Türkiye’de 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerin ardından, Fransa’da medya ve uzmanlar, seçim sonuçlarını tartışmaya devam ediyor.
Türkiye ile fırtınalı bir dönem yaşadıktan sonra, uzun süredir “sessiz bir anlaşma” ile gerginlikleri halı altına süpüren taraflardan, karşılıklı olumsuz tek bir açıklama gelmiyordu. Ancak seçimler, Fransa’da Türkiye ile ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.
VOA Türkçe’nin konuştuğu uzmanlar, seçim sonuçlarının tüm boyutlarıyla etkilerini analiz ederken, bugüne kadar Türkiye hakkında kullanmadıkları önemli ifadeler de kullandı.
Fransız uzmanlar, seçim sonuçlarını, “Gerçek zafer, Türk demokrasisinin direnişinin zaferidir” diye yorumlayarak “en büyük şampiyonun seçmen olduğunu” vurguladı.
Yoğun bir şekilde sandığa giderek “kendi kaderini belirleyen” seçmenin tüm dünyaya “Türkiye’nin Rusya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Putin olmadığını” ispatladığını dile getiren uzmanlar, “Türk seçmen yaşlı Avrupa’ya demokrasi dersi verdi” görüşünü paylaştı.
Ayrıca uzmanlar, bugüne kadar Türkiye hakkında “alaycı” üslup kullanan bir grup Fransız medya mensubu ve uzmana, “bu üsluplarını değiştirmeleri ve özeleştiri yapmaları” çağrısı da yaptı.
“Artık Türkiye ile dalga geçen üsluba bir son verilmeli”
Fransa’da seçim sonuçları en çok, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim yenilgisinin ardından dile getirdiği, “Bizim için 31 Mart bir son değil, bir dönüm noktasıdır” sözü ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, “Türkiye’de demokrasinin gerilemesi sona erdi” mesajına dikkat çekiliyor.
Uluslararası ilişkiler uzmanı, siyaset bilimi öğretim görevlisi Bertrand Badie, France Culture Radyosu’nda seçimleri, “Türk demokrasi kültürünün göz kamaştırıcı zaferi” sözleriyle değerlendirdi. Genç ve dinamik Türkiye’nin yaşlı Avrupa’ya büyük bir “demokrasi dersi” verdiğini belirten Badie, “Bizim gibi sandığa katılımın yüzde 50’yi zor bulduğu yaşlı bir kıtaya dinamik Türk toplumu yüzde 80’e yaklaşan katılım oranı ile adeta bir demokrasi kültürü dersi verdi. Seçmen, büyük zorluklar ve otoriter sapmaya rağmen, gerçek bir demokrasi kültürüyle sandığa giderek kaderine sahip çıktı. Muhalefetin zaferine bakınca da aynısı. Şimdi bu haldeki bir Türkiye’ye sizin verebileceğiniz bir ders yok” dedi.
Badie, “Bir şeyin altını çizmek istiyorum. Türkiye’de yeni bir hareketlilik var. Bu ülkeyle dalga geçmekten vazgeçilmeli. Ucuz şakalarla ‘sultan’, ‘diktatör’ gibi sözler, AB üyeliğine aday oluğunda ırkçılığa varan sözler, yaklaşımlar doğru değildi. Bana göre bu üslup gözden geçirilmeli. Türkiye bir demokrasi ve yeni bir model” diyerek Türkiye konusuna daha objektif yaklaşılması gerektiğini söyledi.
“Fransız medyası Türkiye konusunda özeleştiri yapmalı”
Fransız medyasının seçimleri işleme yöntemine dikkat çeken IRIS Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Başkan Yardımcısı Türkiye uzmanı Prof. Didier Billion da, VOA Türkçe’ye, “Medyada ‘diktatör’ manşetlerinin yerini, bir anda ‘Erdoğan için sonun başlangıcı’ manşetleri aldı. Seçimlerden önce her şey siyahtı, şimdi her şey beyaz. Bütün bu manşetleri atanların bugün bir özeleştiri yapmaları gerekiyor. Erdoğan rejimi otoriter bir rejim. Elbette Erdoğan’ın politik seçimleri Avrupa’nın tercihi değil. Ama Erdoğan yüzde 90’larla seçilmiyor ve dahası Türkiye Erdoğan’dan ibaret değil. Türk toplumu, rejimin anti demokratik saldırıları karşısında direndiğini gösterdi. Bir üçüncü nokta da, kim yönetirse yönetsin, Türkiye, Avrupa ve NATO için vazgeçilmez bir partnerdir” diye konuştu.
Polonya ve Donald Tusk örneği
Le Monde gazetesinin başyazarlarından diplomasi uzmanı gazeteci-yazar Slyvie Kauffmann, France Culture Radyosu’nda katıldığı bir tartışma programında, Polonya’da, muhafazakar hükümetin elinden iktidarı alan Başbakan Donald Tusk’ın seçim zaferini örnek göstererek, “Rejim otoriter olsa da Polonya’da da olduğu gibi seçmen rejimi değiştirme gücünü gösterdi. Bu yerel bir seçim ancak ulusal ölçekte de önemli. Eğer muhalefet toplumla yeni bir güç inşa etmeyi başarırsa, Polonya’daki gibi iktidarı değiştirebilir. İmamoğlu, 2028 için gerçek bir alternatif olarak ortaya çıktı. Erdoğan’ın temel kaybetme nedeni ekonomi ve enflasyon. Üstelik kişisel olarak Anayasa değişikliğini gerçekleştirmek için çok zayıfladı. Bundan sonra Erdoğan, sanırım alım gücü ve enflasyon konusunda çok uğraşmak zorunda kalacak” dedi.
“Ne Türkiye Rusya, ne de Erdoğan Putin…”
Paris’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (CERI/Sciences Po) araştırmacı ve İstanbul’daki Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün eski müdürü Bayram Balcı da VOA Türkçe’ye yaptığı geniş seçim analizinde Bertrand Badie’nin analizini destekleyerek, “Ne Türkiye Rusya; ne de Erdoğan Putin. Bu seçimlerden çıkarılacak en büyük ders, Türk demokrasisinin dinamizmi ve seçmenin tüm dünyaya Türkiye’nin Çin ya da Rusya olmadığını göstermesidir. Gerçek zafer Türk demokrasisinin direnişidir” dedi.
Bayram Balcı, “Ancak daha çarpıcı olanı ulusal çapta verilen oyların sonuçlarıdır. Nitekim AKP, tarihinin başlangıcından bu yana ilk defa en fazla oyu alan parti değil. Yüzde 35 oyla, yüzde 37 oy alarak büyük sürpriz yaratan CHP’nin gerisinde kaldı. Bunun, ekonomik duruma tepki olarak verilen bir yaptırım oyu mu, yoksa gelecekte parlamento veya başkanlık seçimlerinde yeniden üretilebilecek daha derin bir yapısal ayaklanmanın başlangıcı mı olduğunu zaman gösterecek. Bu rakamlar muhalefet açısından umut verici” diye konuştu.
Balcı sözlerini, “İmamoğlu, Erdoğan’ı tahttan indirebilecek bir kişi olma yolunda ilerliyor. Erdoğan’a karşı üçüncü kez düello kazandı ve 31 Mart’taki galibiyet, Ekrem İmamoğlu’nu daha da güçlendirdi. Popülaritesi şehrin sınırlarını aşan 1971 doğumlu Ekrem İmamoğlu; gençliğiyle, 2028’de yapılacak genel seçimlerde 74 yaşında olacak Erdoğan’la karşı karşıya gelecek. Rüzgar ondan yana” diye sürdürdü.
VOA’ya konuşan Strasbourg Üniversitesi öğretim görevlisi tarihçi ve siyaset bilimci Prof. Samim Akgönül de, “demokrasinin zaferi” görüşüne katılsa da, farklı bir bakış açısı sundu.
Demokrasinin sadece sandığa gidip oy kullanmaktan ibaret olmadığını belirten Akgönül, “Türkiye’de temsili demokrasinin seçim kısmı işliyor. Evet, Türkiye bir Rusya değil, Erdoğan da bir Putin değil. Fakat önemli demokratik eksiklikler olduğu da kesin. Avrupa’da temsili demokrasi deyince, bunun artık çok ötesine geçtik; katılımcı demokrasi, müzakereci demokrasi, bireysel demokrasi gibi pek çok kavram var. Demokratik haklar var. Türkiye’de, ‘Birilerini seçeceğiz, o birileri de bizi yönetecek demokrasisi’ var” dedi.
“6’lı masanın 6’sı da siyaseten gömüldü”
Prof. Akgönül, seçimlerin Türkiye içinden analizini yaparken, “CHP yüzde 37 oy aldı, bu büyük sürpriz. Ama burada başka bir sürprize hatta bir devrime, bir mucizeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir önceki seçimlerde umut olarak gösterilen 6’lı masanın 6’sı da siyaseten gömüldü, bir tek kişi kalmadı geride. 10 ayda umut diye gösterilen hiç kimse yok şimdi, seçmen masayı devirdi. Demek aylarca kendilerini kandırmışlar” değerlendirmesinde bulundu.
Ekrem İmamoğlu’nun alternatif bir güç olarak kendisini ispatladığını belirten Akgönül, “İmamoğlu bana her kesimden oy alabilen Turgut Özal’ı ve Paris Belediyesi’nden cumhurbaşkanlığına sıçrayan Jacques Chirac’ı hatırlatıyor. İzleyelim, daha seçimlere çok var” diye konuştu.
“Erdoğan-İmamoğlu rekabeti ön plana çıktı”
Uzmanlar, yerel seçimleri kaybetse de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halen iktidarda olduğunun altını çiziyor ve çok açık bir şekilde “Tayyip Erdoğan- Ekrem İmamoğlu” rekabetinin ön plana çıktığını vurguluyor.
Prof. Billion, “Seçim sonuçları Türkiye’deki siyasi güç dengesinde önemli bir değişikliğe işaret ediyor ancak gelecek yazılmıyor. Erdoğan sağlam bir şekilde ülkenin başında olmayı sürdürüyor ve kendi ihtiyaçlarına uygun bir başkanlık rejimine güveniyor. Halen parlamento çoğunluğuna sahip, medyanın ve yargının büyük bir bölümünü kontrol ediyor. Ama bütün bunlara rağmen, 31 Mart sonuçları yine de büyük önem taşıyor ve gerçek bir dönüm noktasını temsil ediyor” diyerek şu tespitleri yapıyor:
“Sonuçlar mevcut ‘Erdoğan- İmamoğlu’ maçını daha muhtemel kılıyor. 70 yaşında yorgun bir adam, İmamoğlu karşısında. (İmamoğlu) ondan 20 yaş daha genç, dinamik, popüler, halka konuşmasını biliyor. Sembolik olarak olumlu dinamizm CHP’den yana. Ama Erdoğan’ın da elini kolunu bağlayıp oturacağını düşünmüyorum. Gezi, darbe girişimi… politik kariyerine bakarsanız bunu görürsünüz. Seçimler CHP’ye önemli sorumluluklar yükledi. Laik seçmen ve özellikle büyük şehirlerdeki Kürt seçmen CHP’ye oy verdi. CHP’nin bundan sonraki başarısında, topluma daha çok açılan bir parti olabilecek mi, laiklik, Kürt sorunu gibi konularda ne tür bir tavır alacak, bunlar belirleyici olacak. Bu iki konu yeni değil, ama durum yeni. Sanırım İmamoğlu’nun uzlaşmayı reddeden kesimleri aşarak, toplumu birleştirme kapasitesi var. CHP açısından bu iki soruna vereceği yanıt çok önemli. Türkiye, son derece heyecanlı bir siyasi döneme giriyor.”
“Türkiye’de artık yeni bir nesil var”
Bertrand Badie, Türkiye’de yeni bir neslin oluştuğunu, bu yeni neslin “dünyadan haberdar, politikanın değişmesini isteyen, yeni bir model arayışındaki dinamik bir genç nesil” olduğunu kaydediyor.
Badie, “Dini, politikadan ayırmak isteyen bir gençlik var. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu dinini açıkça yaşayan, dinin özel yaşamdaki yerini inkar etmeden, laikliği yaşatmak isteyen iki isim. Bu yeni bir durum ve çok çok önemli. Laiklik kavramı değişiyor, AKP değişiyor, CHP de değişiyor. Yeniden Refah Partisi’nin yükselmesi de ilginç bir nokta. MHP’nin erimesi ve Kürt partisinin büyük illeri alabilmesi de önemli tespitler. Şimdi önemli olan, DEM Partili belediyeler ya da İmamoğlu ve Yavaş’a müdahale olacak mı?” diye konuştu.
Bayram Balcı da, cumhurbaşkanlığı seçimleri için hala çok uzun bir süre olduğu uyarısı yaparak, “Yol hala uzun, dolambaçlı ve kaotik. Muhalefetin kontrol ettiği tüm şehirlerde kendini seçmene kanıtlaması gerekiyor. Aynı zamanda ne Türkiye’deki ne de Ortadoğu’daki büyük kriz muhalefetin kervanını bozmamalı” diye konuştu.