (AfD) partisinin oyları artış gösterdi. Bu partiler, genellikle milliyetçi, göçmen ve AB karşıtı politikalarıyla biliniyor.
Bu gelişmeler, Avrupa’nın siyasi merkezinin sağa kaydığına ve merkez partilerin aşırı sağın etkisini azaltmak yerine, fikrini benimsemeye başladığına işaret ediyor. Avrupa’nın ekonomik ve sosyal sorunları, göçmen karşıtı ve milliyetçi söylemlerle daha da karmaşıklaşıyor. Özellikle ekonomik sıkıntılar, yaşlanan nüfus ve azalan doğum oranları, daha iyi organize edilmiş göç politikalarının gerekliliğini gündeme getiriyor. Ancak mevcut siyasi ortamda bu tür yapıcı çözümler yerine, kimlik temelli ve dışlayıcı politikalar ön planda.
Kısa süren dostluk
Normandiya çıkarması, yani D-Day, batılı müttefiklerin Nazi Almanya’sına karşı ikinci bir cephe açarak Sovyetler Birliği’ne yardımcı olma çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Amerikan, İngiliz ve Kanadalı askerlerin Normandiya kıyılarına ayak basmasıyla Almanya’ya karşı büyük bir taarruz başladı.
Normandiya çıkarması, yalnızca askeri bir zafer değil, aynı zamanda siyasi bir hamleydi. Eğer Batılı müttefikler ikinci bir cephe açmazsa, Kızıl Ordu’nun Hitler’i yenip Avrupa’da tek başına söz sahibi olacağından endişe ediyordu. Bu nedenle, Normandiya çıkarması hem askeri hem de siyasi bir zorunluluk olarak görüldü.
Gerçekten de Sovyet güçleri, Batılı müttefiklerinden önce Berlin’e ulaştı ve Almanya’nın teslim olmasında büyük rol oynadı. Sovyetler Birliği, 1945’in Mayıs ayında Berlin’i ele geçirerek Nazi rejimine son verdi. Bu zafer, Sovyetler Birliği’nin Avrupa’daki nüfuzunu önemli ölçüde artırdı. Ancak, bu kısa süren dostluk dönemi, yerini hızla Soğuk Savaş’a bıraktı. Sovyetler, Doğu Avrupa’ya kendi iradesini zorla kabul ettirirken, Batılı müttefikler de Batı Avrupa’da güçlenmeye başladı.
Stalin rejimi, Doğu Avrupa’ya kendi iradesini zorla kabul ettirmekle suçlanırken, ABD daha incelikle aynı şeyi Batı Avrupa’da yaptı. CIA’in ilk görevlerinden biri, İtalya’nın savaş sonrası ilk seçimlerinde komünist veya sosyalist çoğunluğu seçmesini engellemekti. Bu çabanın parçası olarak Nazi işbirlikçilerini, Avrupa’nın savaş sonrası kurumlarına dahil etmekti. Bu, Batı Avrupa’nın siyasi ve askeri yapısının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynadı.
Geçen haftaki seçimlerin galibi ve Emmanuel Macron’u erken seçime götüren Fransa’nın Rassemblement National partisinin öncüsü olan Front National (FN), Nazi işbirlikçileri tarafından kuruldu. RN lideri Marine Le Pen, partiyi faşist bağlantılarından arındırmaya çalışıyor, buna Almanya’nın AfD’den uzaklaşmak da dahil. AfD’nin bazı liderleri Üçüncü Reich’a yani Nazi Almanya’sına olan hayranlıklarını ifade etmekten kaçınmıyor. AfD, AP seçimlerinde Şansölye Olaf Scholz’un sözde merkez-sol koalisyonundan daha iyi sonuç aldı. Hristiyan Demokratlar (CDU) ise hala güçlü ancak kan kaybediyor.
Son zamanlarda eski bir Mihver devletinde, İtalya’da, neofaşist Kardeşler İtalya Partisi’nin lideri Giorgia Meloni adım adım liderliğe yürüyor. Meloni, Avrupa’nın aşırı sağının tatlı yüzü olarak uluslararası sahnede poz veriyor, ancak hükümetinin iç politikaları sapkın eğilimler yansıtıyor.
Fransız seçimleri, Paris Olimpiyatları’nın açılış töreninden iki hafta önce, 7 Temmuz’da gerçekleşecek. Macron, faşizm karşıtı seçmenlerin aşırı sağı sandıkta yeneceğini umuyor. Ancak anketler aşırı sağın galibiyetine kesin gözüyle bakıyor ve hatta 2027’de görevi Le Pen’e devredeceği yönünde kulislerde dedikodular yapılıyor.
Avrupa’nın dış politikasında da büyük belirsizlikler var. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırgan tutumu, D-Day törenlerine damga vurdu. Putin’in kendi çıkarlarına hizmet eden bu saldırganlığı, Avrupa’da ciddi bir güvenlik endişesi yaratıyor.
AB’nin İsrail’e olan desteği de bir başka tartışma konusu. İsrail’in Filistin’e yönelik politikaları soykırım olarak nitelendiriliyor. Ancak, İsrail’e olan destek hala sürüyor. Bu durum, Avrupa’nın insan hakları konusundaki tutarlılığını sorgulatan bir unsur.
Bu karmaşık ve belirsizliklerle dolu tabloda, Avrupa’nın siyasi merkezi, aşırı sağın ve popülist hareketlerin baskısı altında değişim geçiriyor. Göçmen karşıtı politikalar, ekonomik zorluklar ve güvenlik endişeleri, Avrupa siyasetinde aşırı sağın yükselmesine zemin hazırlıyor. Bu durum, Avrupa’nın gelecekteki yönünü ve küresel politikadaki rolünü derinden etkileyecek.
Normandiya’daki anma töreni, sadece geçmişi hatırlatmadı, aynı zamanda Avrupa’nın bugünkü ve gelecek yıllarda yaşayacağı zorluklara da ışık tuttu. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana geçen 80 yıl içinde Avrupa, krizlerle boğuştu ve bunları aşmak için birleşme yolunu seçti. Şimdilerde esen siyasi rüzgarlar bu birliği yeniden sorgulanmasına neden oluyor.
Geçmişin derslerini hatırlamak ve geleceğe dair umutları canlı tutmak, Avrupa’nın barış ve istikrar içinde kalabilmesi için hayati önem taşıyor. Böyle bir dönemde bölünme yerine birlik, nefret yerine hoşgörü ve çatışma yerine diyalog yolu aranmalı.
Yaşanan tüm bu gelişmeler, Avrupa’nın geleceğini karanlıktan felakete doğru iten unsurlar. Avrupa’nın karşı karşıya olduğu bu çok yönlü zorluklar, kıtanın siyasi ve sosyal dokusunu yeniden şekillendiriyor. İklim politikalarından dış politikaya, iç siyasetten göçmen politikalarına kadar geniş bir yelpazede yaşanan bu değişimler, Yeni bir Avrupa doğuruyor.
Bütün okuyucularıma iyi bayramlar diliyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***