Merve KÜÇÜKSARP
Batı kanonunun dev ismi Robert Musil’in (1880–1942) kaleme aldığı ‘Üç Kadın’ isimli eser, Zehra Aksu Yılmazer’in çevirisi ile Can Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Musil 1924 yılında kaleme aldığı bu eserinde, birbirinden farklı sosyoekonomik sınıflara mahsus üç kadının hikayesini ve onların, hayatlarındaki erkeklerle ilişkisini ele alıyor. İçindeki her bir öyküye, başkişisinin ismini verdiği kitapta, “Grigia”, “Portekizli Kadın”, “Tonka”’nın ekseninde okuru kimlik meselesi üzerine düşünmeye davet ediyor.
MUTLAK OLANI REDDEDEN BİR AYDIN
‘Niteliksiz Adam’ adlı kült romanı ile ismini dünya edebiyat tarihine yazdıran Avusturyalı yazar Robert Musil, hayatı boyunca edebiyat eserlerinin yanı sıra sanat, tarih, din ve siyaset üzerine de çeşitli yazılar kaleme alır, son yıllarına dek üretken bir yazar olmayı sürdürür. Okulda fizik ve mühendislik üzerine eğitim alan Musil, üzerine çalıştığı analitik düşünce ile mistik düşünceyi harmanlayarak sahip olduğu dünya görüşüyle, döneminde pek çok aydını da zaman zaman karşısına alma pahasına siyasi konularda fikirlerini belirtir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünü yaşamış, ardından gelen kültürel çöküşü de hissetmiş biri olarak, Edward Said’in yıllar sonra tanımını yaptığı aydın olma sorumluluğunu her daim gösterir.
Aynı zamanda tiyatro ve sanat eleştirmenliği de yapan Musil, yazdığı denemeleri hayatın anlamını bulmak, insanı keşfetmek, bilim ve sanatı sorgulamak için bir serüven olarak görür ve mutlak görüşlere yer vermek, hakikati bulmak yerine bu serüvende araştırmayı, sorgulamayı, sınırları zorlamayı sevdiğini aşikar eder ki, onun en önemli eseri “Niteliksiz Adam”ın mutlak bir son ile neticelenmemesi de bu tavrına bir emaredir. ‘Niteliksiz Adam’ı bitiremediği gibi, herhangi bir konuda son noktayı koymaktan, mutlak bir görüşte ısrarcı olmaktan kaçınır. Nitekim denemelerinde de bir olaya, dünyaya tek bir açıdan bakmanın bir tür yıkım olacağını da sık sık dile getirir.
‘ÜÇ KADIN’
‘Üç Kadın’ isimli öykü kitabı ise onun 1924 yılında kaleme aldığı ‘Grigia’, ‘Portekizli Kadın’, ‘Tonka’ başlıklı öykülerden meydana gelir. Bu üç öyküde de Musil üç ayrı kadının ekseninde bir dizi hikaye anlatır.
Kitabın ilk öyküsü ‘Grigia’ Venedikli bir köylü kadının ekseninde insanın varoluşuna, tabiatına içkin bir öyküdür. Öykünün başkişisi Homo, bazı arkadaşlarıyla birlikte Venedik’teki bazı altın madenlerini yeniden açmak için girişimde bulunmaya karar verir. Öykü, bu karardan sonra ivme kazanır. Keza Homo bu arayış sırasında tabiatın içinde kendini keşfetmeye başlar. Bu keşfediş bazı kayıpları beraberinde getirir. Zira Homo yabancı bir dağlık dünyada, “yerli” olmaya başlamıştır. Homo tabiatı keşfederken, içinde bazı duygular da uyanır. Musil, Homo’nun içinde uyanan duyguları metinde açık seçik anlatmaktan ziyade, sık sık sembolize eder.
Altın arama serüveni devam ettikçe, Homo kimi ilkel hallerini de keşfeder. Öyle ki, altınla birlikte o ve arkadaşlarının ellerine geçen güç onları önce hayvanlaştırır, sonra canavarlaştırır. Ki isminin Homo Sapiens ile ilişkisi öykünün alt metninin aşikar kılmaktadır.
Üç Kadın’ın ikinci öyküsü “Portekizli Kadın” ise tarihi bir düzlemde seyir alır. Hikaye Kutsal Roma İmparatorluğu döneminde İtalya sınırındaki Alplerde, bir soylu kanı taşıyan Herr von Ketten ve onun Portekizli eşi arasında geçmektedir. Portekizli kadının oldukça savaşçı bir gelenekten gelen kocası ile arasındaki ilişki ve yaşadığı gerilimler, kocasının ondan savaşa giderek kaçışı, bir insanı tanımanın zorluğu, hatta imkansızlığı öykünün odağına aldığı konuların başında gelir.
“Tonka” ise Üç Kadın’ın son ve en uzun öyküsüdür. Orta sınıftan genç bir adam ile köylü bir kız olan Tonka arasındaki ilişkinin hikayesini konu alır. Diğer iki öyküde olduğu gibi, bu öyküde de Musil okuru kimlik meselesini masaya yatırır.
Tonka, kendini olduğu yere ait hissetmeyen, buna rağmen bunu dile getirmeyen, az konuşan, kendini ifade edemeyen, teyzesi ve büyük annesi ile hayatını idame ettiren sade –ama basit olmayan- bir kızdır. Bir gün bir genç adamla yolları kesişir ve onun hasta olan büyükannesine hemşirelik yapmaya başlar. Bu sırada bir ilişki yaşarlar. Ancak genç adamın varlığına rağmen Tonka kendini o eve yabancı hissetmektedir. Zira kendi suskunluğuna karşın orada yaşayanlar oldukça konuşkandırlar. Hatta yerli yersiz konuşurlar. Tonka için iletişim kurmak gerektiği için yapılan bir eylemken, onlar için daha ziyade başkalarını etkilemek, kendilerini başka türlü göstermek için bir araçtır. Tonka için zahiri bir dünyadır bu. Öyle ki, büyükannesi öldüğünde dahi Tonka, öğretilmiş bir tavır olduğu için ağlamaktan kaçınır, ağlamayı sahte bulur.
Tonka ve genç adam arasında var olan kimlik, sınıf ve kişilik farklarına rağmen ilişkileri devam eder ancak sıra dışı ve marazi bir bağlılıktır bu. Bilhassa genç adamın Tonka’ya duyduğu… Tonka’nın görünürdeki basitliğinin altındaki derinlik onu oldukça etkiler etkilemesine ancak bir yanı hâlâ ailesinin, kimliğinin etkisi altındadır. Bu ikircikli hali öykü boyunca devam eder ve Tonka ile olan ilişkisinde kimi gerilim hatları meydana getirir.
Musil, ‘Üç Kadın’da birbirinden farklı sınıftan gelen üç kadının hikayesini anlatırken, onların hayatlarındaki erkeklerle olan ilişkilerini, yaşadıkları çatışmaları, çeşitli duygulardan mürekkep hallerini ve bu erkekler uğruna gösterdikleri çabayı da gözler önüne seriyor. Bir yandan da modernist bir yazar tavrı takınarak, kimlik kavramını sorguluyor ve kimliğin altındaki kaygan zemini ortaya çıkarıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***