Havalar ısındı, düğün sezonu açıldı. Her ölümlünün hayatında bir kere tadacağı, aşkın taçlandırılması, başarılı hayatın göstergesi düğünün bir masal atmosferinde kutlanması için haftalar, aylar öncesinden hazırlıklar başladı.
Masalın esas kahramanı gelin. Gelinlik, gelin başı, gelin seti, gelin çiçeği… Damat bu masalın yan karakteri. Daha çok gelini memnun etmek için var. Dişiyi çiftleşme çağıran dans eden erkek kuşlar gibi… Dişi düğünle evlilik kurumuna ikna edilir ve masal karakterimiz gelin Sinderella, Külkedisine döner.
Aşkın zirvesinde ilişkinin düğünle taçlandırılması denilen şey, aşkın bir sözleşmeyle taahhüt altına alınması. Aşk taahhüt altına alınabilir mi? Tabi ki hiçbirimiz bu niyetle düğün yapmadık, evlilik kurumunu sürdürmek istemedik. Ama evlilik sonrası ilişkinin durumuna bakıldığında ortak kurulan hayatta çoğu sorumluluk kadına ait. Maddi sorumluluklarının yanında evin düzeninden ve temizliğinden kadın sorumlu. Erkeğin ve çocukların bakımından kadın sorumlu. Hatta evlilik ilişkisinin devam etmesinden bile kadın sorumludur; “Yuvayı dişi kuş yapar.”
İnsanlığın varoluşundan beri böyle olduğunu sandığımız bugünkü evliliğin geçmişi 200 yıl öncesine dayanıyor. Hafif sanayiden ağır sanayiye geçişte daha sağlıklı ve güçlü işçilere ihtiyaç vardı. Sekiz ile on yaşlarında çalışmaya başlayan, günde on iki saat çalışan işçiler kırk yaşına gelmeden ölüyorlardı. Yeni bir işçi sınıfı ailesi yaratılarak kadınlar fabrikadan eve çekildi. Erkek işçinin evi tek başına geçindirebilmesi için ücreti artırıldı. Erkeğin işyerinde veriminin artırılması için bakımı şarttı. Bunu yapacak olan kadındı. Kadın, fabrikadan eve çekilerek aynı zamanda sağlıklı proleterler doğurması için üremesi de kontrol altına alındı. Kadının ev içinde tam zamanlı işçi olduğu bu evcilleştirilmiş işçi sınıfı ailesinde kadın ve erkeğin cinselliği de kontrol altına alındı. Bu evliliğin içindeki kadınlar erdemli kadınlar oldu. Yaşamın her alanında bu erdemli kadınlar sürekli ideal kadın olarak empoze edildi.
Bütün filmlerde çiftler evlilikle mutlu sona kavuştu…
Peki kadınlar çok fazla kayıplarının olduğu bu ilişkinin sonuçlarını bildiği halde neden gelinin fırlattığı çiçeği tutmak için birbirleriyle yarışır? Erkeklerse damadın fırlattığı papyondan kaçışır ?… Kadını köleleştirdiğini bildiğimiz, erkeğin hizmetçisi ya da asistanı pozisyonuna sokulduğu bu ilişki tarzını neden reddedemiyoruz? Tek nedeni toplum baskısı mı? Toplum baskısından daha önemli olan ve bu ilişki tarzından çıkmamızı sağlayacak olan gerçek; “kadınların varoluşlarının ancak bir erkekle mümkün olabileceğine inanması “. Gücümüzün ve yarattığımız değerlerin farkında değiliz. Erkekler boşandıktan sonra hayatını sürdürmekte kadınlara göre daha fazla sorun yaşıyorlar. Kendi bakımını bile yapamayan bir insan türü nasıl oluyor da üzerimizde söz sahibi olabiliyor. Çok basit iktidar erkeklerde. Ve bu iktidar şiddetle sağlanıyor. Boşanma aşamasında her gün bir kadın öldürülüyor. Ve yine boşanma aşamasında babalar çocuklarını öldürüyor.
Bu şiddetin içinde kimse mutlu olamaz. Bu şiddetin olduğu yerde peri masalı yazılamaz. Başka bir düğün mümkün mü ancak bizim var olan evlilik kurumunu reddetmemizle ya da evliliği toptan reddetmemizle mümkün.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***