M. AHMET KARABAY | YORUM
Beştepe Sarayı, çeyrek yüzyıldan bu yana eğitim sistemine vurduğu darbeleri ete kemiğe büründürüp yeni bir “maarif modeli” ortaya koydu. Yeni modeli Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin sunuyor olsa da ardında Tayyip Erdoğan’ın durduğunu bilmeyen yok sanırım.
AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 31 Mart seçimlerinden istediği başarıyı elde edebilseydi bugün yeni anayasayı ve hilafetin getirilmesini konuşuyor olacaktık. Buna ilişkin görüşlerimi 22 Mart’ta 1 Nisan sonrası Türkiye’nin gündeminin ne olacağına ilişkin yazımda anlatmaya çalışmıştım.
İstediğini elde edemeyince yeni anayasanın yanından hilafet alınıp eğitimin içeriği getirildi. Beştepe Sarayı’nın talepleriyle örtüştüğünü ortaya koymak amacıyla adına da “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” denildi.
Henüz taslak halinde bulunan metin, 26 farklı öğretim programı ve bir ortak metinden oluşuyor. Toplamda ise 3 bin sayfadan fazla bir hacme sahip. Kavramsal ve tanımsal değişiklikler getiren taslakta en çok tartışmaya neden olan değişikliklerden birisi biyoloji dersinin içeriğinde yapılan değişiklikler oldu.
Yeni müfredatta yapılan birtakım değişikliklerin gerekçelerini de öğrendik. Matematikten integral zor olduğu gerekçesiyle çıkarılmış. Evrim kuramı ise biyoloji dersinden ispatlanmamış teori olduğu gerekçesiyle atılmış. Bunun yerine “yaratılış teorisi” konulmuş.
Doğruluğu yanlışlığı ayrı bir konu. Arama motoruna evrim teorisinin hangi ülkelerde okutulmadığını sorgulatırken karşıma ilginç bir sonuç çıktı. Dünyada sadece 5 ülkede okutulmuyor. Bunlar, Fas, Cezayir, Lübnan, Umman ve Suudi Arabistan. Şimdi bunlara bir de Türkiye ekleniyor. Bu ülkelerin ortak özelliğine baktığınızda hepsinin de Müslüman ortak paydasına sahip olduğunu görüyoruz.
Muhtemelen öteki 5 ülke de bizdeki gibi bu teoriyi “bilimsel olarak ispatlanmadığı” gerekçesiyle müfredat dışı bırakmışlardır. Peki bu ülkeler, dünya bilim liginde nerede dersiniz?
İSLAM TARİHİNDE EVRİM TARTIŞMALARI?
İslam tarihindeki 1000 yıllık evrim tartışmalarını birazdan aktaracağım. Ama önce Charles Darwin’in ortaya koyduğu evrim teorisi hangi temel üzerinde oturuyor ona göz atalım.
Evrenin 4 milyar yaşında olduğu hesaplanıyor. Evrende bir toz zerresinden daha küçük yer işgal eden dünyada yaşamın birden başlamadığı, bunun aşamalı olarak gerçekleştiği var sayılıyor. Bu teoriye göre ilk yaşam formatı tek hücrelilerdi.
Fotosentezle oksijen üretimi sonrasında atmosfer değişti ve çok hücreli yaşam gelişti. Balıklar, amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memeliler sırasıyla evrimleşti. İnsanlar, yaklaşık 200.000 yıl önce homo sapiens olarak ortaya çıktı.
Evrimin bir olgu olduğu, Charles Robert Darwin’in (1809 – 1882) evrim açıklamasının bir teori olduğu görüşü bilim dünyasında daha çok kabul görür.
Katolik kilisesi kendi duvarları arasında ortaya attığı evren görüşüne uymadığı gerekçesiyle Müslüman dünyasında tartıştığı “tekamül” bakış açısını temelden reddetti.
Müslümanlar, 9’uncu yüzyıldan başlayarak 200 yıllık dönemi “İslam’ın bilimde dünyaya yön verdiği asırlar” olarak kabul ederler. Ne var ki bu dönemdeki bakış açısının neler olduğu konusunu bilmek istemezler.
Bu dönemde insanın var oluşuyla ilgili “tekamül” teorisi en önemli tartışmalardan birisiydi. Tekamülün bugünkü karşılığı ise evrimden başka bir şey değil. O dönemdeki Müslüman alimler, yaratılışta “ibda” (var olmayan bir şeyin var edilmesi) çerçevesinde “O semâları ve yeri yoktan var edendir.” (En’am 6/101) ayetini kabul ettikten sonra tartıştıkları önemli ayrıntılar vardı.
“Hani Rabbin, meleklere ‘ben yeryüzünde bir halife atıyorum’ demişti. Melekler ‘Ya Rabbi, sen yeryüzünde kargaşa çıkarmakta olan, kan döken birini mi atıyorsun?” (Bakara, 2/30) ayetinden hareketle insanlığın şimdikinden önce başka bir dönem geçirdiği var sayılıyordu. Zira “halife” kavramının Arapça “ardı sıra gelen”, “eskisinin yerine geçirilen” anlamına geliyordu.
İngiliz doğa bilimci Charles Darwin…
Bu tartışmaları en cesurca yapan isimlerin başında El-Cahiz (781 – 869) yer aldı. Yani Darwin’den 1000 yıl önce. 7 ciltten oluşan 350 dolayında hayvanı incelediği “Kitab el-Hayevan” (Hayvanlar Kitabı) adlı eserinde çevresel faktörün canlının fiziksel özelliklerini nasıl değiştirdiğini anlatır.
Dünyadaki besin zincirinin bir hayvanın hayatta kalma ihtimalinden hareketle önemli tespitlerde bulunur. Farelerin kuşlara ve yılanlara yem olduğunu, yılanların da kendilerinden büyük olan sırtlanlar için besin kaynağına dönüştüğüne dikkat çeker: “Varoluş, başkasının yemeği olmaktan geçer, esas kural budur. Bütün küçük hayvanlar kendinden küçükleri yer ama her büyük hayvan kendinden büyüğünü yiyemez. İnsanlar da hayvanlar gibidir.”
Cahiz, hayvanları alt gruplara ayırır ve basitten karmaşığa doğru sıralar. Hayvanları kendi aralarında tür ve cins olarak gruplandırır. Bunlara ek olarak, hayvanlar üzerinde çevrenin etkisine dikkat çeker. Hayvanların çevreye uyum sağlamak için değiştiklerini ve bu değişimlerini sonraki kuşaklara aktardığını anlatır: “Bir bölgedeki hava şartları kötüleşince, suyu kötüleşir, toprağı kötüleşir, bu durum hayvanların insanların fıtratını değiştirir.”
Cahiz sonrasında da bugün adına “doğal seleksiyon” adı verilen döngüyü anlatır.
İhvan-ı Safâ, bir kişi değil bir grubun adı. 10. yüzyılda Basra yöresinde kendilerini yönetimin şerrinden gizlemek amacıyla İhvan-ı Safâ adını alan grup, dini, felsefi ve ilmi araştırmalarıyla bilinir. Bir araya gelip yaptıkları çalışmaları paylaşan sonrasında da bunları yayınlayan grup, 52 kitaptan oluşan bir eser hazırlar.
Canlıların oluşumu hakkında ortaya koydukları görüşler şu şekilde:
“Üç alem bulunur. Her son üye, kendinden sonra gelen bir sonraki basamağın ilk üyesine bağlıdır. Mineraller, kendinden alttaki su ve toprağa ve onların da alt tipi olan aluminyum sülfat, demir sülfat ve zirkona bağlıdır. Kırmızı altın minerallerin en üst basamağıdır ve bitkilere yakındır. Bitkiler arasında yosun en alt kademededir, buna karşılık hurma, dişi ve erkeğinin bulunuşuyla hayvanlar ve bitkiler arasındadır. Salyangoz bitkilere en yakın hayvandır, fil ise -zekası gereği- insana en yakın hayvandır.”
İhvan-ı Safâ’ya göre doğa, emirlere itaat eden bir mekanizma gibiydi. Doğal seleksiyonu Yaratıcının bir yardımı ve hikmeti olarak görür. İnsanın diğer varlıklara oranla üstünlüklerini ve becerilerini diğer hayvanlara benzetme yoluna gider. Bu görüşe göre insan, hayvanlardaki bazı becerilerin bir araya getirilmiş hali olarak izah edilir.
Maymun, vücudunun insana benzemesi ile ön plana çıkar. Buna karşılık papağan, fil ve güvercin aklıyla, arı ise sanatı ile insana ait olan üstünlükleri ayrı ayrı temsil eder. Bu İslam’daki eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi) terimi ile de uyum gösterir. İhvan-ı Safâ, dünyada canlılığın aşamalı olarak oluştuğunu pek çok şekilde vurgular.
Cahiz’i ve İhvan-ı Safâ’yı uzak bulanlara daha tanıdık bir isimle bu kavramları anlatmaya çalışayım. Farabi (870 – 950). İslam’ın altın çağı denilen dönemde yaşayan Farabi, “Muallim-i Sani” (ikinci üstat, ikinci hoca) olarak anılır. (Birincisinin Aristo olduğu genel kabul görür.)
Biyografisinde 160 dolayında eserinin olduğundan söz edilen Farabi, “El-Medinetü’l Fâzıla (Faziletli Şehir- İdeal Devlet)” adlı eserinde var olmada maddi cisimlerin tabakaları hakkında geniş bilgi aktarır:
“Evvelâ ustukuslar (hava, su, ateş, toprak/cevher) hasıl olurlar. Sonra o cins ve tabiattaki cisimler oluşur ki gaz ve bu grupta olan bulutlar, rüzgârlar ve havada vuku bulan diğer şeyler ve yerin dolayında, altında, suda ve ateşte olan şeyler bu kapsamda. Bunlardan da öteki cisimlerin var olması gerekir öyle ki:
Evvela ustukuslar birbirleriyle karışarak bunlardan birbirine zıt olan birçok cisimler ortaya çıkar. Sonra, bu zıtların bir kısmı yalnız birbiriyle karışır; diğer bir kısmı ise hem birbiriyle hem ustukuslarla karışarak ikinci bir karışma oluşur ki bundan da suretçe birbirine zıt olan birçok cisimler ortaya çıkar.
Böylece karışa karışa eski terkiplerden (sentezlerden) daha karışık yeni terkipler hasıl olmakla, öyle bir aşamaya gelirler ki artık karışma imkânını kaybederler ve onların karışmalarından hasıl olacak cisimler, onlardan da ustukuslar kadar uzak kalarak ihtilat (karışım) son bulmuş olur. Böylece bazı cisimler ilk ihtilattan, bazıları ikincisinden, diğerleri üçüncüsünden bazıları da son ihtilattan hasıl olurlar.
Madenler nispeten sade ve ustukuslara daha yakın ihtilatlardan hasıl olmakla ustukuslardan az uzaktadırlar. Bitki daha girift olup ustukuslardan daha uzak terkiplerle hasıl olur ki evvelkilere nispetle ustukuslardan daha uzakta kalır. Konuşamayan hayvan bitkiden daha karışık bir bileşimden ortaya çıkar. İnsan ise, ayrı bir şekilde, son bileşimden oluşur.”
DİN-BİLİM ÇELİŞKİSİ TARTIŞMALARI
Sonraki dönemde İslam toplumu üzerinden İmam Gazali ve Nizamiye Medreseleri silindirleri geçtiği için düşünmek günah sayıldı. Aklı insanlığa rehber sayan 9-11 yüzyıl anlayışı gitti yerine Farabi’yi kafir sayan Gazali yaklaşımı geldi.
Evrim teorisi söz konusu olduğunda kuşkusuz bilim felsefesi de işin içine girmekte ve din-bilim ilişkisi evrim tartışmalarının çerçevesini belirliyor. Böyle olunca da eğitimde farklı fikirler sunma yerine ezberciliğe dayalı ve söylenene inanan bir model olarak “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” diye başka şeyler sunuluyor.
MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş, 1980 sonrasında cezaevindeyken, “Biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda” demişti. Evrim teorisinin müfredattan çıkarılmasına muhtemelen en çok Adnan Hoca diye bilinen Adnan Oktar seviniyor olsa gerek. Adnan Oktar da kendi hapiste ama hayatını adadığı Evrim teorisi fikirleri Milli Eğitim Bakanlığı’nda…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***