ADEM YAVUZ ARSLAN | AMERİKA GÜNLÜĞÜ
Yoğun siyasi gündemler ve Türkiye’de yaşanan olağanüstü insan hakları ihlalleri nedeniyle bir süredir ‘Amerika Günlüğü’ yazılarına fırsat bulamamıştım. Öyle ya, okurlarımın canı burnunda, herkes ‘survivor’ modundayken ben ‘Macera dolu Amerika’ yazıları yazamazdım. Ancak öyle bir konuya geldim ki, artık bunu pas geçemezdim.
Amerikan filmleriyle büyüyen bizler ‘backpackers’ yani sırt çantasına dünyasını yükleyip yollara düşenlere aşinayız. Kadın erkek,genç yaşlı fark etmez (Nick Nolte veya Reese Witherspoon’un filmlerini izleyin mesela) her yaş, her cins veya her sosyal gruptan insanlar kendini yollara, dağlara vuruyor.
Hem de öyle böyle değil, aylarca süren binlerce kilometrelik yürüyüşler. Kimisi için kendini arama, kimisi için bir şeyleri ispat kimisi için de sadece ‘Ben Appalachian Trial’i yürüdüm olummmm’ deme motivasyonu.
Üstelik az buz değil, mesela Amerika’nın doğu yakasını güneyden kuzeye kesen Appalachian Trial’i her yıl yaklaşık 3 bin kişi yürüyor. Dediğim gibi; Amerikalılar yürümeyi hem de gerçek anlamda yürümeyi seviyor.
Ben böyle bir şeye cesaret edebilir miyim, çıksam ikinci gün pes eder miyim bilmiyorum ama kendini dağlara vurup aylarca vahşi yaşamda hayatta kalma mücadelesi verenlere büyük hayranlık ve saygı duyuyorum.
Biraz merak biraz hayranlıkla bu parkurlarda yürüyen insanların paylaşımlarını, kitaplarını okuyorum. Gerçi artık sadece Instagram postlarını takip ediyorum. İşte öyle takiplerden birinde genç, ufak tefek ve biraz da bizim oraların insanlarına benzeyen genç bir kız gördüm. O da ne? Paylaşımları (https://www.instagram.com/meryemyukse1/) İngilizce ama ismi Türk.
Takibe aldım, bir süre takip ettim, izledim. ‘Dünya küçük’ dedikleri bu olsa gerek diye düşündüm çünkü Amerika’yı güneyden kuzeye baştan başa yürüyen bu Türk kızı benim üniversite yıllarından bir dostumun kızı çıktı. Eh bu durumda irtibat kurup kendisiyle konuşmam şart oldu. İnstagramdan irtibat kurdum. Yürüyüşünün Washington DC yakınlarına denk gelen kısımlarında buluşmak üzere sözleştik.
Aradan iki aya yakın zaman geçti ve ben Türkiye’nin bitmek bilmeyen ve ömür tüketen gündemleriyle uğraşırken Meryem dağ bayır dere tepe aşıp haftalarca yürüdükten sonra Virginia’ya ulaştı.
Washington DC’ye bir saat 45 dakika mesafedeki, Shenandoah yamaçlarında bir mola yerinde buluştuk. Meryem Yüksel ile konuşmaya başlamadan saygım bir kat daha arttı. Çünkü dünyanın en uzun en zorlu parkurlarından sayılan (2 bin 200 küsür mil yani yaklaşık 3 bin 600 kilometre) Appalachian Trial’i tek başına yürüyen bu arkadaş oldukça ufak tefek sayılır.
Öyle ki arkasından baktığınızda ‘yürüyen çanta’ görebilirsiniz.
Meryem Amerika’da doğup büyümüş. Bilgisayar mühendisliği okumuş ve geçen sömestr mezun olmuş. Annesi tıp doktoru, babası başarılı bir üniversite profesörü. Florida’da yaşıyorlar. Kısacası dışarıdan baktığınızda bir ‘Amerikan rüyası’ yaşıyor.
Ancak Meryem Yüksel bunları bırakıp kendini yollara vurmuş. Doğal olarak bu yolculuğun ardındaki motivasyonu merak ediyorum. Hatta “Rahat mı battı?” şeklinde bir soru sordum. Meryem Amerika’da doğup büyüdüğünden, kendini İngilizce daha rahat ifade ettiğinden bu deyimi duymamıştı ama açıkladığım da “Galiba biraz öyle oldu!” dedi.
Florida’da bilgisayar mühendisliği okuduğunu, mezun olduktan sonra bir şirkette işe başladığını ama kapalı bir alanda ve gün boyu ekranın karşısında çalışmanın kendisine göre olmadığını gördüğünü anlatıyor. ‘Bir hayali olduğunu onu gerçekleştirmek istediğini’ söylüyor.
Üniversite yıllarında zaten günlük ya da hafta sonu ile sınırlı kısa dağ yürüyüşleri yapmış ama Appalachian Trial gibi dünyanın en uzun en zorlu parkurlarından birini yürümek hayli sıra dışı bir karar.
Gerçekten de kulağa bile ürkütücü geliyor.
Düşünsenize; Amerika’yı güneyden kuzeye yürüyorsunuz. 14 eyaletten geçip 3 bin 600 kilometre yol gidiyorsunuz. Sırtınızda 15-20 kilo ağırlığında çanta ve zaman zaman 2 bin metreyi bulan yüksekliklerden geçmeniz gerekiyor.
Meryem Yüksel biraz da kendi sınırlarını test etmek istemiş. Fiziğiyle ters orantılı işlerin altına cesurca girebilen, daha sonra acil servis hemşiresi olup dünyanın çatışmalı bölgelerinde gönüllü olarak çalışmayı planlayan idealist bir genç vardı karşımda.
Sonuçta Appalachian’ı bitirebilmek her faniye nasip olacak bir şey değil. Peki böyle bir karara ailesi nasıl yaklaşmış ? “Pek mutlu olmadılar ama karşı da çıkmadılar.” diyor. Babası ‘Ayılara da selam söyle’ demiş.
Burada virgül koyayım; benim kızım bu yolu tek başına yürümeye kalksa kalpten giderim herhalde.
Meryem Yüksel’den dinlemeye devam edelim. Bu parkuru yürümek neredeyse 6 ay sürüyormuş, Her yıl binlerce kişi bu yolları yürüyormuş. Kendisi Georgia eyaletinin Springer Dağlarından başladığında kendisine 2 bin 400 küsür numarasını vermişler. Yani 2024 yılında bu parkuru yürümeye başlayan 2 bin 400 küsürüncü kişi. Biz konuştuğumuzda yolculuğunun 61. günündeydi.
Meryem, “Adeta yürüyen bir şehir var bu dağlarda!” diye tarif ediyor.
Yol boyunca çok ilginç kişilerle tanışmış. Herkesin bir takma adı oluyormuş. “Kim olduğunu bilmiyorum ama bu yıl yürüyenler arasında ‘Türkish Delight’ takma adını kullanan birisi daha var.” diyor.
Peki, “Kız başına bu dağlarda tepelerde tek başına dolaşmak güvenli mi?” diye temel soruyu soruyorum. Meryem Yüksel bugüne kadar birkaç istisna dışında ciddi bir güvenlik sorunu yaşanmadığını anlatıyor. Ülkenin bu bölgesinde yaşayan ayıların da çok saldırgan olmadığını hatırlatıyor.
Ayrıca yolda mutlaka başka kişilere rastlanıyormuş.
Yürüyenler küçük bir ücret karşılığı bir app yüklüyorlar. Yol üzerinde nerede mola verilir, nerede çadır kurulabilir, su nerede bulunur, nerede yemek bulunabilir. Ayrıca kullanıcılar mesajlarla tecrübelerini de paylaşıyorlarmış. Mesela “Şurada şöyle bir durum var, filan yerde şöyle risk var başka yerden gidin!” gibi.
Peki yeme içme ihtiyaçları?
Genellikle iki üç günlük hazır yemekler, bol kalorili şeyler alıyor, taşıyorlarmış. Arada civar köy ve kasabalardan yiyecek temin ediyor, ağırlık olmaması için minimal yaşama önem veriyorlarmış. Gerçekten de sırt çantasında lüzumsuz tek bir malzeme yok.
Meryem uzun saatler yürürken, gece orman da küçük çadırının içinde doğayı dinlerken uzun uzun düşünme imkanı olduğunu anlatıyor. Sorgulamalar, çözümlemeler ve edinilen tecrübeler..
Bu arada ilginç bir şey daha öğrendim; bazıları bu parkuru yürüdüğünü CV’lerine yazıyorlarmış. İşveren olsam bu yolu yürümeyi başaranı kesinlikle işe alırım. Böyle bir irade kolay bulunmaz çünkü.
Bırakmayı düşünmüş mü?
İlk günlerde çok zorlandığını, özellikle de havanın geceleri çok soğuduğunu, iki hafta boyunca yağmurda yürümek zorunda kaldığını ama artık daha çok alıştığını anlatıyor. Bu durum genelde de böyle oluyormuş. İlk günler daha zor oluyormuş. Tahmin edeceğiniz gibi yürüyüş çok maliyetli değil. En fazla birkaç ayakkabı ve kıyafet eskitiyorsunuz. Temel maliyet yemek.
Arada bir duş alma ve çamaşır yıkamak için civardaki küçük motellere uğruyorlarmış. Bir ara çantasındakileri göstermesini istedim. Öyle ya kaplumbağa gibi evini sırtında taşıyordu.
Gerçekten de herşey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Hafif kıyafetler, minik kamp malzemeleri, su arıtıcısı, kalorisi yüksek çikolatalar. Pratik ve hafif bir çadır.
Katlanabilir çatal ve bıçak bile yapmışlar. Mesleğin ilk yıllarında kameramanlık da yaptığım için biliyorum; o kameralar ilk yarım saatten sonra ağırlaşmaya başlar bir kaç sonra tonlarca ağırlıktaymış gibi gelir. Çanta da öyle oluyormuş ama dediğim gibi bir süre sonra vücud alışıyormuş.
Meryem ile bir süre beraber yürüdük, fotoğraflarını çektim. Gerçekten de ıssız ormanların içinde tek başına yürüyorsun. Duyduğun tek şey kuşlar ve ayakkabılarından çıkan çıtırdılar. Bazen ürkütücü bir sessizlik de olsa ilginç bir tecrübe olduğu kesin.
Meryem ile sohbetim ve yürüşüm bitip, “Allah ısmarladık, yolun açık olsun!” dediğimde hayranlığım bir kat daha arttı. 61 gündür yürüyordu ve önünde üç aylık bir mesafe daha vardı.
Yolun açık olsun Meryem, annelerimizin tabiriyle ‘ayağına taş değmesin.’
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***