Muhalefetin yerel seçimlerdeki zaferi, sinema sektörünün derin bir nefes almasını sağlamış görünüyor. Özellikle de tamamen yerel yönetimin inisiyatifine bağlı olan ülkenin en önemli iki film festivali Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza’nın kaderi iktidar bloğundan birisinin eline geçmesi durumunda akıbeti meçhul hale gelecekti. Malum, 2014’teki sansür krizinin ardından dönemin AKP’li belediyesi ve festival yönetimi sorunu ulusal ve belgesel filmleri festivalden çıkararak çözmüşlerdi! Adana’da ise 2014-2019 yılları arasında yerel yönetimde MHP’nin olduğu dönemde de festival devam ettirilse de ciddi sıkıntılar söz konusu olmuştu.
Peki, 2019’da bu belediyeler CHP yönetimine geçtiğinde her şey güllük gülistanlık mı oldu? Ya da bir dönem öyle olmuş olsa bile, seçim öncesinde devreden bakiye bize gelecek için umut veriyor mu?
ALTIN PORTAKAL’IN SIKINTILARI
Memleketin en uzun soluklu ve en etkili festivali olan Antalya Altın Portakal’dan başlayalım. 2019 baharında seçimin kazanılmasının ardından festivalin başına getirilen ekip, sektör tarafından coşkuyla karşılanmıştı. Haksız bir coşku değildi bu. Yıllardır Gezici Film Festivali’ni yapan, herkesin saygı duyduğu bu ekibin festivale eski görkemini kazandıracağı öngörülüyordu ki, hayli mesafe de kat edildi bu konuda. Ancak, başlarken iki büyük hata yapıldı. İlki, sektör bileşenlerinin festival süreçlerinden dışlanması ve 2014’teki sansür kriziyle hesaplaşılmadan yola devam edilmek istenmesi. Üstelik bu tutumun ileride sorun yaratabileceği o günlerde de yazıldı, çizildi ve söylendi. Gece yarısı yönetmelik değiştirmek gibi Altın Portakal tarihini bilenlerin vaka-i adiyeden sayacağı kimi ‘küçük skandalları’ saymazsak 2023’e kadar özellikle de ulusal (kurmaca, belgesel, kısa) yarışmalar anlamında hayli güçlü bir festivale tanıklık ettik.
Ve fakat ekim ayında düzenlenmesi planlanan 2023 festivalinin hemen öncesinde iktidar cenahının bastırmasıyla “Kanun Hükmü” belgeselinin yarışmadan çıkarılması, sonra tepkiler sonucu geri alınması, sonra tekrar çıkarılması gibi kötü bir süreç yaşandı. Festival yönetimi, bu süreçte paydaş olarak sektörü sürecin içine katmaya çalışsa da bu bağlar güçlü kurulmadığı için yeterince işlevli olamadı. Kendi başlarına çözmeye çalıştıkça da daha büyük hatalar yapıldı. Başta belediye başkanı olmak üzere Antalya yerel yönetiminin de kültür bakanlığı ve iktidar cenahının/ medyasının tazyikine boyun eğmesi sonucu festival iptal edildi. Daha fazla ayrıntıya gerek yok. Merak eden arşivleri inceleyebilir.
Antalya için şimdi önümüzde iki sorun var. İlki bu yaşananların üzerine festival yönetimi kime verilecek, bu teklifi kim kabul etmeye cesaret edecek? İkincisi tekrar yönetime gelen ekibin bu yıl ve sonrasında iktidar cenahının her tazyikine direnmek yerine afallayıp programdan film çıkarmak, festival iptal etmek gibi yöntemleri tekrar edip etmeyeceği sorusu. İkincisinden başlarsak, bir direnişin söz konusu olmasını beklemek eldeki verilerse ‘saflık’ olacaktır. Mevcut yönetim festivali yeniden görkemli hale getireceğini vaat ediyor. Görkemden ne anladıklarını bilmiyoruz. Zira sahneye şöhret çıkarmak olarak algılanabiliyor çoğu zaman. Yapılabileceklerin en kötüsü festival programını oluştururken ciddi bir ‘denetim’ inşa etmek ve sinemayı iktidarın istediği dar alanın içine hapsetmek olacaktır. İktidar bloğunun seçim sonrası yaptığı açıklamalardan önümüzdeki dönemin daha da sert geçeceğini, kırmızıçizgilerin artacağını ve toplumu dar bir alana sıkıştırmak için yoğun bir baskı kurulacağını öngörmek zor değil. Peki, bu yoğunlukta belediye yönetimi Altın Portakal’ı bir sanatsal özgürlük olanı olarak savunabilecek, oradaki eserlerin arkasında durabilecek mi? Umutlu değiliz açıkçası.
Altın Portakal bahsini daha çok konuşacağız gibi görünüyor. Ancak olası en yakın gelişme üzerine bir öneride bulunalım. Yeni dönemde festivalin ‘artistik direktörlüğü’nü üstlenecek kişi veya ekip, geçen yıl yaşananlardan önemli dersler çıkarmış olmalı. Belediye yönetiminin onları ateşe atabilme potansiyelini unutmadan, en başta gerekli “dokunulmazlıkları” talep etmeli. İkinci olarak da festivalin organizasyonuna değil ama genel dokusuna dair süreçleri sektör bileşenleriyle birlikte inşa etmeli. Bileşenlerin süreçlere dahil olması geçen yılki gibi durumlar karşısında sektörün daha hızlı hareket etmesi, daha çabuk refleks göstermesi ve baskı unsuru oluşturması anlamına gelecektir.
ALTIN KOZA’NIN OLANAKLARI
Adana Altın Koza ise program direktörü Kadir Beycioğlu’nun kaybının ardından ciddi bir kan kaybı yaşıyor. Festivalin yetkili bir direktöre ihtiyacı olduğu çok açık. Yetkili vurgusunu özellikle yapıyorum çünkü festival ile dönemsel bağ kuran çok iyi isimler olmasına rağmen tuhaf biçimde festivalde fazla sorumluluk almaları sağlanmıyor. Film seçicisi, programcı olmanın ötesine geçemiyorlar. Halbuki festival düzenlemek herkesin yapabileceği bir organizasyon değil. Altın Koza’nın gözleyebildiğimiz sorunlarından birisi de yetki ve alan karmaşası. Festivalin genelinden sorumlu olan ekiple, jürilerin oluşturulması, film seçimi ve yarışmalardan oluşan ekibin alanlarının birbirine karışması. Seçilecek filmlerden, oluşturulacak jürilere kadar kararı bağımsızca verecek yetkili ve işine karışılmayacak bir sanat yönetmeni festivalin en büyük ihtiyacı şu anda. Bu sanat yönetmenin ilk işi de başvuru için film beklemek değil, yeni filmini bitirmiş önemli yönetmenlerin, yurtdışında gösterimi yapılmış yapımların peşine düşüp en iyi seçkiyi oluşturmak olmalı. Çok festival ama az sayıda nitelikli filmin olduğu bir ülkedeyiz ve iyi filmi festival seçkisinde yer almasını sağlamak bir sanat yönetmenin en önemli işi olmalı bana göre.
DEM’Lİ BELEDİYELER VE YENİ DÖNEM
Bitirirken gelişmelere göre ilerleyen günlerde yeniden ele almak üzere DEM Partili belediyelere dair de birkaç söz söylemek gerek. İlk kayyumlar atanmadan önce, Sur’da daha çatışmalar devam ederken Amed’te belediyenin çağrısıyla bir toplantıya katılmıştım. Kürt sinemacılar ve benim gibi İstanbul’dan gelmiş olanlar, bölge belediyelerinin kültür alanındaki sorumlularıyla “nasıl bir film festivali” sorusu üzerine kafa yormuş ve hayli de mesafe kat etmiştik. Diyarbakır merkezli olacak ve bütün bölgeye yayılacak uzun soluklu bir festival projesi masadaydı. Kürt Ulusal Sineması’nı büyütmeye dair böylesi bir adım heyecan vericiydi. Çünkü buna paralel olarak partinin yönettiği belediyelere sinema perdesi kazandırılması da planlanıyordu. Ancak o günden bugüne bölgede büyük bir tahribat yaşandı. Orada yaşayan ve üreten yönetmen dostlarımızın bir kısmı sürgünde. Eminim DEM Partili eşbaşkanlar kayyımların verdiği zararları tespit edip tedaviye başladıktan sonra önünde sonunda benzer projeleri hayata geçirmek için harekete geçecektir. Hali hazırda yapılmış o çalıştayın hafızası da duruyordur bir yerlerde. O çalıştayda konuşmaya fırsat bulamadığımız başlıklardan birisi bu festivalleri kimin düzenleyeceği, kimlerin sorumluluğunda olacağıydı. Ama bu sorunun cevabı çok net biçimde “tabii ki Kürt sinemasının her türden bileşeni” olduğu için tartışmaya açmadık belki de. Antalya, Adana’da yapıldığı gibi ‘parayı verenin düdüğü çaldığı’ değil, sinemacıların konuştuğu, filmlerin konuşulduğu festivaller umuduyla…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***