M. NEDİM HAZAR | YORUM
Bilen bilir, lafa “alengir” katmayı sevenlerden değilimdir. Tayyip Erdoğan’ın bu ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden biri de sanırım, insanların normal zamanlarda baskıladığı bazı zaafların ortaya çıkmasına sebebiyet vermesidir.
Daha önce de bu köşede belirttiğim gibi, sözgelimi “Büyük Anadolu İrfanı” isimli bir efsaneye inanıyordum Erdoğan öncesi. Yaşanan süreç ile beraber Anadolu’da elbette bir takım irfan sahibi, vicdan sahibi insanların varlığı muhakkaktı ancak, mutlak ve genel bir irfandan söz etmek bir yana şark kurnazlığı tabirinin irfandan çok daha önemli bir karakteristiğimiz olduğunu öğrenmiş olduk.
Yine daha önce yazıp çizdiğim gibi, zulüm süreci uzattıkça mazlum iki şeye yöneliyordu: Bunlardan biri bakıyor ki bir şey değişmiyor ve değişmeyecek saçma şeylere yoğunlaşmaya başlıyor. Diğeri ise zulüm uzadıkça mazlum illegaliteyi keşfediyor.
Ebu Seleme Gülen olayına da böyle bakıyorum. Yok “Paşa ile telefon konuşması”, yok “Meral’ı Gıdıkla” komedisi üzerinden 15 Temmuz çözümlemesi kastırması böylesi bir çaresizlikten başka bir şey değil. Düşünsenize sade suya tirit Youtube videosundan Wikipedia’dan hallice sözüm ona felsefi sallamalarda bulunan kasıntı Dücane bile topa girdi. Gerçi Cündioğlu ve siyasal İslamcıların iflah olmaz pespayeliği hakkında başka bir yazı bile yazılabilir ama ana konumuzdan uzaklaşmış oluruz.
Ben bugün müsaadenizle başka bir şeyden bahsedeceğim: Nev zuhur arketipler.
Arketip kelimesini herkes bilmeyebilir. Hani etimolojik olarak kurcalasak sanırım Antik Yunan’a; Eflatun’a kadar uzanırız ama geçtiğimiz yüzyılda İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung’un dolaşıma soktuğu ve benimsendikten sonra neredeyse kullanılmadığı alan kalmayan bir kavramdır arketip.
Bu Jung denilen amcamız aslında vaktiyle Freud’un yediği içtiği ayrı gitmeyen hatta aralarında usta-çırak ilişkisi olan bir zat-ı muhterem ama sonradan yolları ayrılıyor. Freud’un meşhur id, ego ve süperego meselesi var ki şimdi bu mevzuya dalmanın hiç anlamı yok. Buna karşı Jung’a göre kolektif bilinçaltı, bireysel bilinçaltının ötesinde, tüm insanlık tarafından paylaşılan derin bir bilinçaltı seviyesidir. Bu seviyede, ortak deneyimler ve evrensel semboller bulunur. Jung, arketipleri bu kolektif bilinçaltının yapı taşları olarak tanımlar.
Usta psikiyatristin temel arketip modelleri ise şunlar:
Anne Arketipi: Şefkat, koruma ve besleme özelliklerini simgeler.
Kahraman Arketipi: Macera arayışı ve engelleri aşma çabasını simgeler.
Gölge Arketipi: İnsanların bilinçli zihni tarafından bastırılan karanlık, genellikle negatif yönlerini simgeler.
Bilge İhtiyar Arketipi: Bilgelik, bilgi ve rehberliği temsil eder.
Anima ve Animus: Anima, erkeğin içindeki dişil yönü, animus ise kadının içindeki eril yönü simgeler.
Bunlar bilinen şeyler…
Aslında arketip doğu felsefesi açısından çok yeterli bile değildir, Allah imkân verir de yayınlayabilirsem “Filme’l-Yakin” kitabında bu konuyu epey ayrıntılı ele aldım. Prototip biraz daha farklı bir kavram.
Biraz daha kök bir kavram esasen. Yani ilk model, ilk sürüm. Misal, kötülüğün prototipi şeytandır, gibi… Arketip ise toplumun, tarihin, olayların şekillendirdiği karakter edisyonları diyelim. Şöyle diyelim; şeytan prototiptir, Ebu Cehil arketip.
İş bu Erdoğan ve siyasal İslamcı çetenin ülkeyi mundar etmesi neticesinde pek çok yeni ve enteresan arketipler ortaya çıktı. Hani bunlara ne kadar temel ne kadar yan sanayi arketip deriz bilemiyorum ama bana çok ilginç gelmekte.
Söz gelimi Ruşen Çakır denilen gazeteci kılıklı kullanışlı eleman şahane bir arketiptir. Hani dip koçanını kurcalasak epey eskilere antik çağa, oradan müşrik listesine kadar uzanırız. Ama gerek yok!
Keza havuz medyasının tüm leşkerleri ise başka bir arketip modelidir.
Sinan Oğan’dan Mustafa Destici’ye, Meral Akşener’den Devlet Bahçeli’ye, Deniz Baykal’dan Muharrem İnce’ye uzanan bambaşka bir arketip modeli var mesela. Bunlardan 10 yıl önce bahsetmek mümkün değildi.
Ben size Cemaat’in yaşadığı bu sert ve acımasız süreç sonrasında ortalığa dökülen arketiplerden bahsedeceğim.
Misal, vaktiyle cemaatin kıyısına ilişip ufaktan maaşını cukkalayıp, hani birazcık da kariyer filan kasan tiplemeler, süreç sonrasında birdenbire birilerine yaranmak adına mazluma vurmayı matah bir şey zanneden arketipler var. Ebu Seleme gibi karakterler ve olaylar yaşandığı anda bulundukları kuytuluktan kafalarını çıkarıp çorbaya kaşık sallayanlardan bahsediyorum.
Çok alıngan olup, edep sınırını aşmayacağını bilsem Ahmet Dönmez ve benzer arketip modellerinden de bahsedeceğim ama şimdi durduk yere gerilim çıkarmayayım; Veysel Hoca kızıyor!
Daha önce de defalarca dikkatimi çekmişti ama yazmaya değer bulmadığım için boş vermiştim. Bir model daha var. Değil mesleki kariyerini neredeyse tüm hayatını Cemaat’e yaslayarak geçinmiş, 15 Temmuz sonrası korkudan mı, başka bir şeyden midir bilmem bir anda savrulmuş modeller var.
Aslında bunların da bir dolu alt modeli var. Mesela parayı çok sevenler var. Eğer bu zorlu süreçte Cemaat’e sahip çıkarsa kendisinden maddi yardım talep edileceğinden ödleri koptuğu için susanlar, hafiften ikileyenler misal.
Bunların bir de şirretleri var…
Düşünün devasa bir yıkım yaşanmış, insanlar enkaz altında: kadınlar, yaşlılar, çocuklar…
Hani resmi kayıtlara göre darbe ile doğrudan ilişkilendirilebilmiş bin kişi var mıdır bilmem ama iki milyona yakın insanın hayatı paramparça edilmiş. Tecavüzler, intiharlar, cinayetler, hastalıktan ölümlerin haddi hesabı yok.
Bugüne kadar tek bir mazluma, mağdura sahip çıkmayı bırak, tek bir damla gözyaşını bile silmemiş bazı modeller, tüm hayatlarını, kariyerlerini hizmet hareketine borçlu oldukları halde, utanmadan bu tür vakalarda bulundukları taşın altından çıkıp, bir tekme de kendileri atmayı marifet sayıyorlar.
Vaktiyle ATV’de (O zaman havuzun değildi) bir kamera şakası programı izlemiştim. Şakacı ekip en az beş kişi, taksim meydanında bir adamı evire çevire dövmeye başlıyor. Hani “Bakalım kim bu ölçüsüz şiddete dur diyecek?” sosyal deneyi gibi bir şey yani.
Tam bu esnada enteresan bir şey oldu ve oradan geçenlerden biri, gelip ne olup bittiğini sormadan yerde yatan adamı tekmelemeye başlamıştı. Bırakınız mağdura, dayak yiyene yardım etmeyi, olayın ne olduğunu bile bilmeden dayak atanlara katılmıştı!
Bugünlerde Cemaat’in yaşadığı tam da bu.
Bir bakıyorsunuz Ali Koç girişiyor, bir bakıyorsunuz Osman Kavala’nın avukatı, sonracıma Adnan Hoca giriyor topa, ardından Selahattin Demirtaş tekmili birden. Liste uzun Haluk Levent’ten Berna Laçin’e kadar gidiyor yani.
Ruşen, karanlık Odacılar filanı saymıyorum! Onların hayatının anlamı zaten Cemaat nefreti ve düşmanlığı.
Bu son olayda hani söylemek hiç içimden gelmiyor ama “meslektaş” diyeceğim biri tıpkı biraz önce söylediğim gibi gizlendiği köşesinden kafasını uzatıp, bir tekme de kendi attı utanmadan sıkılmadan.
Bugüne kadar tek bir mağdura sahip çıktığını görmedim. Ve zannetmiyorum ki yıllarca Cemaat’ten maaş alan bu şahıs, bu zor dönemde bir mazluma bir kuruş yardım etmiş olsun. Utanmadan sıkılmadan infosunda hala gazetenin bilmem nere temsilcisi yazabiliyor üstelik. Bugün zalimin yanında yer alıp, dün maaşını veren insanların üzerine çullanmayı nasıl bir ahlaki düzleme oturtabiliyor anlamış değilim.
Aslında meselenin başka bir boyutu var.
Nereden baksan en azından 50’sine dayanmış bu vasat arketiplerin mesleki kariyerlerine baktığınızda kocaman bir “sıfır” görmek tesadüf olmasa gerek. Bir tek gazeteci yetiştirmemiş, tek bir kitap yazamamış bu vasatlar yıllar yılı Gülen’in yakınında olmayı kendilerine bir tür rampa olarak kullanmışlar. Samimiyetle söylüyorum bu bahsini ettiğim şahsı ne zaman kampa gitsem Gülen’in karşısında el pençe divan durduğunu görürdüm. Şimdi ise tekme atmayı marifet zannediyor.
Bugünler elbet geçecek…
Bundan adım kadar eminim…
Ama bu ayrıntıları herkes hatırlayacak burası da kesin.
Russell’un harika bir sözü var, diyor ki, “İnsan olduğunuzu unutmayın, geri kalan her şeyi unutsanız da olur!”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***