Ricardo MANZOTTİ
Çeviren: Gencer ÇAKIR
Einstein, “geleneksel temel kavramların tutarlı kullanımı bizi çözülmesi zor paradokslara götürdüğünde […] bilinçsizce onlar tarafından yönetilmemek için tekrar tekrar temel kavramların eleştirisine girişmemiz gerektiğini” iddia etmiştir. Bilinç sorunu tam olarak bu kategoriye girmektedir. Hermann von Helmholtz’un 150 yıl önceki öncü çalışmalarından Anil Seth, Giulio Tononi ve Christof Koch’un son çalışmalarına kadar, nörobilimciler sinir sistemi içinde bilince benzeyen bir şey bulmaya çalışıyorlar; şimdiye kadar kilit meseleyi ele almakta hep başarısız oldular: Nasıl oluyor da bir beyin, beyin olmayan bir şeyi deneyimleyebiliyor? Gözlemledikleri nöral kanıtlar hiçbir zaman korelasyonlardan öteye geçememiştir. Sinir sistemi her türlü ilginç olguya ev sahipliği yapmaktadır, ancak bilinç bulunamamıştır. Aslında, beyinde olup bitenler hakkında ne kadar çok şey bilirsek, beklenmedik bir şey bulmak için o kadar az alan kalır.
Bu cesaret kırıcı durumla başa çıkmak için mevcut bilinç teorileri, gizemi başka bir yere kaydıran çeşitli geçici hipotezler (IIT, kuantum temelli teoriler, beliren özellikler, panpsişizm, illüzyonizm) ortaya atmıştır. Einstein’ın belirttiği gibi, ilerlemek için bir adım geri atmanın zamanı gelmiştir. Zihin-Nesne Özdeşliği (MOI – Mind-Object Identity) hipotezinin yapmak istediği de tam olarak budur.
Bu hipotez, bilimsel gerçeklik görüşümüze bir şey eklemeden ya da onu değiştirmeden bilincin yerini belirlemeyi öneren radikal fizikalist bir hipotezdir. Olsa olsa, bilinç araştırmalarının çoğuna musallat olan naif natüralizmin kalıntılarını bir kenara bırakmamızı ve fiziğin bize söylediklerini ciddiye almaya başlamamızı öneriyor.
Temel bilgilerle başlayalım. Tam şu anda, fiziksel dünyada sizinle aynı olan bir şey var. Sizin durumunuzda bu şeyin ne olduğu konusunda sadece bilgim dâhilinde tahminlerde bulunabilirim. Ancak, algılama ile başlarsak, büyük olasılıkla bir dizüstü bilgisayar, bir oda, bir pencere, bir masa, belki de içinde sıcak kahve bulunan mor bir kupa gibi şeylerden oluşan bir dünya olacağını makul bir şekilde varsayabilirim. Bu, fiziksel dünyanın fiziksel bir alt kümesidir. Buraya kadar her şey yolunda. Henüz bir gizem yok. Ancak Platon’dan ve daha güçlü bir şekilde Descartes’tan beri meseleyi bu şekilde algılıyoruz: Ben buradayım ve dünya dışarıda, çünkü ben dünyadan ayrıyım.
Meselenin bu şekilde kavranması bir gizem yaratır. Nasıl olur da dünya burada benim bir parçam olarak bulunurken, dışarıda olmaya devam edebilir? Tüm çözümler değişmez bir şekilde öznenin bilinç (ya da yönelmişlik [aboutness], ya da temsiller, ya da zihinsel imgeler) adı verilen bir tür süper güce sahip olması gerektiğini, yani dünyayı dışarıda bırakarak benliğin (ister beden, ister zihin, ister ruh olsun) içinde dünyayı sunma kapasitesine sahip olduğunu öne sürmüştür.
Sözde bir sorun olduğunu göstereceğim şeye bu sözde çözümü getirdiğimiz anda, bilinç çözülemez bir muamma haline gelir.
ÇÖZÜM
Daha iyisini yapabilir miyiz? Evet, ancak dünyadan ayrı olduğumuza dair temel önermemize meydan okursak. MOI hipotezinin yaptığı da budur. Hipotez basit: vücudunuza göre gerçekleşen fiziksel nesnelerden oluşan bir dünya var; dizüstü bilgisayar, kupa ve geri kalan her şey. İçerisi ve dışarısı yoktur. Burası ve orası yoktur. Fiziksel bir dünyada bekleneceği gibi sadece sizin varlığınız, yani siz varsınız. Dizüstü bilgisayar ve kupaya ilişkin “bilinçli deneyiminiz”, bedeninize göre gerçekleştikleri haliyle dizüstü bilgisayar ve kupadan başka bir şey değildir. Peki, sizin deneyiminiz nedir? Bedeninize göre gerçekleşen fiziksel nesnelerin alt kümesidir. Zihin (göreceli) nesne ile özdeştir. Dolayısıyla Zihin-Nesne Özdeşliği (MOI) adını alır.
MOI hipotezinin birkaç avantajı vardır. Birincisi, elimizdeki tüm bilimle tamamen uyumlu olan fizikalist bir hipotezdir. İkincisi, herhangi bir ad hoc hipotez gerektirmez (Ockham bunu onaylardı). Üçüncüsü, dünya deneyimimizle (ya da belki de şöyle yazmalıyım “dünya olarak varoluşumuzla”) uyumludur. Dördüncüsü, bu yaklaşım, nöral süreçlerin aşırı değişkenliğine rağmen algının istikrarlı olması gibi nörobilimcilerin kafasını kurcalayan pek çok olguyu açıklar.
Ama durun bakalım! Birçok okuyucunun bu hipotezin fizikalizme ters düştüğünü söyleyerek itiraz ettiğini duyar gibiyim. Varlığımızı nasıl bedenin dışına yerleştirebilirsiniz? Ama aslında fizikalizm hiçbir zaman beden-izm ya da beyin-izm olmamıştır. Fizikalizm yalnızca her ne isek bunun fiziksel dünyanın bir parçası olması gerektiğini belirtir. Hangi parçası olduğunu söylemez. MOI hipotezi sizin ve benim tamamen fiziksel olduğumuz konusunda hemfikirdir; bilinç dediğimiz şey kafanın dışındadır, evet, ama fiziksel dünyanın bir parçasıdır.
MOI hipotezi idealist/panpsişist bir görüş müdür? Hayır. MOI nihai fizikalist görüştür; birbirleriyle ilişki içinde olan nesneler (göreli nesneler) dışında hiçbir şeye yer vermez. Panpsişizm her şeyin üzerine zihinsel bir örtü serildiğini varsayar: bu sadece steroidler üzerindeki düalizmdir. MOI hipotezinde, varlıkları diğer nesnelerle olan ilişkileriyle tanımlanan nesnelerden oluşan tek bir dünya vardır (sizin dünyanızdaki kupa, ideal ya da mutlak kupa değil, vücudunuza göre gerçekleşen kupadır). Yani panpsişizm yoktur.
Öte yandan idealizm, fikirleri olan düşünürlere ihtiyaç duyarken, MOI’de ne fikirlere ne de düşünürlere yer vardır, yalnızca karşılıklı nedensel ilişkiler yoluyla birbirlerini var eden göreceli nesnelere yer vardır. Bizler nesneleriz. Ancak bilim insanlarının her zaman işaret ettiği, benliği bedenle özdeşleştirmemenin maddi olmayan bir ruh kavramını kabul etmek anlamına geleceğinden endişe duydukları nesneler – bedenlerimiz – değiliz. Neyse ki MOI hipotezi başka bir çözüm öneriyor: Bizler bedenlerimize göre yer alan nesneleriz.
İTİRAZ VAR MI?
İki itirazın hemen karşılanması gerekir: deneyimin değişkenliği ve özellikle rüyalar, hayal gücü, hafıza ve halüsinasyonlarda deneyimin gerçek dünyadan ayrıldığı varsayımı. Önce değişkenliği ele alalım. Farklı insanların gerçekliği en azından bir dereceye kadar farklı algıladıkları doğru mu?
Masanızdaki mor kupayı ele alalım. Renk körlüğü nedeniyle ben onu kırmızımsı olarak algılarken, sizin için daha mavimsi olabilir. Bu benim sizin zihninizdekinden farklı bir zihinsel kupa gördüğümü kanıtlamaz mı? Hayır. Aslına bakarsanız, fizik zaten basit bir açıklama sunuyor: birçok fiziksel özellik görecelidir. Algıladığımız özelliklerin hepsi göreceli özelliklerdir, yani kendi bedenimize göredir.
Fizikten çok standart bir örnek vereyim: göreli hız. Otoyolda, siz 30 mil hızla gidiyorsunuz. Ben 50 mil hızla gidiyorum. Ann saatte 40 mille gidiyor. Çok hızlı olan John ise saatte 60 mil hızla gidiyor. Tüm bu hızlar elbette yere, asfalta göredir. Yine de John size göre 30 mil, bana göre 10 mil ve Ann’e göre 20 mil hızla gidiyor. O halde John’un gerçek hızı nedir? Bu soru anlamsızdır. Tüm hızlar hem gerçek hem de görelidir. John’un arabasının etrafında ne kadar nesne varsa o kadar göreceli hızı vardır. Bu standart fiziktir. Aynı mantık tüm özelliklere uygulanabilir: uzunluk, boyut, şekil, renkler, koku, tat, ısı, ağırlık, doku, ses. MOI hipotezi ile, kendi varlığımızda bulduğumuz özellikler yalnızca bedenimize göre gerçekleşen özelliklerdir.
Rengi düşünün. Cep telefonunuz beyaz bir arka plan görüntülüyor. Ancak yaklaşırsanız veya bir mercek kullanırsanız, kırmızı, yeşil ve mavi noktalardan oluşan eşit aralıklı bir ızgara görürsünüz. Peki, bu gerçekten beyaz mı yoksa gerçekten çok renkli bir mozaik mi? Her ikisi de. Göreceli olduğu bedeninizin özellikleri göz önüne alındığında, ekran uzaktan beyazdır ve yakından renklidir. Başka bir beden söz konusu olduğunda, başka bir şey.
Öznellik kavramı bir icattır; soyut Platonik biçimlerden ya da görünmez zihinsel özellikler aracılığıyla algılanan naif mutlak fiziksel nesnelerden oluşan fiziksel bir dünyaya olan inancımızı sürdürme arzusuna verilen tarihsel bir yanıttır. Ancak fiziksel dünyayı göreli özellikler açısından ele alırsak, neden hem farklı hem de iç içe geçmiş fiziksel dünyalarda yaşıyor olduğumuzu açıklamak için fazlasıyla yeterli bilgiye sahip oluruz.
Bu sizi ve diyelim ki bir fotoğraf makinesini aynı seviyeye mi koyar? Hayır. Çünkü benim bedenim ve kamera çok farklı iki nesne ve dolayısıyla çok farklı göreli özellikleri varlığa getiriyorlar.
Şimdiye kadar ilk itirazı ele aldım: varoluşun değişkenliği. Peki ya rüyalar, hayal gücü ve halüsinasyonlarda olduğu gibi bilincin görünürdeki özerkliğine ne demeli? Bunlar bilincimizin gerçekten de fiziksel dünyadan farklı olduğunun kanıtı değil midir? Tam bir açıklama getirme umudum olmasa da, yine de algı ile başlayıp rüyaların, hayal gücünün ve halüsinasyonların bunun özel bir durumu olduğunu göstererek çözüm hakkında genel bir fikir vereceğim.
Günlük yaşamlarımızda naif model, burada ve şimdi olduğumuzdur. Varlığımızı uzay ve zamanda bir nokta olarak hayal ederiz. Ancak bu, deneyimlerimize ve fiziğe aykırıdır. Melodilerden, seslerden, uzaktaki nesnelerden, jestlerden oluşan ve sonlu bir zaman aralığına yayılan bir şimdi içinde yaşıyoruz. Varlığımızı kapsayan bu aralık ne kadar uzun? Pratik amaçlar için genellikle çok kısa olduğunu varsayarız. Ancak böyle bir varsayım fiziksel bir eşik tarafından koşullandırılmamıştır. Bu sadece genel bir varsayımdır.
Işığın bedenimize ulaşması için geçen süre açısından ölçüldüğünde, güneş bedenimizden 8 dakika uzaklıktadır. Parlak Jüpiter bir saate kadar uzakta olabilir. Yıldızlar yıllar öncesinden gelebilir. Geleneksel açıklama, takımyıldızların kendilerini değil, ışıkla taşınan görüntülerini gördüğümüz yönündedir. Ancak bu model doğru olsaydı, dünyayı değil, ışıkla taşınan görüntüleri görüyor olurduk. O zaman bu görüntülerin doğasının ne olduğunu ve bunların bizde nasıl “temsil edildiklerini” açıklamamız gerekecek ve en başa dönmüş olacaktık. Bu vakalar algının yalnızca uzamsal olarak değil, zamansal olarak da genişlediğini göstermektedir. İhtiyacımız olan ilk unsur budur.
Fiziksel süreçlerin uzamsal ve zamansal olarak genişletilmiş olduğu düşünüldüğünde, hafıza, rüyalar, hayal gücü ve halüsinasyonlar, algı nesnesinin gerçekleşmiş ve halen şimdiki zamanı etkilemekte olan nesne ve olayların bir araya getirildiği algı durumları olarak açıklanabilir. Yani rüyanızda meşhur pembe fili görürsünüz çünkü bir kaleydoskopta olduğu gibi iki ayrı olay (pembe bir şey ve bir fil) nedensel süreçler yoluyla bir araya gelmiştir.
MOI hipotezi, algıyı güvenilir bir halüsinasyon olarak açıklamak yerine, halüsinasyonları gecikmiş algılar olarak açıklar. Bu gibi durumlarda MOI, uzay ve zamanda yayılmış böyle bir nesneyle basitçe özdeş olduğumuzu öne sürer. Bunun algıdan bir farkı var mı? Kesinlikle yok, algıda da uzay ve zamanda yayılmış bir nesneyle özdeşizdir, sadece bu nesne genellikle bedenimize daha yakındır.
Eğer rüyanızda çocukken birlikte oynamaktan keyif aldığınız ölmüş akrabalarınızı görüyorsanız, elbette artık orada değillerdir. Ancak nedensel etkileri hâlâ oradadır. Algı için de aynı şey geçerli değil mi? MOI hipotezi sizden fiziksel dünyaya uzay-zamansal olarak genişletilmiş süreçler şeklinde yeniden bakmanızı önerir.
Aslında, bu rüya ve halüsinasyon modeli lehine çok güçlü ve tutarlı ampirik kanıtlar vardır, yani bildiğimiz kadarıyla düşsel deneyimlerimiz çok sıradandır. Hiçbir zaman radikal biçimde yabancı temel özellikleri deneyimlemeyiz. Rüyalarımız veya halüsinasyonlarımız gündelik, tanıdık özelliklerimizle doludur: renkler, şekiller, bedenler, tatlar, duyduğumuz ve çıkardığımız sesler. Şaşırtıcı derecede beklenmedik şekillerde karıştırılmış ve yeniden bir araya getirilmiş olsalar da.
Hayal gücü de fiziksel dünya ile bu tür bir özdeşliğin geçerli bir örneğidir. Örneğin kanatları olan pembe bir fili kolaylıkla hayal edebilirsiniz ama görmediğiniz bir rengi ya da algılamadığınız bir tadı hayal edemezsiniz. Yine de umutsuzluğa kapılmamalıyız. Evrimin de gösterdiği gibi rekombinasyon son derece güçlüdür; bütün canlılar dört bazın rekombinasyonundan başka bir şey değildir.
Bu aynı zamanda neden halüsinasyon gördüğümüzü ya da rüya gördüğümüzü de açıklamaktadır. Bunu yaparız çünkü ya fizyolojik/çevresel koşullar (uyku) ya da olağandışı koşullar (ilaçlar/hastalıklar/bozukluklar) nedeniyle yakın dünyanın önemi azalır ve geçmiş olayların akışı herhangi bir sırada devreye girer.
Peki ya bilinç üzerine olan çalışmaların niyetlilik, yönelmişlik [aboutness], birinci şahıs perspektifi, düşünümsellik, öz-bilinç gibi çok sayıda sorunla meşgul olmasına ne demeli? MOI hipotezi bunlarla nasıl başa çıkıyor? Burada bunları tek tek ele alamasam da genel bir stratejiye işaret edebilirim. Bunların hepsi, başlangıçta hedeflediğim yanlış önermeyle, yani özne ve nesne arasındaki ayrılıkla başa çıkmak için yaratılmış sözde problemlerdir. Jeosentrizmi ayakta tutmak için yörüngelerin oynadığı rolün aynısını oynarlar. Yanlış öncül bir kenara bırakıldığında, onlar da bunu takip edecektir.
Özetlemek gerekirse, farklı insanlar farklı bedenlere sahip oldukları için nesneleri farklı algılarlar. Dolayısıyla farklı göreli dünyalarla özdeştirler. Bedenler kadar çok sayıda göreli dünya vardır. Bedeninizin rolü, özdeş olduğunuz dünyaya nedensel bir referans çerçevesi sağlamaktır. “Dünyayı göreli konumumdan algılıyorum” ifadesi “kendi bedenimin konumuna göre değişen bir fiziksel özellikler dünyası var; bu dünya benim ben dediğim şey” ifadesine dönüşür.
MOI hipotezi ne bir kamera ya da mikrofonun dünya deneyimine sahip olduğunu ne de deneyimin her yerde olduğunu iddia eder. MOI, zor problem denilen şeyin, her zaman özne ve nesnenin ayrı olduğu varsayımından ve dolayısıyla bedenin ve özellikle de beynin içinde hayalet bir dünya arayışından kaynaklanan sözde bir problem olduğunu öne sürer.
Kendimiz ile bedenimize göre nesnelerin alt kümesi arasındaki özdeşlik bir kez kabul edildiğinde, “beynin içinde özel bir şey” aramaya gerek kalmaz. Bu özel şeyin varlığı (buna qualia, bilinç ya da fenomenal deneyim diyebilirsiniz), fiziksel dünyanın mutlak nesneler açısından naif bir şekilde kavranmasının ve fiziksel dünyadan farklı olduğumuza dair yaygın inancın bir yan ürünüdür. Aslında dünya sıradan nesneler ve zihinsel nesneler olarak ikiye ayrılmaz. Sadece (göreceli) nesneler vardır. Peki, siz tam olarak hangi nesnelersiniz? Siz, sadece başka bir nesne olan bedeninize göre var olan nesnelerden oluşuyorsunuz.
Dünya ile aramızdaki ayrımı bir kez belirlediğimizde, bedenimize göre var olan nesneler (masa, kupa) istediğimiz tek şeydir. Artık kendimizi kafamızın içine yerleştirmemize gerek yoktur. Varoluşunuza bakın, bunu göreceksiniz. Varlığınızda bulduğunuz nesneler sizsiniz. Algı kimliktir. Algıladığınız şey ne olduğunuzdur. Bunca zamandır bilinç gerçekten de göz önünde saklı mıydı?
Riccardo Manzotti kimdir?
Filozof, psikolog ve yapay zekâ uzmanıdır. Aynı zamanda “The Spread Mind” kitabının yazarıdır. Eserin Türkçe tercümesi için bkz. Yayılmış Zihin: Deneyim ve Dünya Özdeşliği. Çeviri: Buse Duyar. Babil Kitap. 2022.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***