Suzan DEMİR
The Handmaid’s Tale’in June karakteriyle popülerleşen ve son dönemlerin başarılı drama oyuncularından biri olan Elisabeth Moss, Türkiye’de tüm bölümleri Disney+’da yayınlanan FX’in yeni dizisi The Veil’de karşımıza bir İngiliz gizli servis ajanı olarak çıkıyor.
Dizi bir MI6 ajanı olan Imogen Salter’ın (Elisabeth Moss), Adilah El Idrissi (Yumna Marwan) adlı IŞİD’li bir kadını Suriye’deki bir mülteci kampından kurtarıp onu sırlarını açıklamaya ikna etmekle görevlendirilmesini anlatıyor. Bu operasyona aynı zamanda Fransız istihbaratı DGES ile ABD istihbaratı CIA de dahil. İki kadının Suriye’den Türkiye’ye oradan Paris ve Londra’ya kadar uzanan hikâyesini izliyoruz The Veil’de.
Tabii dizi ya da filmler İstanbul’a uğrayınca Türkiye izleyicisini cezbeden bir tarafı olur. İstanbul nasıl göründü, ne kadar yansıdı, kim oynadı? İstanbul ve Türkiye imajında batı açısından pek değişen bir şey yok. Mekân yine Sultanahmet- Eminönü hattı. Oyuncu olarak ise Türkiye’nin uluslararası dizi ve film temsilcisi sayılacak kadar yapımda rol almış Haluk Bilginer var.
Ama dizide bu defa Türkiye ile ilgili ilginç bir detay var. Imogen, üçüncü bölümde Adilah ile konuşurken diplomat olan babasının, kendisi 16 yaşındayken İstanbul’da bombalı bir eylemle öldürüldüğünü söylüyor. Adilah “Babanı kim öldürdü?” diye sorduğunda ise “TDKP. Türkiye Devrimci Komünist Partisi. CIA ile çalışıyorlarmış” yanıtını verir.
Kabaca bir hesap yapınca Imogen 40’lı yaşlarında. Ki Elisabeth Moss 41 yaşında. Bunu bile kıstas alırsak Türkiye’de bilinen tek TDKP, 1996 yılında illegal siyasetinin yönünü değiştirdi ve böylesi eylemleri o dönemde yok. Türkiye’de 70’lerde Amerikan askerlerine, yabancı büyük elçilere yönelik Denizlerin ve Mahirlerin eylemleri var. Ama bu bahsedilen olayın Türkiye siyasi tarihiyle bir paralelliği de yok. Tabii Imogen’un bahsettiği elbette bir kurgu hikâye ama Steven Knight gibi birçok bilindik dizi, filme imza atan bir senaristin, Türkiye’de komünist parti adını yapay zekâ yazılımlarından bulup bulmadığı sorusu da akla gelmiyor değil.
Gelelim diziye The Veil, Adilah’ın Ezidi kadınlar tarafından Türkiye sınırına yakın, BM’nin Suriye’deki mülteci kamplarından birinde tanınmasıyla başlıyor. Adilah, kampta linç edilmeye çalışılıyor. Imogen ise orada devreye giriyor. Zira Adilah IŞİD’in üst düzey bir komutanı olarak bilinen “Rakka Cini” olarak aranmaktadır. Imogen ise onu oradan kaçırıyor. İki kadın oradan İstanbul’a daha sonra da Bulgaristan üzerinden Paris’e uçuyor. Zira Adilah zaten Cezayir kökenli bir Fransız vatandaşı. İkili yolda bir şekilde bağ kuruyor.
Dizi baştan itibaren iki karaktere de çok mesafeli ya da tarafsız bakmıyor. İkisinin de insani yanlarına odaklanıyor. Duyguları alınmış bir ajan ile eli kanlı bir IŞİD’li yerine birbirine güvenmeyen ama güven oluşturmaya çalışan, bunu kendi çıkarları için yapan ama duygu karmaşasına da giren iki karakter çiziyor. Oysaki bir erkek olan James Bond’un “güzel kadınlar” dışında bir duygusuna pek tanık olmayız filmlerde. Ama iki kadın üzerinden anlatılacak siyasi ve büyük bir operasyon içinde kadınların duyguları ile hareket etmesini izliyoruz.
Bunu not ettikten sonra anlatılanların sıradan iki karakter olmadığının da altını kalın kalın çizip hatırlatma fayda var. Biri İngiliz ajanı diğeri IŞİD komutanlarından biri! Neredeyse birbirine karşı empati yapmaya çalışan bu iki kadına seyircinin de empati kumasını istiyor dizi. Hatta çabalıyor da. Imogen’a kayıp geçmişi ve bununla yaşadığı travmayla Adilah’a ise sadece anne olmasından kaynaklı empati kurmamızı bekliyor.
Dizi, film ya da kitap karakterleri ile bağ kurma zorunluluğu yok. Hoşumuza gitmeyen karakterler de anlatılır, anlatılmalı da ama buradaki farklı bir durum. Imogen kendi yöntemleriyle hedeflerine “iyi polisi” oynuyor. Burada bir sıkıntı yok. Sıkıntı Imogen karakterinin kendine ait dertleriyle işi arasındaki dengeyi kuramaması, hem de ajanlık gibi bir görevde!
Bu dengesiz halin bir insani tarafa işaret etmesi. Aynısı Adilah’In koşulları için de geçerli. Bu dengesizlikler ya da duygu karmaşaları hem Adilah için hem Imogen için “aile, çocuk” gibi durumlardan kaynaklı. Kadınlar “zayıf” olurun daha naifçesi. Ama bu zayıflığı anlatmak için de iki uç karakter seçilmiş sık sık tekrarlamakta fayda var: Bir ajan ve IŞİD’li.
Örneğin Adilah’ın bir kızı var, IŞİD yeri geliyor kızıyla da tehdit ediyor onu, ama Adilah işini de yapan bir militan. Dünyayı alt üst eden insanların da aileleri ya da duyguları var. Bunların olmadığına dair bir iddia yok. Sorun bu insanların bunca acıyı, başkalarına yaşatmalarında.
Birinin çocuğunun olması ki bu biri gözünü kırpmadan insanların kafasını kesen, kadınları köle pazarında satan bir örgüte mensupsa, yaptıklarını değiştirmiyor. Steven Knight da şüphesiz buna katılır ama o zaman biz niye Adilah ve Imogen’ı birbirini ve hayatı keşfederken kaçak olan Thelma ve Louise gibi izliyoruz? Tabii burada feminist bir okuma da yok. Çünkü kadınla empati kurulan nokta anne olması…
Dizinin bu yapısal sorunları dışında geri kalanı orta sınıf aksiyon tadında. CIA ve diğer dünya ajanlarının, türe aşina olanların bildiği atışmaları, alan kavgaları ve kaçma kovalamaca. Ama ana eksen bu iki kadının duygu karmaşası ve bu çerçevede verdikleri kararlar.
Yazının başlığına bir açıklama yaparak bitirelim. Imogen babasının katilinin TDKP olduğunu söylüyordu. Fransız yazar Édouard Louis’in Türkiye’de Moda Sahnesi tarafında da tiyatroya uyarlanan kitabı “Babamı Kim Öldürdü?” bir sistem eleştirisi yaparak, işçi olan babası gibi milyonlarca işçinin de insanın da katili olarak bu düzeni işaret eder.
Dizinin son bölümünde babasına dair büyük bir sistemin şifrelerini çözüyor Imogen. Çözdüğü şifre Louis’in işaret ettiğiyle aynı, yani suçlu TDKP ya da Türkiye’de Google aramasıyla ilk çıkacak örgütlerden biri değil, Imogen’ın da dahil olduğu sistem…
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı. Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa’da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
*“Babamı Kim Öldürdü?”, Édouard Louis, Can yayınları
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***