AHMET KURUCAN | YORUM
Adetim değildir ama bu defa adetimi bozacağım. 10 yıl önce 6 Aralık 2014 yılında Zaman Gazetesi’ndeki köşemde “Bir taksi yolculuğu” başlığı ile yayınlanmış yazımı noktasına virgülüne dokunmadan bir daha yayınlayacağım. İftar sofrasında bir arkadaşım 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarını bize anlatırken hatırlattı bana bu yazıyı. Şimdi sizi o yazı ile başbaşa bırakıyorum:
Bir taksi yolculuğu…
Kayak Yolu’ndan Dadaşkent, oradan Şifa Hastanesi’ne dedik bindiğimiz taksiciye. 60 yaşlarında bir görünümü var. 2 günlük sakalı, yüzündeki çizgi çizgi kıvrımları kapatmaya yetmemiş. Belli ki çilekeş birisi. “Şu yoldan gideyim ağabey; daha kısa, daha az yazar.” 2014 Türkiye’sinde hâlâ karşılaştığımız, insanlığımız ve Müslümanlığımız adına onur duyduğumuz bir manzara bu. 7 çocuk büyütmüş işçi maaşıyla. 6’sı üniversite okumuş. Öğretmen birçoğu. Emekli ama taksicilikle iş hayatına devam.
Muhabbete âşık bir insan. Ben Şemsinur Özdemir’in Hocaanne ve Ailesi kitabını okuyorum. Açtım kitabı okumaya başladım. Arkadan kayınbiraderim Anadolu insanının klasik sorusunu sordu: “Ne var ne yok?”
“Hepimiz hırsızız ağabey. Bizi âfâttan başkası temizlemez.” dedi. Bende şaşkınlık had safhada. Kitabı hemen kapattım.
Evet; gerçekten şaşırdım; çünkü, “Çok yazmasın, şu kısa yolu tercih edeyim.” diyen insan şimdi, “Hepimiz hırsızız!” diyordu. Siz olsanız şaşırmaz mısınız?
“Ne demek istiyorsunuz?” dedim. “Çocukluğumda bizim köyde bir Musa vardı. Bankaya parasını yatırmış dediler. Bu söz duyulduğu andan itibaren köyümüzdeki büyüklerimiz Musa ile selam sabahı kestiler. Bayramda dahi evine gitmediler. Biz böyleydik ağabey. Ya şimdi?..”
‘Âfâttan başkası temizlemez’
Ben sordum bu defa “Ya şimdi?” Arka arkasına sıraladı. “Hem namaz kılıyoruz, hem gıybet ediyoruz. Hem namaz kılıyoruz, hem faiz yiyoruz. Hem namaz kılıyoruz, hem zekât vermiyoruz. Hem namaz kılıyoruz, hem rüşvet alıyoruz. Hem namaz kılıyoruz, hem fitneye odun taşıyoruz. Hem namaz kılıyoruz, hem yalan söylüyoruz.”
“Bizi âfâttan başkası temizlemez!” sözünün temelinde yatan düşünce buymuş demek ki dedim içimden. İyi de neden buradan başlamıştı? Kayınbiraderim sadece, “Ne var ne yok?” gibi çok genel ve masum bir soru sormuştu. Cevabı basit bu sorunun: “Dervişin fikri neyse zikri de odur.”
Adam dertli ve “Dertli söylegen olur.”
Okuduğum kitabın arka sayfasını çevirip not almaya başladım. Zira hemen yanı başımda ağzından çıkan her cümle neredeyse not alınacak ölçüde irfanla donanmış bir insan vardı ve konuşma oldukça ilginç bir yere doğru sürükleniyordu.
Kayınbiraderim yine sordu: “Pekâlâ ne olacak bu işin sonu?” “Cebine ve canına.” dedi şoför ağabey. Kayınbirader bunu hemen formülleştirdi; “2C yani.”
Anlamadı, “Ne demek istiyorsun? Cebine ve canına diyorum. Tamam, şimdi anladım. Evet, bizim milletin cebine ve canına dokunmadıkça uyanmaz ağabey.” dedi o kulaklara hoş gelen Erzurum şivesiyle.
Sorular arka arkasına devam ediyor. “Saraya ne diyorsun?” dedik. Cevabı hem kısa hem de çok ustacaydı. “Bakın, hepimiz Müslüman’ız. Müslümanlıkta israf nedir?” Devam edecek zannettik ve sustuk. Meğer ki soruyu bize soruyormuş. “Size soruyorum; dinimizde israfın hükmü nedir?” “Haramdır!” dedim yüksek sesle.
“Tamam, mesele bitmiştir o zaman.” diye cevap verdi.
Bu defa açıktan sordum. “Hocaefendi’ye yapılan hakaretler hakkındaki düşüncen nedir?” Sorum biter bitmez bir saniye bile düşünmeden cevaba başladı: “Bakın kardaşım. Ben Cemaat’ten değilim. Hiçbir cemaatten de değilim. Ama bizim bir örfümüz, âdetimiz vardır. Din adamlarına bakışımız ve kabulümüz vardır. Ben 30 yaşındaki camimin imamının önünde el-pençe divan duruyorum. Çocuklarıma da aynı şeyi telkin etmişim. Hocalara saygıda kusur etmeyin demişim. Her şeyden önce Hocaefendi bir din adamı. Bir din adamına bunlar söylenir mi? Saygısızlık değil mi? İkincisi; Hocaefendi ve Cemaat’i şimdiye kadar vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirmekten başka ne yapmış? Sadece Hocaefendi mi? Hayır, diğer cemaatler de aynı. Hiçbiri zararlı evlatlar yetiştirmedi.”
“2015 seçimleri ne olur?” dedim. “Partizan değilim. Ama oyumu vereceğim zaman partinin ve adayının dinle imanla alâkasına bakarım. Çocuklarıma da aynı şeyleri tembih ettim. Ama millet olan bitenin farkında. Özellikle buralarda terör örgütünün neler yaptığını biliyor. Hükümetin onlarla iş tuttuğunu görüyor. Cemaatlere karşı onlarla işbirliği içinde. Yandaş medya yazmasa ve söylemese de biz her şeyi görüyoruz. Yalan söylemeye gerek yok. 30 Mart’ta oy verdik biz bunlara. Ama oy verdik diye tepemize çıkacak halleri yok. Yeter artık.”
Hakimâne cevaplar
Karşımda Türkiye gündemini iyi takip eden ve hakimane cevaplarıyla dikkatimi çeken birini bulunca dış politikaya atladım ve bir soru daha sordum; “Dış politika hakkında ne diyorsun?” Hemen “Suriye!” dedi. “Ne diye uyuyan aslanı uyarıyorsun ki? Suriye’nin arkasında Çin’in, Rusya’nın, İran’ın olduğunu bilmiyor ve görmüyor musun? Bunlarla uğraşmaya senin gücün yeter mi?” “Yanlış mı yaptı diyorsun?” diye söze girdim. “Tabii ki yanlış yaptı. Bu yanlıştan dönmenin yolu da bükemediğin bileği öpeceksin. Burada senin vatandaşın açlığından ölsün, sen milyonlarca insana kapını aç. Olacak şey mi?”
Kısa süren uzun yolculuğumuz bitmişti. Ücretini ödemek için elimizi cebimize attığımızda şoför amca Anadolu insanının kanaatkâr vasfıyla karşımıza çıktı ve bizi bir kez daha büyüledi; “62 TL tuttu ama siz 50 verin yeter.”
O öyle dese de biz 62 verdik. Çünkü bu konuşmayı dinlemek için 62 değil, 162 vermeye değerdi!
Tarık Buğra, “Beni bir kere kandırırsan sana yazıklar olsun, iki kere kandırırsan bana yazıklar olsun.” der. Taksicimiz ikinci kez kandırılamayacaklar arasında göründü bana. Ama toplumumuzun kaçta kaçı böyle? Bunu zaman gösterecek.
Ziya Paşa ile bitirelim: Önce aslını sonra da günümüz nesilleri için sadeleştirilmiş şeklini bulacaksınız aşağıdaki satırlarda.
Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?
Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?
Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?
Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?
Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?
Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?
Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın,
Ey gonca bu topluluk hep böyle [yanında] olacak mı sanıyorsun?
Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?
Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.
Her dokunulmazlığı olanı Allah’a yakın mı sanıyorsun?
Her taç giyen çulsuzu Edhem mi sanıyorsun?
Dünyayı arasan binde bir insan bulamazsın,
İnsan görünümündeki eşekleri insan mı sanıyorsun?
Çok mübârek insan gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Güler görünen herkesi mutlu mu sanıyorsun?
Önce hastalığın ne olduğunu bil, sonra tedaviye başla,
Her merhemi her yaraya merhem olur mu sanıyorsun?
Kibire ne gerek var? Yoksa vezirim diye gerçekten
Sen kendini nizamın sahibi mi sanıyorsun?
Ey dünyanın geçici nimet ve devletiyle iftihâr eden,
Dünyanın sana ayrılmış olduğunu ve teslim edildiğini mi sanıyorsun?
Bu dünya ne zaman açgözlülerden yoksun kaldı,
Sen kendini bu dünyaya çok gerekli mi sanıyorsun?
En ummadığın senin içyüzünü keşfeder,
Sen herkesi kör, halkı sersem mi sanıyorsun?
Korkak olayım eğer bu çarka (döngüye) minnet edersem,
Senin zulmünden kederlendiğimi mi sanıyorsun?
Allah’a güvenenin yardımcısı Allah’tır,
Hüzünlü olan gönül bir gün gelecek bahtiyâr olacaktır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***