Platform dizileri artık ana akım bir izleme alışkanlığına dönüşmüş durumda. Öncesinde sanat filmi tadında yapımlar mı vardı? Elbette hayır ama ülkemizde şube açanların bir değişim geçirdiği kesin. Tabii ana akıma dönüşmek birçok kişinin de dile getirdiği üzere konuların ve kalitenin de “bahşedilen” ana akıma dönüşmesini kaçınılmaz kılıyor. Şüphesiz ki ana akımın bel kemiği televizyonlardaki yapımların da seyircinin eğilimi üzerine üretildiği söylenir, zira seyirci seçme şansına sahiptir ve elinde bir kumanda vardır! Oysaki seyirci televizyonların yayın politikasına değil, sadece bir cihaza sahiptir. 20 kanaldaki aynı içerikten birini seçmesi eğilimi değil “bahşedilen” üzerinden bir tanesini izlemesidir. Tabii burada tek bir etken saymak doğru değil, bu ana akımlaşmada “sansürün” etkisi de son derece baskın, ona da değineceğim.
Çok temel bir izleme/seçme tanımından girme sebebim platformların daha seçkin, televizyonların ise seçkin olmayan bir izleyici kitlesi var gibi bir tartışma değil. O televizyon içeriklerini yaratanların bu alanları da “o seçim” üzerinden dizayn etmesi. Şimdilerde Netflix Türkiye’nin Top 10 listesinin birinci sırasında yer alan “Kimler Geldi Kimler Geçti” dizisi de bu tanımı ufak bir farkla karşılıyor. Farkı da çoğu insanın sosyal medyadan duyduğu terimleri, klişe bir romantik komedi türüyle harmanlamış olması. Neler bunlar ‘lovebombing’, ‘ghosting’, ‘gaslighting’ ve adını yeni duyduğumuz daha birçok kavram. Bunlar ilişki içerindeki duygusal şiddet türleri olarak da sayabileceğimiz kavramlar. Narsistik kişiliklere özgü, daha çok kadınların maruz kaldığı ve onlardan duymaya başladığımız ve de ifşa ile yaşadıkları psikolojik süreçlerin ortaya dökülmesiyle de tanıştığımız kavramlar.
Sosyal medya alanları için yeni değil ama bir dizi için bunlar ‘modern aşkın sancıları’ olarak ele alınıyor. Ama bunlar, kadın mücadelesinin yükselmesi ve kadınların maruz kaldığı şiddet türlerini sayarken isimleştirdiği kavramlar. Bu kavramların dünya ölçeğinde artık çok anılması elbette bir mücadelenin ve kadınların şiddeti daha çok konuşmasıyla mümkün oldu. Ama bu kavramların ya da ifşa mekanizmasının tıkır tıkır işlediği söylenemez. O elbette daha geniş bir konu, biz bu yazının konusu olan diziye dönelim.
Ece Yörenç tarafından yazılan dizinin başrolünde Serenay Sarıkaya, Metin Akdülger, Hakan Kurtaş, Boran Kuzum gibi isimler var. Bir grup arkadaşı anlatan dizinin odağında Serenay Sarıkaya’nın canlandırdığı Leyla Taylan karakteri var. Leyla, Ömer’le olan 7 yıllık ilişkisini bitirip adına Şeyyaz dediği Feyyaz adlı bir şefle flörte başlar ve o sırada Cem Murathan adlı zengin bir playboy da aklını karıştırır.
Dizi özetle Leyla’nın dayısı da olan Can Taylan’ın şirketinde çalışan bir grup avukatın, bütün dertlerinin patronun yeğeninin aşk hikâyesi olmasından ibaret. Film ya da dizilerde genelde elbette yan hikâyeler ve karakterler olur. Yan karakterler ana karakteri ön plana çıkarmak hatta parlatmakta da kullanılır. Ama bir dizinin yan karakterlerinden spin-off yani yan ürün olan diziler de türer. Bu, dünyada çok rastladığımız bir durum.
Ama Türkiye’de özellikle son dönem platformlara yapılan dizilerde yan karakterler neredeyse tamamen hikâyesiz, tek amacı ana karaktere dayanak olmak. Birkaç insani özellik dışında son derece klişeyle donatılıp ana karakteri parlatırlar. ‘Kimler Geldi Kimler Geçti’ dizisinde de Leyla ve ilişki yaşadığı erkekler dışındaki arkadaş grubu tamamen böyle suni bir tat veriyor.
Dizinin suni tat veren bir başka yönü ise herkesin de tepki gösterdiği ‘orta sınıf’ olarak pazarlanan ama epey üst orta sınıf olan yaşam tarzı. Özellikle krizle beyaz yakalıların işçileştiğini hatırlatmaya gerek yok. Ama hukuk bürolarında patronlu çalışan ve de artık ‘avukat-işçi’ olarak geçen bir sistemin de avukatlar tarafında bir sömürü mekanizması olarak tanımlandığını not düşmek isterim. Ama Leyla ve arkadaşları İstanbul’da değil de Manhattan’da yaşıyor gibiler. Örneğin Leyla ‘Hiç 17 bin liralık şarap içmedim’ der kendisinden daha zengin olana Cem’e; ama hemen ardından gelen sahnede 17 bin liradan fazla olduğu belli bir tasarım elbise giyebilir… Haklısın Leyla Sex and the City’nin baş karakteri Carrie Bradshaw da arada pahalı ayakkabı alınca ekonomik olarak zora giriyordu. Gerçi onun bile Manhattan’da tek göz, kiralık bir evi vardı… Ekonomik krizin bu kadar şiddetli hissedildiği bir ülkede bu karakterlerin bu kadar suni olması ve tepki alması da kaçınılmaz.
Gelelim dizinin kavramlarla parlattığı ‘modern aşk’ hikâyesine. Leyla ve arkadaşları başta saydığımız tüm kavramalara herkes kadar vakıf. Leyla uzun ilişkiden çıkıp güveni sarsılan, haliyle de ilişkileri sorgulayan bir kadın. Dizi de Leyla üzerinden bunu sorguluyor ve elbette bir hikâye de ortaya koyuyor. Dizide Sindirella’nın sonrasını bilmiyoruz, belki de mutlu aşk yoktur gibi artık bu da klişeleşmiş önermeleri de ortaya koyuyor.
Ama tüm eleştirel maskesini ve o havalı kavramlarının hepsini Cem Murathan adlı playboy’u dizi boyunca ‘toksik’ bir adam olarak anlattıktan sonra, onu aklamaya çalışırken harcıyor. Başta seyirciye sunulan klişe zengin adamın hayatından bir dram çıkarıyor. Onun narsist kişiliğini ortaya çıkaran/ifşa eden kadınlarsa ‘intikamcı/takıntılı manyaklar’ olarak kala kalıyor sahne ışıkları altında.
Binlerce kadının nafaka hakkı ise zenginler arasında bir güç oyunu gibi detaylarda veriliyor. Ayrıca şunu da eklemek lazım, dizideki dayı ve ortağı karakterinin gay olduğunun sadece ‘hissettirilmesi’ de başta saydığım ana akımlaştıran bu sansürün etkisi. Ne Netflix’in standartlarından ne de ülkenin sansüründen geçemeyen silikleştirilmiş karakterler… Oysa görünürlük böyle aşılan bir şey değil aksine sansürün gölgesinde durmaktır.
‘Kimler Geldi Kimler Geçti’ dizisi ‘trendi yakalamış’, sonunda kadının olay yerini terk etmesini ‘özgürlük seçimi’ olarak sunan koca bir klişe. Sonuç olarak, dizideki modern dil, Gibi dizisinin ana karakteri Yılmaz’ın dediğinden öteye gidemiyor: ‘Lovebombing, gaslighting, ghosting ve nihayetinde işte kara toprak…”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***