NECİP F. BAHADIR | YORUM
15 güne sığan şair ölümleri… 25 Mayıs’ta şairlerin sultanı Necip Fazıl son nefesini verdi. 2 Haziran’da ‘Hasretinden Prangalar Eskiten’ Ahmet Arif öldü. 3 Haziran’da ‘mavi gözlü dev’ şair Nazım Hikmet göçtü bu alemden. 7 Haziran’da 3 şairin üzerine güneş doğmadı. Cahit Zarifoğlu, Abdurrahim Karakoç ve Mevlana İdris mavera yolculuğuna başladı. Ölüm yıllarının farklı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Haziran’ın ‘şairlerin ölüm ayı’ olması bir rastlantı mı? Yoksa Haziran şairleri öldüren bir ay mı? Kaderin şairler üzerinde cilveleştiği Haziran’ın sırrı nedir acaba? İnsanın kaderinde tesadüflere yer olmadığına göre… Haziran ölümlerini nasıl anlamak ve yorumlamak lazım? Alevi ve tasavvuf kültüründe ölüme ‘sırlanmak’ denir. Şairler, neden hep Haziran ayında sırlandı? Necip Fazıl farklıdır, önden gider. Ölümün kapısını o açtı… Yakışır üstada.
Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, Nazım Hikmet’in ölümü üzerine ‘Haziran’da ölmek zordur’ diye bir şiir yazdı. O dokunaklı şiirinde Haziran’la ölümü yan yana getirdi. O şiirden bir bölüm; ‘Kökü burada / yüreğimde / yaprakları uzaklarda bir çınar / ıslık çala çala göçtü bu çınar / göçtü memet diye diye / şafak vakti bir çınar / silkeledi kuşlarını / güneşlerini / ‘oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet memet’ / gece leylak / ve tomurcuk kokuyor / üstümbaşım elim yüzüm gazete / vurmuşum sokaklara / vurmuşum karanlığa / uy anam anam / HAZİRAN’DA ÖLMEK ZOR!…’.
Şiirin tadı başka… ‘Acıyı Bal Eyleyen’ Hasan Hüseyin de konuşturmuş duygularını; ‘Bu acılar / bu ağrılar / bu yürek / neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar / bu ağaçlar niçin böyle yapraksız / bu geceler niçin böyle insansız / bu insanlar niçin böyle yarınsız / bu niçinler niçin böyle yanıtsız / kim bu korku / kim bu umut / ne adına / kim için…’
Şairin anlattığı sadece Nazım değil. Geceler bugün de insansız, insanlar bugünde yarınsız, niçinler bugün de cevapsız; Sakalları ağarmış ihtiyar dünya bir soru işareti…
Şiir yazana ‘şair’ demek için kaç kitabı, kaç şiiri olması lazım? Şiiri az, kitabı çok olmayan ‘büyük şairler’ var. Yahya Kemal mesala… Ahmet Arif’in sayfalar dolusu şiiri yok. Tek kitabı var; ‘Hasretinden Prangalar Eskittim.’ Mısraları herkesin dilinde. Şarkılara türkülere kaynaklık etmiş. Nazım’ın izinden yürüyen solun şairi Ahmet Arif’in şiirlerini keyifle okurum. Anadolu’nun yanık ve dokunaklı sesi… Mıralarla, kelimelerle zulme meydan okur. Sloganlaşan mısraları vardır. Slogan şiire yakışmaz. Fakat Ahmet Arif’in şiirlerinde çok fiyakalı duruyor. Şiiri mi sloganlaştı yoksa sloganı mı şiirleştirdi? Galiba şiiri sloganlaştı, herkesin diline pelesenk oldu.
Yeğeni Diyarbekir Kalesi’nin gölgesinde dünyaya gözlerini açan ‘Adiloş Bebe’ye şairce ‘ninni’ söyler: ‘Doğdun / üç gün aç tuttuk / üç gün meme vermedik sana / Adiloş bebem / hasta düşmeyesin diye / töremiz böyle diye / saldır şimdi memeye / saldır da büyü… / Bunlar engerekler ve çıyanlardır / bunlar / aşımıza ekmeğimize / göz koyanlardır / tanı bunları / tanı da büyü…’. Sadece Adiloş Bebe’nin mi aşına ekmeğine göz kondu? Engerekler, çıyanlar dün olduğu gibi, bugün de her yerde değil mi? Onun için şiir eskimez. Şairi Haziran’da ölür ama şiiri yadigar kalır.
Ahmet Arif’le yapılan bir röportajda okumuş ve not almıştım. ‘Ben alkışa dayanıklı biriyim’ diyordu. Ne demek istediğini de şöyle anlatıyordu: ‘… Ve bunların alkışı benim gibi bir ‘dağlı’ için yakışıksız bir lüks olur ancak. Alkışa karşı dayanıklı olmak önce bir yetişme ve eğitim sorunudur. Hem devrimci töreye, hem bizim aşiret töresine göre bir yiğit alkışa tutkun olamaz. Eh, yiğitlik zagonu bu olunca bize de buna uymak düşer’.
Alkışların nice insanı şımarttığını ve yoldan çıkardığına tanıklık etmiş biri olarak Ahmet Arif’e ‘helal olsun’ diyorum. Her şair gibi ‘sessizliği’ de sever Ahmet Arif; ‘Ben, sessiz ve derin bir halkın çocuğuyum. Hem yalnız sessizlik değil, genel olarak korkusuzluk da halkımın en belirgin özelliği. Buna direnme ve başkaldırıyı da ekleme gerekir’.
Aynı zamanda ‘Umudun şairidir’ Ahmet Arif; ‘Umutsuzluğa düşmek devrimciye yasaktır. Cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile. Yalnız yasak değil ayıptır da. Çünnk devrimcinin kendisi insanlığın yarını ve umududur. Bu bayrak yüreğime delikanlıyken çekildi…’. Hangi şair umutsuzdur ki… Umut ölürse insan da ölür. Ümitvar olmak yaşamanın belirtisidir. Umut hayatın kendisidir. En son umut ölür, sonra ruh…
Mahpushane’nin de şiirini yazar: ‘Haberin var mı taş duvar? / demir kapı kör pencere / yastığım, ranzam, zincirim / uğruna ölümlere gidip geldiğim / zulamdaki mahzun resim / haberin var mı? / görüşmecim yeşil soğan göndermiş / karanfil kokuyor cigaram / dağlarına bahar gelmiş memleketimin…’. Ah o yeşil soğan, o kadar çok şey anlatıyor ki… Yaşayan bilir.
‘33 kurşun’ şiiri dramatik bir olaya dayanır. 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde 33 kişi, hayvan kaçakçılığı iddiası üzerine 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı’nın emriyle kurşuna dizilir. 32’si ölür biri kaçarak kurtulur. Anadolu toprakları nice zulmü ve acıyı bağrında barındırır. O şiirden bir bölüm; ‘Vurulmuşum / düşüm gecelerden kara / bir hayra yoranım çıkmaz / canım alırlar ecelsiz / sığdıramam kitaplara / şifre buyurmuş bir paşa / vurulmuşum hiç sorgusuz yargısız / kirvem hallarını aynı böyle yaz / rivayet sanılır belki / gül memeler değil / dom dom kurşunu / paramparça ağzımdaki…’.
İsmet Özel ‘Celladına Gülümserken’, Ahmet Arif cellada bağrını açar ve meydan okur; ‘Vurun ulan / vurun / ben kolay ölmem / ocakta küllenmiş közüm / karnımda sözüm var / haldan bilene…’.
Şairler sadece aşk şiiri yazmaz. Zulme de isyan eder. Cahit Zarifoğlu ‘Şair aşka boyun eğer, zulme değil’ der. Zulme boyun eğmeyen, itiraz eden, hatta meydan okuyan Ahmet Arif’i şiirleri eşliğinde size de anlatmak istedim. Bugünün acılarına, zulümlerine tercüman olsun diye…
Ve final; Ahmet Arif haksızlıklara maruz kalan masumları görünce şöyle der; “Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, umutlarını yok ettiniz, bahçeleriniz bahar görmesin…”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***