Taşra, günümüzde sosyal bilimlerin önemli araştırma, inceleme, tartışma konularından biri. Konuyla ilgili yayımlanmış birçok kitap ve yayın bulunuyor. Değişik görüşler, tezler tartışılıyor. Sinemanın da sık sık setini, ekibini, ekipmanını taşraya taşıdığını söyleyebiliriz. Kısaca diyebiliriz ki bitmemiş, pek de bitecek gibi görünmeyen geniş kapsamlı bir sorunsal taşra.
Günümüzde yaşanan toplumsal, siyasal, ekonomik krizler ve bölgesel savaşlar gitgide dünyayı küçültüyor, daraltıyor ve dolayısıyla sınırlar ortadan kalkıyor. Bunun sonucunda da sanki artık çevre merkezde, merkez çevrede; mesafeler kaybolmuş gibi bir durum da var. biraz da bu nedenle olsa gerek tartışma nihayete ulaşmıyor.
Öte yandan aradaki mesafenin kalkmasa bile büyük ölçüde kısalmış olduğu söylenebilir. Her neyse sonuçta hâlâ, belki biraz da ağız alışkanlığıyla, örneğin kültürel başkent sayılan İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirleri de saymazsak geri kalan şehirlere, kentlere taşra demeyi sürdürüyoruz. Oysa bir başka bakış açısından, bizzat İstanbul’un kendisinin de taşralaşmış olduğu söylenebilir. Konu hayli geniş. O nedenle geçelim ve odağımız olan şiire dönelim.
HEVES, İNAT VE ŞİİR
Galiba şiirle taşranın zaman zaman da olsa birlikte gündeme gelmesine, daha çok, şiir tutkunu bir grup gönüllünün girişimi yol açıyor. O girişim genellikle “merkez”den ve merkezin olanaklarından uzakta, son derece kısıtlı koşullarla ve karşılıksız, bedelsiz emekle yayımlanan bir dergi oluyor. Ki o dergiler hevesle, inatla ve şiir tutkusuyla çıkarılır. Onlardan biri Denizli’de Hakan Keysan’ın öncülüğünde, toplamda elli sayı yayımlanan Sunak dergisi olmuştu. Taşra sorunsalı gündeme geldiğinde konunun bir yerinden, bir biçimde şiir araya illa ki karışıyor.
Bizim konuyu açmamıza yine böyle bir dergi vesile oldu. İlk sayısı Mayıs – Haziran 2023’te çıkan ve yedi sayıdır okurla buluşan iki aylık şiir dergisi Gargalak’tan söz etmek gerekir diye düşündük. Günümüz koşulları dikkate alındığında Gargalak’ın aynı zamanda bir inat örneği olduğunu söylemek gerekir. İki aylık dergi için taşrada yedi sayı bile önemli bir toplam.
Gargalak, Ordu’nun Fatsa ilçesinde bir grup şiir gönüllüsü, tutkunu tarafından yayıma hazırlanıyor. Derginin sahibi ve yazı işleri sorumlusu olarak Fatsalı şair Volkan Odabaş görülüyor. Bir başka Ordu Ünyeli şair İrfan Yıldız derginin yayın yönetmenliğini üstlenmiş. Yayın kurulunda ise Cengiz Şenol, Hüseyin Uygun, Sinan Karadeniz, Sinan Kaban yer alıyor. Hüseyin Uygun aynı zamanda çeviri şiirlerin danışmanlığı görevini yürütüyor.
Merak edenler için derginin adının anlamının kısaca “lodos artığı” olduğunu söyleyelim. Sözlüklerde “dalgaların kıyıya sürüklediği ağaç dalları ve kütüklere verilen isim olarak açıklanıyor. Halk arasında gargalak dışında yalos, lodos tahtası, selinti de denildiği belirtiliyor.
GARGALAK’IN YEDİNCİ SAYISI
Yedi sayıdır okurla buluşan şiir edebiyat dergisi Gargalak’ın son sayısının kapağında Ahmed Ada var. Dergi daha önceki sayılarında olduğu gibi bu sayısında da yakın dönemde yaşamını yitirmiş şairleri selamlamayı sürdürüyor.
Kapak içinde Ada’nın “Göçüm Ol Ey Ölüm” başlıklı şiirine yer verilmiş. Şiirin son üçlüğü şöyle:
Kuşların bulutların hışırtısı oldum
Ey ölüm, muştular olsun ölünce,
Bir sokağın ucundan bakacağım
Denize
Gargalak’ın Mayıs – Haziran 2024 tarihli sayısında şiirleriyle yer alan diğer isimlerse şöyle: A. Garip Selimoğlu, Azer Yaren, Cemile Çakır, Cihan Oğuz, Erdinç Dinçer, Dilek Bayram, Fatma N, Gürsel Yıldırım, Hasan Aktaş, Hızır İrfan Önder, Hüseyin Alemdar, İrfan Yıldız, Nina Şahin, Seval Esaslı, Sinan Kaban, Sinan Karadeniz, Volkan Odabaş, Yaşar Bedri. Görüldüğü üzere dergide yaşlı genç kuşaktan çok sayıda şair bir araya gelmiş.
Şiirlerde bilhassa Ordu’da ya da ilçelerinde yaşayan şairlerin yapıtlarında konuların, temaların yöreden seçilmiş olduğu dikkati çekiyor. Örneğin İrfan Yıldız, “Ünye Taşı” başlıklı şiirinde Amozon kadınar efsanesini, yörenin tarihini, mitolojik anlatıyla harmanlayarak sunuyor:
O eskil ve dirimsel çağların kösnüsü
O yoğun suların ve ak bulutların örtüsü
Kuyular, dibekler, sarnıçlar serendeler içinde
Değirmenlerin öğüttüğü Sezarlar var
Kayalara gizlenip bekleyen mitridatlar
Her zaman yenmeye hazır Roma’yı
YAZARLAR VE YAZILARI
Gargalak’ta yazılarıyla yer alan isimlerse Cengiz Şenol, Hüseyin Cöntürk, İbrahim Dizman, İrfan Yıldız, Fatin Haznedar ve Yaşar Bedri. Yazılar genellikle edebiyatın şiirin güncel sorunlarıyla ilgili. İbrahim Dizdar’ın neden bir “Doğu Karadeniz romanı yok” konusunu irdelediği yazısıyla Cengiz Şenol’un “rüya zamanıyla şiir zamanı”nı Ahmet Muhip Dıranas “Her Şeyin Uzaklaştığı Saat” şiirinden yola çıkarak incelediği yazısındaki yaklaşımlar örneğin, son derece ufuk açıcı. Derginin çeviri şiirlerinin altında imzası olana isimlerse Efe Duyan, Eşref Yılmaz ve Hüseyin Uygun. Şiirleri çevrilen şairler Eka Mekerishvili, Vahtang Glonti ve Sergej Timofejev.
ŞİİRDE YÖRESEL MOTİFLER
Gargalak’ın son sayısıyla birlikte bize ulaşan bir de şiir kitabı oldu. Ondan da söz etmek istiyoruz. “Yeni Bir Şey Yok” adlı kitabın şairi Sinan Kaban. Kitap Kaban’ın ilk şiir kitabı ve Mart 2024’te yayımlanmış.
“Yeni Bir Şey Yok” altmış dört sayfa ve iki bölümden oluşuyor. Kitabın “Yurtta Caz” başlıklı ilk bölümde on sekiz şiire yer verilmiş. Bu bölümün ilk şiiri olan “Gittim Biraz”dan iki betik okuyalım:
Gittim biraz soğuk aldım
Kaloriferleri kesik evden
Gittim yuva diye sarılan akrebe
Oturup ısıttım betonu
Isındığı söylenen dünyada
Atılmıştım işten
İşten atılınca
Aşktan da atılıyor insan
Düşmüşüm ki gözden
Cehennem az kalır yanında
Kaban’ın ilk şiiri çok şey düşündürüyor. Örneğin Behçet Necatigil’i ve onun şiirlerini düşündürüyor. Şiirler genel hatlarıyla dünyada sıkışmış insanın, dahası canı yanan insanın verdiği tepkinin şiire yansımış bir örneği olarak da okunup yorumlanabiliyor…
FOLKLORİK TARZ
Sinan Kaban’ın şiirlerinde düşündüren başka unsurlar da var. Hem Kaban’ın yalnızca dünyada sıkışan insana odaklanmamış olması dolayısıyla hem de şiiri kurma yöntemiyle ilgili duraksamalar oluşturuyor. Şiiri kurma yöntemiyle ilgili olarak düşünmeye yönelten etkenlerin başında Kaban’ın dil, söyleyiş, teknik ve hatta tema olarak da folklorik tarza yaslanmış olması diyebiliriz. Yine de bütün şiirler için söyleyemeyiz bunu. Daha çok kitabın genel havasıyla ilgili bir izlenim denilebilir. Ancak sadece bu izlenimden yola çıkarak Sinan Kaban için folklorik şiirlerin şairi gibi bir saptama yapılabileceğini düşünüyoruz. Neticede okuduğumuz, şairin ilk kitabı. Her türlü hükmün erken ve yanıltıcı olma ihtimali yüksek.
ŞİİRİN İLKELERİ
Şiirin elbette uygulanmakta olan ilkelerinden ve özelliklerinden söz edilebilir. Bugün itibarıyla onlardan biri de dilin olabildiğince şahsileştirilmesidir. Ayrıca şiir sözcüklerle yazılır, ama şiirde dil, sadece sözcüklerden ibaret değildir. Şiirin günümüzdeki geçerli ilkelerinin bunu da içerdiğini eklemek gerekir.
Hem biçim, hem biçem; hem tema, izlek, konu olarak şiir, anonim olanın, müşterek olanın tekrarıyla beklenen sıçramayı gerçekleştiremeyeceği de benimsenen bir yaklaşımdır. Çünkü şiir sözcüğün en geniş anlamıyla, aynı zamanda sıçramadır. Değişimdir, dönüşümdür. Yıkımdır, yıkmadan yapılmayandır, yapılamayandır. Kaban’ın kitabından bir şiir daha okuyalım.
“Eyleme Giden” başlıklı şiirden bir bölüm:
Darp etmeden günü güneşi buruşturmadan
Görünür olsun bu da burada dursun diye
Derdimiz vardı rağmen güle oynaya
Bir kişi daha binse
Kalkamayacak ağırlıkta otobüs dolusu heyecan
Duyulmazdı zaten eskiden kalma bir istibdatta
Görünsün bu da burada dursun diye bir daha
Şanlı şehirlerden gazi perilerden
Ovayı geçip uşşak makamlı yoldan
Çıkıp gelmiştik kurşunlanmış levhalar geçmiştik
Bu da burada dursun diye
Yürüyüp geçecektik dünyadan
Sinan Kaban’ın kitabında folklorik söylemin kıskacından çıktığında açılabileceği şiire dair önemli ipuçları da var. “Eyleme Giden” şiirinde olduğu gibi. Belki de yöresel olanın şiire dönüştürülmesi çağırıyor şairi bu tarzın kıskacına. Ancak öyle anlaşılıyor ki Kaban, şiirin yapılışında oluşan sorunların yabancısı da, onlarla başa çıkamayacak kadar deneyimsiz de değil.
‘FOLKLOR ŞİİRE DÜŞMAN’
Şiirde folklor konusu açıldığında herhalde Cemal Süreya’nın meşhur “Folklor Şiire Düşman” başlıklı ve 1956 tarihinde A dergisinde yayımlanan yazısını anımsamayan yoktur. Süreya yazısında genel hatlarıyla şiirin folklorik unsurların rüzgârına kapılarak yazılmasına itiraz eder. Süreya’nın itirazı aslında Garip’in şairaneye olan itirazına da benzetilebilir. Cemal Süreya’nın Oktay Rifat’ı Garip sonrasında folklora yönelmesin eleştirerek şairin “sanat endüstrisi” pazarlarına bol sayıda çürük mal sürmek zorunda kaldığını dile getirdiği yazısından bir bölüm okuyalım: “Folklordan kaçınmaya önemli bir sebep daha var: Kişilik. Bakın dikkat ederseniz şiirde kişiliğe bugün eskisinden daha çok önem veriyoruz. Sanırım gelecekte bu daha da çok olacak. Çok güzel de olsa iki şiirin yazanını şair kılmaya yetmemesi, şairi belli olmayan şiirlerin estetiğe konu olamaması bu fikrimi doğruluyor. Kişiliğin tadı şiir dünyasını bir tuttu ki bugün, bir şiiri bir şair yazarsa güzel oluyor da aynı şiiri bir başkası yazınca olmuyor. Mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca kişilik sahibi bir şairdir, ‘Kızılırmak Kıyıları’nı kendi havasından, kendi kişiliğinden geçirerek yazmıştır.”
Cemal Süreya’nın son derece yerinde uyarısının önemli ve etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ki altmış yıllık birikim de bunu kanıtlar niteliktedir. Halk şiiri geleneğinin baskısına boyun eğilmemiştir. Direngen ve temkinli olmuştur. Modern Türkçe şiirin bugüne kadar geleneğin baskısı karşısında yenilikçi, değişimden, dönüşümden yana hamlelerle sürdüğünü de kaydetmek gerekir.
KALKTI GÖÇ EYLEDİ KARADENİZ
Sinan Kaban’ın şiirlerinde yergi, taşlama, atışma gibi halk şiirinin âşık geleneğinin deyiş kalıplarının çok da zorlanmadan kullanıldığı dikkati çekiyor. Mevsimlik göç Karadeniz’in başlıca özelliklerinden. Yaz başlar başlamaz büyük şehirlerden İstanbul başta olmak üzere yurt içinden ve yurtdışından Karadeniz’deki köylere doğru bir göç başlar. Yaz biterken de göç tersine döner. Kafileler halinde yola düşülür.
“Kalpte Kazı” başlıklı kitabın ikinci bölümünde on yedi şiir yer alıyor. Kaban’ın bu bölümdeki şiirlerinden birinde Doğu Karadenizlilerin mevsimlik göçü var. Göçün odağında aslında fındık hasadı olduğunu da kaydedelim. fındık toplama dönemi yörede adeta bir ayindir. Kaban’ın o hasat zamanını ve göçü betimlediği “Kuzeyde Sonbahar Ayini” başlıklı şiirden iki betik paylaşalım:
Sarı çuvalların mavi brandaların üstünden
Sekerek ocak diplerinden yamaçlardan atlayıp
Yan yana dizilmiş çözüm ortaklarının kuşluk çayına
Tekeri yanmışken patpatların dünyayı döndürmekten
Gelirken kar köylerde birkaç ihtiyarla
Ay’a batmış hurmaların içinden
Çıkageldi sonbahar
Her patikadan geçildi yaykınlar dereyi kesti
Ellenmedikyeri kalmadı toprağın sallanmadık dalı
Döndü turşularıyla büyük şehirlere uçaklar
Kalıplara su terazilerine demire ilmek atmaya
Derneklerde kâğıt oynamaya döndü kabilem
Yerinde ağır gürgenlerin üstünden
Boşageldi sonbahar
Sinan Kaban’ın, kıvrak şiir dili, onun Ordu’nun yüzde yetmişi için maden arama ruhsatı verilmesine yönelik de tepki gösterecek bir şair olduğu izlenimi uyandırıyor. Hiç kuşkusuz yörenin tüm yaşamını yok edecek girişime karşı şiirin diliyle itirazın da etkisi olacaktır. Ayrıca şairin sorunu tarihselleştirmek konusunda “Eyleme Giden” şiirinin son dizesindeki yaklaşımı önemli. O dizeleri okuyalım:
Değişmese de hiçbir şey
Bin yıl daha değişmeyecek de olsa
Karşı durmak için
Ben oradaydım diyecektik
Kaban’ı ilk kitabındaki şiirler onun nereye doğru yol alacağına yönelik merak oluşturması bakımından da önemli. Sinan Kaban’ı, takip edilecek şairler listenize şimdiye kadar yazmadıysanız, yazabilirsiniz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***