NECİP F. BAHADIR | YORUM
Klasik söylemi tekrar etmek gerekirse ‘Türkiye tarihi ve hayati bir seçime’ gidiyor. Bu ülkede hiçbir seçim önemsiz olmadı zaten; sıradan da görülmedi. Ben 31 Mart için ‘kader ve kritik’ kelimelerini kullanmaktan yanayım. Kendisi ‘yerel’ ama sonuçlarının ‘genel’ olacağı bir seçim bu.
Türkiye sık aralıklarla seçim yapan bir ülke… 31 Mart’tan sonra seçimsiz 4 yıl gibi uzun bir zaman dilimi var. Eğer erken seçime gidilmez veya ara seçim şartları doğmazsa tabii… Bugünden öngörüde bulunmak zor. Demirel’in, “Türk siyasetinde 24 saat uzun bir süredir.” sözü her zaman yürürlükte. Hava durumu gibi… Siyasetin şartları anlık, saatlik veya günlük değişir. Bırakın ayları, yılları üç gün sonrasını görmek bile zordur. Ülkenin göğünde karabulutlar toplanıverir. Artık yağmur mu getirir, dolu mu yoksa fırtına mı, bilinmez. Sonuç ne olursa olsun, 31 Mart sonrası çok gelişmeye gebe. “Hiçbir şey olmasa da bir şeyler olacak!” Pazar günü meçhule giden bir gemi kalkacak limandan; ya sahili selamete ya da kıyamete…
31 Mart’ın bir özelliği de Erdoğan’ın ‘son seçimi’ olması… Siyasi hayatının finali. Propagandayı ‘veda seçimi’ üzerine oturtabilirdi. İyi de getirisi olurdu. Türk toplumu görkemli vedaları sever. Bir defa söyledi, arkasını getirmedi. “Bizi bırakma! Gidemezsin, ayrılamazsın!” diye yalvaran ortağı Bahçeli’yi bile duymazdan geldi, cevap vermedi.
Erdoğan büyük siyasi yürüyüşünü yerel seçimle başlattı. 1994’te Erbakan, parti içi itirazlarla karşılaşmasına rağmen Erdoğan’ı gönülsüzce aday yaptı. Ali Coşkun’a adaylık sözü vermesine rağmen günün sonunda Erdoğan’ı tercih etti. İlhan Kesici, Bedrettin Dalan, Ertuğrul Günay ve Zülfü Livaneli gibi güçlü ve renkli rakiplerle yarıştı. Kenar mahallelerden gelen oylarla yüzde 25 oy oranını yakaladı ve başkan seçildi. Şaka gibi… Bugün hiçbir şehirde yüzde 25’le belediye başkanı seçilmek mümkün değil. Erdoğan’ın yıldızının parladığı andı bu.
Siyaset Erdoğan’ı bıraktı!
İlginç bir rastlantı, İstanbul’da yerel seçimle başlayan siyasi yolculuğu yine yerel seçimle İstanbul’la son bulacak. Kamuoyunda çokça seslendirilen ‘Bırakmaz, gitmez’ türü yorumları gerçekçi bulmuyorum. AKP tabanı veya Bahçeli gözyaşları içinde durdurmaya çalışsa da beyhude. Sonuç vereceğini sanmıyorum. Zira siyaset Erdoğan’ı bıraktı.
Halk Erdoğan’ın nasıl uğurlayacak? Şarkılarla, çiçeklerle mi yoksa ‘yeter artık, açız’ çığlıklarıyla mı? Boş tencere, mutfaktaki yangın, emeklilerin feryadı veda türkülerinin hiç de neşeli olmayacağının işareti. Yine kaderin cilvesi Erdoğan 2002’de ağır bir ekonomik krizin sonucu iktidara geldi. Veda seçimine de, geçim derdi, çarşı pazar ve marketlerdeki etiketlerin önlenemez yükselişi damgasını vurdu. Türkiye bugün Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik buhranı ile karşı karşıya…
Erdoğan’ın vedası, güneşin ufuktan ağır ağır kızıllıklar içinde batışı gibi romantik olmayacak. Titanik’in soğuk ve karanlık sulara gömülmesi gibi, kaptan köşkünden gelen keman sesleri arasında dibe doğru kayıp gidecek. Müziğin tınısı aldatmasın; geminin diğer bölümlerinden çığlık sesleri yükseliyor. Erdoğan ve AKP sözcülerinin söylediği seçim şarkıları emeklilerin, dar ve sabit gelirlilerin feryatlarını bastırabildi mi? Hayır…
Söyleyecek sözü kalmadı!
Erdoğan her seçimde iç politikadan ekonomiye, şapkasından çıkardığı tavşanlar ve seçim kozlarıyla başarılı oldu. 31 Mart’ta ‘DEM – CHP ilişkisi’ dışında söyleyecek sözü kalmadı. Bugüne kadar terör karşıtı siyaset ve milliyetçilik rüzgarlarıyla kazandı. Artık kamuoyu doydu. Seçmene gına geldi. Bir koyundan onlarca post çıkmaz. Bir kozla da onlarca seçim kazanılamaz. Deniz bitti. Kara göründü.
Hamasete vurduğu Gazze, Rabia, Mısır gibi konular artık tedavülden kalktı. 5 yıl önce Erdoğan ‘İmamoğlu mu? Sisi mi?’ diye sormuştu. Bugün bu soruyu tekrarlayabilecek durumda değil. Erdoğan, meydanlara çıkması için kışkırttığı ihvan hareketini siyaset pazarında sattı, dört parmaklı Rabia’dan vazgeçti, eski düşman Sisi ile canciğer dost oldu.
Erdoğan’ın mitinglerinde ‘İsrail’le ticareti kes’ pankartı açanlar apar topar gözaltına alınıyor.
Büyü bozuldu, sihirbaz zorda!
Elde bir Gazze kaldı. O da bumerang gibi geldi kendisini vurdu. Meydanlarda ‘İsrail ile ticareti kes’ pankartları açıldı. Erdoğan’ın İsrail politikasını eleştiren sloganlar atıldı. Dualar Filistin ve Gazze’ye, her türlü lojistik destek yüklü gemiler ise İsrail’e…
TÜİK’in belgeleri AKP ve Erdoğan’ı yalanladı. İstanbul adayı Murat Kurum’a göre pazar akşamı Gazze’nin gözü kulağı seçimlerde olacakmış… İstanbul ne ki? AKP Türkiye’de iktidar. Gazze AKP’nin ne faydasını gördü ki Kurum’dan bir fayda görsün. Gazze gibi hassas bir konuyu siyasete sermaye yapmaktan ve istismar etmekten başka anlamı yok. Toplum bunu da mı fark etmeyecek? Gazze ninnileri ile uyumaya devam mı edecek? Büyü bozuldu… Sihirbaz zorda.
Soruyu tersinden sormak daha anlamlı hale geldi; ‘31 Mart’ta Sisi mi diyeceksiniz, yoksa Murat Kurum mu?’ ‘İsrail’e ticaret mi diyeceksiniz yoksa İmamoğlu mu?’ Erdoğan sayesinde Sisi kazandı. AKP politikaları İsrail’i âbâd etti. Hamaset dolu sözler ne kadar yüksek çıkarsa çıksın İsrail’i Gazze’de 1 santim geriletemedi. Yağmur yağmadıktan sonra ‘gök gürültüsünün’ doğaya ne faydası olur? Can Yücel’in 1973 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan Faruk Gürler için yazdığı iki mısra gibi: ‘Kara kaşlı bir bulut geldi… Gürledi ama yağmadı değil, gürledi gitti…’
Temel sorun, toplumun duyarsızlığı
Pazar günü vatandaş kendi kaderini oylayacak… Oy, sadece vatandaşlık sorumluluğunu ifade etmiyor, aynı zamanda bir ‘vebali’ de bünyesinde taşıyor. Eğer oy verdiğin kişi veya parti kötü, yanlış işler yaparsa suçlarına ve günahlarına seni ortak eder. İyi işlerden de payına güzellikler düşer.
Seçim sürecinde kulakları tırmalayan para, pul, geçim, çarşı pazar, rakamlar tercihi etkileyen temel faktörler… Ama bunun yanında değerler, ilkeler, kutsallar, inançlar da var. Adalet, vicdan, ahlak, hak, hukuk ve maneviyat en az maddi kaygılar kadar tercihe etki etmeli. Maalesef sokak ve meydanlar maddi taleplere sahne oldu. Adalet, hak talebi neredeyse hiç duyulmadı. Adayların vaatleri de hep rakam ağırlıklıydı. Bu tablo Türkiye’nin trajedisidir. Sorun; siyasilerin tavrından çok, toplumun değerlere duyarsızlığı ve talepsizliği…
“Zalimlere meyletmeyin, sonra ateş size de dokunur!”
Seçmene sormak isterim; Sandığa giderken parti ve adayları ‘adalet ve zulüm’ tartısına çıkarmayacak mısın? ‘Sakın zalimlere meyletmeyin, sonra ateş siz de dokunur’ buyruğunun yüreğinde hiçbir karşılığı olmayacak mı? Hak’kı tutup kaldıracak mısın yoksa düşene bir de sen mi vuracaksın? Vicdan ve cüzdan arasında tercih yaparken nefsinin yanında kalbin de sesine kulak vermeyecek misin?
Ahlak gibi bir değerin hiç kıymeti harbiyesi olmayacak mı? Kibir ve tevazu seçeneklerinden hangisine mührünü basacaksın? Kibir abidesi gibi çalımla yürüyenlere hiç cevabın olmayacak mı? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı umurunda değil mi? Talan edilen mülkleri, hazineyi görmezden mi geleceksin? Zulme, kibre, şımarıklığa, riyakarlığa, kutsalların istismarına dur demeyecek misin?
Mühür bugün sende… Sultan Süleyman bir gün sensin. Bugün senin konuşacağın gün… Ülkenin gözleri nemli. Anadolu topraklarında senin de desteğin, alkışın ve sessizliğin sayesinde zulüm altın devrini yaşıyor. Hapishaneler masumlarla dolu. Ülke Kerbela gibi… Hakemsin bugün. Cebinde kırmızı kart da var, sarı kart da… Geleceğini düşünerek zulüm ağalarına, kibir abidelerine, talan iktidarına en azından bir uyarı, bir sarı kart gerekmez mi?
George Orwell’in sözü sana: “Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk kurban değildir, suç ortağıdır.”
Nokta… Bil ki kararın kaderin olacak…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***