“Yeni bir yazı serisine başlıyoruz. Son günlerin fenomeni Dune romanları ve filmleri… Çölün uzak geleceğindeki kurak topraklarına gidecek, yazarını tanıyacak, Dune evreninde yol alacak ve karakterlerine yakından bakacağız. Bu arada Duna hakkında milyon türlü şey yazılmasına rağmen yazılmamış ayrıntıları paylaşacağız!”
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Evet çok fazla dayanamadım…
Son günlerin fenomen filmi (dolayısıyla romanları) Dune hakkında bir de benim bakış açımla oluşturacağım perspektif çıkarmaya karar verdim. Bu ve bundan sonraki birkaç yazıda seri olarak Dune romanları, yazarı, Dune evreni, içerdiği mesajlar ve acizane zannımda görülmeyen ve fark edilmeyenleri anlatmaya çalışacağım.
Bu yazı dizisinde neler göreceksiniz?
Öncelikle Dune evrenini oluşturan yazar Frank Herbert’i tanıyacağız. Bu büyük beynini başka bir muhteşem insan J. R. R. Tolkien ile karşılaştırmalı analizine bakacağız. Sonra Dune evreninin oluşum serüvenine bakıp kitaplarına bir göz atacağız. (Şaka değil tam 38 kitap)
Daha sonra Evrenin içine dalıp, dünya tarihini günümüzden ele alıp bu evrende yolculuğa çıkacak ve 20 bin yıl ileri gideceğiz. Ve en eğlenceli bölüme geleceğiz; Dune evrenindeki karakterler üzerinden hikâyeyi yeniden inşa edecek, bu evrendeki iyileri, kötüleri, safları ve korkakları ele alacağız. Bu esnada bazı Dune kavramlarına da bakacağız, Dune mekanlarını, gezegenlerini inceleyip, anlatının seyrine değineceğiz.
Belki biraz spoiler verme pahasına hikâyenin neye evrileceğine dair ipuçlarını gördükten sonra, Dune hakkında çekilen filmlere ve bittabi bana göre yaşayan en önemli yönetmenlerden olan Kanadalı Denis Villeneuve’nun Dune serisine bir göz atacağız. Bu filmleri sinematik, içerik ve metaforik olarak ele alacak, bugüne kadar pek kimsenin değinmediği bazı ayrıntılara da değindikten sonra serimizi noktalayacağız.
İsterseniz girişi çok uzatmadan hemen başlayalım…
Lesley Blanch (Doğumu 1904 ve tam 103 yaşında; 2007’de vefat etmiştir) sanat eğitimi almış İngiliz yazar, tarihçi ve gezgindi. Onunla ilgili en çok istifade ettiğim makalede de belirtildiği gibi (Ki makaleyi şurada bulabilirsiniz) Bayan Blanch’ın hayatı (ki o yaşına kadar moda, güzellik, makyaj, sahne tasarımı gibi konularla ilgilenirdi) Fransız Romancı ve diplomat Romain Gary ile tanışında kökten değişecekti. Kocasıyla beraber Balkanlar, Türkiye, Kuzey Afrika, Meksika, ABD ve Rusya gibi ülkelerde gezdi. Bu özelliğinden dolayı “Time traveller-Zaman yolcusu” unvanını alacaktı! Hayatın bir başka dönüm noktası ise Rus yazar Alexander Herzen’i keşfetmesi olmuştu.
Nereye giderse gitsin yanına mutlaka Herzen’in bir kitabını alırdı. Yazıya yabancı değildi o güne kadar Vogue, Harper’s gibi dergilerde yazılar yazıyordu ama gündelik abur cubur şeylerdi yazdıkları. 2. Dünya Savaşı’nın bitimiyle bu dergilerde yazmayı da bırakmış ve aynı yıl ilk evliliğini yapmıştı. Özellikle Amerika’da sinema sektörüyle tanışması onun kurguya olan yeteneğini keşfetmesini sağlamıştı. Burada e Aldous Huxley ve Gary Cooper, Sophia Loren ve Laurence Olivier gibi Hollywood yıldızlarıyla ailevi ilişkiler kurmuştu ama bu bohem hayat onun evliliğinin de sonunu getirdi. Kocası onu Godard’ın meşhur ‘Nefessiz’ filminin başrol oyuncusu Jean Seberg için terk etti.
Blanch ve sosyete meraklısı kocası diplomat Romain Kacew (sonradan Gary soy ismini aldı) ile
İlk çok satan romanı ‘Aşkın Vahşi Kıyıları’nı yazdığında yıl 1954 idi. 1956’da ‘Cennetin Kökleri’ adlı romanıyla Fransa’nın en prestijli edebiyat ödülü olan Prix Goncourt’u kazandı.
Ve yıl 1960…
5. Albemarle caddesindeki yayıncısının ofisine elinde yeni bir roman ile girdi. Daha sonra “iyi kitabım” diyeceği “The Sabres of Paradise – Cennetin Kılıçları” isimli eseriydi elinde tuttuğu. Cennetin Kılıçları çok aşina olduğumuz gerçek bir karakterin inanılmaz hayatını anlatıyordu: Şeyh Şamil.
Kitap 1834-1859 yılları arasında yaşanan Kafkas Bağımsızlık Mücadelesi’nde Dağıstan ve Çeçenistan’ın birbiriyle çatışma halindeki aşiretleri Şeyh Şamil’in karizmatik liderliğinde birleşmesini ele alıyor ve özgürlük ile imanın motive ettiği Kafkas savaşçılarını anlatıyordu. Siyah cübbe giyen, siyah sancaklarını dalgalandıran ve ölüm şarkıları söyleyen Müritlerin katı disiplini hem modern Batı’da hem Doğu’da haksızlığa karşı direnişin en asil örneklerinden biriydi Şeyh Şamil…
Doğrusu kitabın yazılma serüveni tam altı yıl sürmüş, Blanch bu süreçte Rusya ve Kafkasya’da araştırmalar yürütmüş, hatta Türkiye’ye gelmiş ve Şamil’in Türkiye ve Mısır’da yaşayan torunlarını araştırmıştı. Lesley Blanch bu kitap için evini ihmal etmenin bedelini de ödeyecek ve eşi onu kitabın yayınlanmasından kısa bir süre sonra terk edecekti!
Kitap muazzam bir geri dönüş aldı. General de Gaulle bile “bir kadının savaşları bu kadar iyi anlayabilmesi ve bunları bu kadar canlı bir şekilde anlatabilmesinin dikkate değer olduğunu” yazan bir mektupla onu tebrik etmişti. Le Monda: “Muhteşem bir tarihi dram; İmam Şamil’in muhteşem, coşkulu bir biyografisi”, The Guardian: “Gerçekten muhteşem dövüş, aşk ve şiddetli ölüm hikayeleriyle dolu. . . Bu derin ve heyecan verici kitap, Kafkasya halkının Rusya’dan bağımsız kalma mücadelesini evrensel bir destana dönüştürüyor. . . Şamil’in Tolstoy ve Puşkin üzerinde bu kadar güçlü bir etkiye sahip olması şaşırtıcı değil.”, New york Times: “Modern Rusya’ya daha iyi bir giriş hayal edemeyiz!” diye yazmıştı.
Burayı unutmayalım, geri döneceğiz. Şimdi sırada başka bir yazar var çünkü…
Frank Herbert, Lesley Blanch’tan 15 yıl kadar sonra (Doğumu 1920 ve Bayan Blanch’tan 20 yıl önce; 1986’da vefat etti) Amerika, Wisconsin’de dünyaya geldi. Küçük Frank henüz 8 yaşını kutlarken kendisine “büyüyünce ne olacaksın” diye soranlara “Yazar olacağım” demişti. Fakir bir aileden geliyordu ve 18 yaşında çalışmaya başlamak zorunda kaldı. Bir süre serbest gazetecilik yaptı ve İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde fotoğrafçı olarak donanmaya katıldı. Aldığı bir kafa darbesiyle harp gazisi olarak evine döndü. 1940 yılında 5 yıl sürecek ilk evliliğini yaptı. 1946 yılında tekrar evlendi (Beverly Ann Stuart ile) ve bu evliliğinden bir yıl sonra oğlu Brian dünyaya geldi. Bu Brian da önemli çünkü babasından devraldığı Dune evrenini hayli genişletecekti.
Frank Herbert hayatının en büyük projesinin ilk ilhamını bu yıllarda taşındığı Portland’da edinecekti. The Dregon Journal ondan bir araştırma yapmasını istedi. Oregon’daki Florence kasabasının hemen güneyinde, Pasifik Okyanusu ile çam ve ladinlerden oluşan kalın bir orman arasında bir kum tepeleri şeridi çok ilginçti evet. Kum tepeleri kelimenin tam anlamıyla yürüyor, hareket ediyordu. Herbert bir süre sonra bu çölün bir deniz gibi olduğunu fark etti. Sürekli yer değiştiren kum tepeleri sürekli olarak yeniden şekilleniyor; sırtlar sadece birkaç gün sürüyor, kum dağlarının tamamı eriyip her yıl yeniden oluşuyordu. Herbert yazısında; “Burada aynı tepede iki kere yürüyemezsiniz” diye yazmıştı.
Herbert (1973’te verdiği bir röportajda söylediği gibi) yazmaya başlamadan yaklaşık 10 yıl önce bilim kurgu okumaya başlamış ve HG Wells, Robert A. Heinlein, Poul Anderson ve Jack Vance gibi yazarların etkisi altında kalmıştı. Nisan 1952’den beri çok fazla bir esprisi olmayan pek çok kısa hikaye yazmıştı. Ve bu öyküler Startling Stories, Astounding Science Fiction gibi fantastik dergilerde görselleştirilmişti.
Dune’a ilham kaynağı olan Oregon kumulları
Frank Herbert bir süre ucuz dergilerde kısa öyküler yazarak yaşamını kazanıyordu. Ve 1960 yılının temmuz ayının son günü sabahı eline aldığı New York Times gazetesi hayatını kökten değiştirecekti. Gazete Lesley Blanch’ın İstanbul’u, boğazı, camilerini anlattığı minicik bir haberi vardı. Gazete Aşkın Vahşi Kıyıları’nı tanıtıyordu.
Herbert bu enteresan kadını merak etti ve kısa sürede son kitabı olan ‘Cennetin Kılıçları’ isimli romana ulaştı. Kitap Amerika’da da çok satanlar arasındaydı.
Herbert Cennetin Kılıçları’nı okudukça zihninde bambaşka şeyler belirmeye başlamıştı.
Bir kere kitaptaki dağ kavramı ile Herbert’in zihninde oluşturduğu kum tepesi kavramı birbirine çok yakındı.
Yeni yazacağı romanın kahramanını benzeteceği rol modeli bulmuştu: Şeyh Şamil… Onun gibi giyinecek, onun kadar cesur ve feragat sahibi bir karakter olacaktı. İsim bulmak içinse yine başka bir yaşamış gerçek kişiliğe başvurdu: Aziz Pavlus. O da tıpkı yazmayı düşündüğü kitabındaki karakter gibi, önce düşman olduğu topluluğun sonra bir parçası hatta ilham kaynağı olacaktı. Baş karakter tamamdı artık: Şeyh Şamil’e benzer bir kıyafet içinde hayal ettiği Paul Atreides…
Dune’un son versiyonunda Şeyh Şamil’e benzetilmek epey kaçınılmış ama David Lynch’in çektiği versiyondaki Paul daha çok benziyor.
Şu cümle Cennetin Kılıçları’nda var mesela: “Polish comes from the city, wisdom from the hills – Işıltı şehirden gelir; bilgelikse tepelerden.”
Şu cümle de Dune’dan: “Polish comes from the cities; wisdom from the desert – Işıltı şehirlerden gelir; bilgelikse çölden.”
Ya da; “Allah, bir canlının belirli bir yerde ölmesini istediğinde, o canlıyı ihtiyaçları sebebiyle oraya gelmeye mecbur bırakır.” – Cennetin Kılıçları
“Tanrı, bir canlının belirli bir yerde ölmesini istediğinde, o canlıyı ihtiyaçları sebebiyle oraya gelmeye mecbur bırakır.” – Dune
Bir sonraki yazıda Dune’un kitap olarak yayınlanmasının ardından yaşananları ve Tolkien-Herbert karşılaştırmasını yapacağız. Elbette Yüzüklerin Efendisi – Dune farklılıkları ve benzerliklerine de odaklanıp, Dune evrenine girmiş olacağız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***