M. AHMET KARABAY | HABER YORUM
Türkiye ve dünya gündemi sıcak gelişmelerle dopdolu. Komşumuz İran’da Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bir kazada hayatını kaybetmesi, içeride ekonominin içine sürüklendiği durumdan kurtarılma çabalarında yaşanan patinaj, toplumun büyük çoğunluğunun enflasyon altında eziliyor olması gibi konular varken sizlerle başka bir konuya yolculuk yapacağız. Geçmişle yüzleşmeyi engelleyen bireysel ve toplumsal tavrımızdan söz etmek istiyorum.
Anlatacağım konuyla ilgili onlarca örnek verilebilir. Bunlardan birine, 25 yıl öncesine gideceğiz. 10 Şubat 1999’da 6’ncısı düzenlenen Magazin Gazetecileri Derneği’nin (MGD) ödül törenine. Sanatçı Ahmet Kaya’ya yılın sanatçısı ödülünün verildiği toplantıya…
Ahmet Kaya, bir yıl önce çıkardığı “Dosta Düşmana Karşı” albümüyle ortalığı kasıp kavurmuş, toplum beklediği ödülü ona vermişti.
Magazin gazeteciliğinin de bir haysiyeti olduğu dönemdi. Çoğu o dönemde yakın dostum olan MGD yöneticileri, olabildiğince titiz çabalarla ödül töreni düzenlediler. Maslak Princess Otel’deki gece onlarca sanatçı ve gazeteci davet edildi.
Sanatçılar birer birer sahneye davet edilip ödüllerini aldı. Sıra Yılın Sanatçısı Ödülü’nün verilecek olan Ahmet Kaya’ya geldi. Bu tür ortamlarda boy göstermeyi pek sevmeyen sanatçı, eşi Gülten Kaya’nın da ısrarı ile geceye katılmaya ikna edilebilmişti.
Bu tür ortamlar, sanatçılar için yeni çalışmalarını duyurduğu platformlar olduğu için Ahmet Kaya da magazin dünyası için haber niteliğinde açıklamalar yaptı. Yeni albümünde bir de Kürtçe şarkı söyleyeceğini duyurdu. Ardından da bunu yayınlayacak yürekli yayıncıların olduğunu bildiğini söyledi:
“Ben bu ödülü İnsan Hakları Derneği adına, bu ödülü Cumartesi Anneleri adına magazine emek veren bütün insanlar adına bu ödülü bütün Türkiye halkı adına alıyorum.
Bu misyonu sana kim yükledi diye sormasınlar, bu misyonu bana tarih yükledi. Bir de bir şey daha bir şey söyleyeceğim. Önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe bir de klip çekiyorum ve bu klibi yayınlayacak yürekli insanların olduğunu da biliyorum. Yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını da biliyorum.”
Ahmet Kaya daha “Kürtçe şarkı” der demez salonda homurdanmalar başladı. Sonrası malum. Yapımcı Tuncay Önder, halen sahibinin sesi televizyonunda her gün program yapan Müge Anlı ve Senkron TV’nin sahibi olan Levent Altınay’ın masasında oturan kim olduğunu bilmediğim sonrasında da hakkında bir bilgiye sahip olmadığım bir kadının tahrikleri sonucu ortalık gerildi.
Salondan yükselen sesler arasında, “Asın bu adamı”, “Bu sünnetsizin sesini kesin”, “Şunun sesini kesecek yürekli biri yok mu?” gibi tehdit dolu sesler yükseldi.
28 Şubat fırtınasının estiği dönemde sahneye çıkan pop müziği sanatçısı Serdar Ortaç, bilinen bir şarkıyı ortama uyarlayarak söylemeye başladı. “Bu vatan bizim, ellerin değil” diyor. “Ellerin değil” derken de Ahmet Kaya’nın bulunduğu masaya bakarak kimi kastettiğini anlatmaya çalıştı.
Çatal bıçak fırlatmaları arasında Ahmet Kaya, mikrofonu yeniden eline alıp ortamı sakinleştirmeye çalıştı: “Biz yaşamımız boyunca Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunduk. Ama Kürt halkının realitesini reddeden insanların da kafasından inmeyeceğini bilmeli.”
Beş dakika önce şık giysili, ödül alan sanatçıları alkışlayan bay ve bayanlar gitmiş, onların yerine pespaye amigolar gelmişti. Ödül aldığında alkışlayanlar, şimdi yılın sanatçısını linç etmeye çalışıyordu.
Ahmet Kaya’ya sahip çıkanlar salondaki garsonlar, Magazin Gazetecileri Derneği yöneticileri ve iki sanatçı vardı sadece. Biri televizyon gazetecisi Savaş Ay, diğeri oyuncu Mehmet Aslantuğ idi. Savaş Ay bir abi olarak insanları sakinleştirmeye çalışıyor ve muhtemel bir saldırıya karşı koruyordu. Mehmet Aslantuğ ise Ahmet Kaya ve eşi Gülten Kaya’nın yanında onlara moral vermeye çalışıyordu.
Neye uğradığını anlamaya çalışan Ahmet Kaya ve asıl şaşkınlığı yaşayan eşi Gülten Kaya’nın aklından ise ödül töreninin bir otelde yaşandığından hareketle, 2 Temmuz 1993’teki Sivas Madımak Oteli faciası geçmekteydi.
Sanatçı Ahmet Kaya, o linç ortamından bir şekilde kurtuldu, sonrasında da doğup büyüdüğü topraklardan uzaklaşmasına ve ölüp gitmesine neden olacak süreç başladı.
ÖZÜR DİLEYENLER VE YAPTIKLARIYLA ÖVÜNENLER
O geceyi daha fazla ayrıntılandırmak anlatmak istediğim noktadan bizi uzaklaştırır diye düşünüyorum. Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra olaylı geceye ilişkin kimi özeleştiriler geldi. Kimilerine göre Ahmet Kaya bölücü bir vatan hainiydi. Aradan aylar geçtikten sonra bile aynı görüşte olanlar vardı. Dönemin Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 20 Temmuz 1999’da attığı “Vay şerefsiz” manşetini yıllar sonra bile savundu.
Vay şerefsiz manşeti Ertuğrul Özkök / FOTO
Samimi şekilde özür dileyenler vardı. Bunlardan birisi Berna Laçin idi. Sanatçı, canlı yayın sonrasında programın sonuna doğru gittiği salonda kendini farklı bir atmosferin içinde bulur. Bunu da konu gündeme geldiğinde bütün samimiyetle anlatmaya çalıştı.
Törene gecikmeli olarak katıldığını söyleyen sanatçı Laçin “Uğur Dündar‘a ‘Ne oldu?’ diye sorduğunu ve “Haberini yapacağız akşama izlersin, rezalet.” dediğini söyledi.
O gece provokasyonda en önde olanlardan bugüne kadar ciddi bir özeleştiri gelmedi. Buna karşı en samimi pişmanlığı pop sanatçısı Serdar Ortaç gösterdi.
Serdar Ortaç’ın o gece yaptıkları unutulacak gibi değil. Ortamı provoke etmekte lokomotif rolü oynadı. Ama en içten özeleştiriyi yapan Serdar Ortaç, kendine inandırmada bugüne kadar en çok zorlanan kişi oldu.
Serdar Ortaç: “1970’te biz Kürtçe selam veremezdik, annem Urfalı bize Kürtçe öğretirdi ve konuşmazdık.
Kendimi kesmek istiyorum, o yıllara döndüğüm zaman” pic.twitter.com/UQKP9glYpk
— Gazete 360 (@360Gazete) May 20, 2024
Yıllar içinde farklı ortamlarda pişmanlık gösterip özür dileyen Serdar Ortaç’a karşı bitmeyen bir kin devam ediyor. Bu şahsın müziğini beğenir ya da beğenmezsiniz, kumarbazlığını yerden yere vurabilirsiniz. Lakin yıllardır bu konuda dile getirdiklerine zerre kadar inanmamak toplumsal bir sorunumuzu ortaya koyuyor.
Bireysel pişmanlığın bu kadar değersiz göründüğü bir toplumda geçmişle yüzleşme yaşanması çok zor yeşerir. Pişmanlık göstermenin fayda etmediği bir toplumda insanlar özeleştiri yapmaz, yapmaya cesaret edemez.
Özeleştiriyi, Batı kökenli Katolik kilisesinin günah çıkarmanın versiyonu olarak görenler ya da özeleştiri tabirini Sovyet diktatörü Stalin’in “Özeleştiri ateşten bir gömlektir ve onu ancak komünistler giyer” sözüne hapsetmek isteyenler yaşadıkları topluma en büyük kötülüğü yapıyor olmalılar.
Özeleştiri konusunda gazeteci yazar Herkül Milas’ın TR724’te alıntılanan yazısı vardı. Kavramı efradını cami, ağyarını mani bir biçimde ortaya koyuyor.
Maalesef özür dilemenin fayda etmeyeceği bir toplumda, geçmişle samimi bir yüzleşme de yaşanmaz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***