(Serbest Görüş) – H. AGAH KALENDER
Cemil Meriç: ‘Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur’…
Kul icadı hiçbir sistem kusursuz değildir, hepsinin aksayan yanları var. Demokrasi şu ana kadar ki en gelişmiş yönetim biçimi. Sandık büyük kazanım. Eğer halk oy hakkını sağlıklı ve doğru kullanabilirse ‘ehil ve adil yöneticilerini’ seçer. Tercihini belirlerken vicdanı ve aklının yerine başka saikler devreye girerse ceremesini yine kendi çeker. Halk ne yaparsa kendine…
Oy kullanmak ‘büyük bir sorumluluk’ aslında. Düşünüp taşınmak ve tercihini ona göre yapmak gerekir. Her 1 oyun vebali var. Eğer oy verdiğin kişi veya grup yanlış ve kötü işler yaparsa ‘suç ortağı’ olursun… Güzel şeyler yaparsa iyilikten pay alırsın. ‘Oy’un vatandaş mükellefiyetinin ötesinde anlam ve önemi var.
Bu hafta seçim haftası… Sandık vatandaşın önünde. Mühür seçmenin elinde. ‘Mühür kimde ise Süleyman odur’. Süleyman derken kastedilen Sultan Süleyman… Kanuni değil, kuşlara bile hükmeden saltanatıyla nam salan Peygamber Süleyman… Bu pazar Süleyman sıradan vatandaş. Bir aydır siyasi liderler, başkan adayları konuştu. Yeri göğü inlettiler. Gözün gördüğü heryerde parti bayrak ve amblemleri asılı…
SEÇMENİN DİLİ, OY…
Şimdi siyasetçilerin susma vatandaşın konuşma zamanı. Seçmen sandıktan konuşur. Sandığın dili vardır. Rakamlara dönüşür. Ve kimini vezir yapar kimini rezil. O kadar da değil tabii. ‘Galiptir bu yolda mağlup’. Yarışa girmek, tartıya çıkmak da başlı başına değerlidir. Her seçim kazananı ve kaybedeni ile birlikte kutlanan bir demokrasi şölenidir. Yarışı savaşa çevirenler için ise kaybeden tarafın payına matem düşer.
Bugün çeşitli düşünür, fikir ve siyaset adamlarının ‘vecize’ haline gelen sözlerinden bir buket sunmak istiyorum. Zamanın ruhuna, günün anlam ve önemine böylesi uygun düşer. Şeb-i yelda gecemde okuduğum Peyami Safa’nın ‘Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’ kitabında çizdiğim satırlarla başlayalım.
Safa’nın bu kitabını okumanızı öneririm. Bir edebi tat ve keyif alacaksınız. Peyami Safa’nın romancılığı üstüne söz söylemek bana düşmez. En iyilerden biri… Yalçın Küçük’ün bir çıkışını hatırladım: ‘Kemal Tahir’i sağcılara verelim, Peyami Safa’yı biz alalım’. Her iki isim de Türk romancılığının anıt isimlerinden. Siyasi görüşünüze göre tasnife giderseniz çok şey kaybedersiniz. Tahir de, Safa da okunmalı.
Peyami Safa’nın kısa bir siyaset macerası da var. 1950 seçimlerinde CHP’den milletvekili adayı oldu ancak seçilemedi. CHP’de ‘Solcuların ve dinsizlerin’ söz sahibi olduğun’ gerekçe gösterererek bu partiden ayrıldı, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’ne yanaştı.
Safa o kitabında felsefe hocası Aziz’e konuştururken şunları söyletiyor: ‘Hürriyet problemi tek bir bütündür. Parçalanmaz. Hürriyetin şahsiyetle münasebetini aramayan hukukçu, yalnız fertle devlet arasındaki münasebet planında kalınca, aptalla zekiye, bilgisizle alime, görgüsüzle görgülüye aynı rey hakkını tanımak zorunda kalır. Böyle bir hürriyet ve musavat anlayışıyla iki ahmak bir dahiden üstündür. Partilerin seçimlerde aptal avcılığına çıkmaları, onları kandırmak için başvurdukları demogojinin demokrasi yerine geçmesiyle neticelenir. Gazetelerde gördüğümüz ‘Demokrasi demogoji haline geldi’ sloganı bir kelime oyunundan ibaret sayılamaz, demokrasinin halkı bir rakam halinde görmesinin zaruri neticesidir. 10 cahili, 9 alime tercih eden bir sistemde bilginin demogjiye mağlup olmasına şaşar mısınız?’.
DEĞİŞEN SEÇMEN TALEPLERİ
Günümüzde bu mesele ‘dağdaki çobanın oyu ile Profesörün oyu bir mi?’ sloganına indirgendi. Halk goygoyculuğundan yana değilim. ‘Halk ne yaparsa doğru yapar’ düşüncesine katılmıyorum. Halk bazen doğru, bazen yanlış yapar. Halk yanılır, kitleler sürü halinde uçuruma süreklenebilir. Örnekleri çoktur. Hitler Almanyası mesala… Türkiye’nin demokrasi tarihinden de örnek bulmak mümkün.
Bugün seçmenin tercihini etkileyen faktörler arasında ‘vicdan ve akıl’ maalesef çok gerilere düştü. 31 Mart’ın en çok konuşulan konuları ‘geçim derdi’, ‘emeklilerin maaşı’, ‘yol köprü’… Nerede ahlak, adalet ve özgürlük gibi değerler… Seçmenin talebi yok ki siyasi parti ve adayların vaadi olsun. İşte benden de bir halk eleştirisi…
Ne yazık ki demokrasi ‘parayı verenin düdüğü çaldığı’, daha fazla verenin daha çok düdük çaldığı bir sisteme dönüştü. Oysa oy maddi değerle ölçülemez. Vicdan ve aklın eseri oyu satın alacak para icat edilmemiştir. Eğer vicdan karardı, kalp mühürlendi, akıl sakatlandıysa ‘maddiyat’ devreye girer.
Siyaset hakkında ajandama yazdığım sözlerden biri Alman filozofu Friedrich Nietzsche’ya ait. Türkçe ‘Niçe’ diye okunan Nietzsche çok büyük düşünür. Diyor ki filozof: ‘Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim, madrabaz hainlerdir’.
Filozofun cehalete tavrı çok sert. İşi seçim noktasına getirdiğinde ise acımasız. Filozoflar uçlarda dolaşan sıradışı insanlardır. Nietzsche’nin cehalete öfkesi yerinde fakat demokrasi ve seçimle ilişkilendirirken yaptığı tespit çok ağır. Demokrasi kusursuz değil elbette şu ana kadar insanoğlunun deneye yanıla getirdiği en iyi yönetim.
Hitler’in ‘propaganda bakanı’ Joseph Goebbels’i duymuş, sözlerinden bazılarını okumuş olmalısınız. Propaganda, siyaset, seçim dendiğinde ilk akla gelen isimlerden. Nazileri konu alan filmlerin hemen hepsine ince zayıf ve çelimsez tipiyle Goebbels’e yer verilir. Onu başlı başına yazı kosunu yapmayı düşünüyorum. Ama bugün seçim döneminde duyduklarınızla ilişkilendirebileceğiniz bazı ‘siyaset vecizesi’ haline gelmiş sözlerini paylaşmak istiyorum. Sözlerinin muhatabı çoğu kez politikacılar… Ne yazık ki Goebbels’in sözlerine kulak vermeyen politikacı yok gibi…
Diyor ki Goebbels: ‘Propagandanın görevi akıllı olmak değil, başarıya götürmektir… Yargı devlet hayatının efendisi olamaz, devlet politikasının hizmetkarı olmalıdır… Yalan ne kadar büyükse inananı o kadar çok olur… Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Çıkmazsa yalana devam edin… Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar… Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur… Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların yalana inanması da o kadar kolaşlaşır… Halkı her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin… Hatalı olduğunuzu veya yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin… Asla rakibinizin sizden üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin… Kabahat ve suç üstlenmeyin… Sadece rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın… Bana vicdansız bir medya ver,in size bilinçsiz bir halk sunayım… Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun… İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır… Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak çok kolay… Eğer bir yalanı yeterince uzun, yeterince gürültülü, yeterince sık söylerseniz insanlar inanır…’
Bu sözler her ne kadar Hitler’in propaganda teknik ve taktiklerinden süzülerek gelmiş olsa da hemen her ülkenin siyasetinde izleri, izdüşümleri var. Ben seçim dönemlerinde politikacaları ve adayları dinlerken Goebbels’i çok sık hatırladım. Her iktidarın bir Geobbels’i var. Türkiye bunun dışında diyebilir misiniz? Ben diyemem.
MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN ŞİİRİ…
Gençlik yıllarında Mustafa İslamoğlu’nun ‘Heyelan’ adlı şiir kitabını okumuştum. Orada ‘Ben oyumu felakete veriyorum Şeyda’ diyen başlayan şiiri dilime pelesenk olmuştu. İslamoğlu gerçekten seçim üzerine mi yazdı o şiiri yoksa inanç ve düşünce dünyasına ilişkin tercihleri üzerine mi? ‘Şeyda’ şeyh olmalı… Babası da muteber bir din alimi… Acaba babasının tavsiyelerine itirazı mı dile getirdi?
Ben tüm seçenekleri düşünerek okudum. ‘Ağıt ve Raks’ adını verdiği o şiirden iki kıta şöyle: ‘Ben oyumu felakete veriyorum Şeyda / Sana dönük yanımda çengiler mat oluyor / Saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada / Bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor…/ … ‘Senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor / Gördüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da / Saksıya dikme güller ilk güneşle soluyor / İşte bu kısrak yokuşta çatladı, demen için Şeyda / Dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum’.
Sanki bir isyan şiiri… Efendisine, hocasına, şeyhine belki de babasına itirazı var şairin. Ve ‘Oyunu felakete vermekten’ çekinmiyor. Hürmet ettiği biri ‘Sonun felaket olur?’ diye mi uyardı? Da İslamoğlu ‘Olsun ben felaketten yanayım mı’ dedi.
Felakete oy vermek de bir seçenek… Mi acaba?
Seçim siyaset ilişkisi ve politikacılar üzerine önemli gördüğüm ve daha çok eleştiri içeren vecizeleri yorum yapmadan birlikte okuyalım.
Thomas Jefferson: ‘Halk iktidardan korktuğu zaman tiranlık, iktidar halktan korktuğu zaman özgürlük vardır’.
Benjamin Disraeli: ‘Bir siyasetçi hakkında fıkralar anlatılmaya başladı mı onun istifası gelmiştir’.
Sun Tzu: ‘Lider örnekle liderlik eder, güçle değil’.
Winston Churchill: ‘Bazı insanlar prensipleri için partilerini değiştirir, bazıları ise partileri için prensiplerini değiştirir… Politika gerçekleri gizleyip yalan söylemek değil, gerçeklerin istediğiniz yanını göstermektir.
Hitler: ‘İnsanın düşünememesi liderler için ne büyük şans’.
Rudyard Kipling: ‘En etkili uyuşturucu politikacının ağzından çıkan sözcüklerdir’.
Bili Vaugheur: ‘Hata yapmak insanlara özgüdür. Bunu başkalarının üzerine atmak politikadır’.
Bob Hope: ‘Propaganda başkasının ayağına basarken ‘ahh’ diye
bağırma sanatıdır’.
George Orwell: ‘Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları seçen halk kurban değildir, suç ortağıdır’.
Roger Garaudy: ‘Hazreti Muhammed yöneticilerin ve kodamanların haklı için değil, yönetilenlerin ve ezilenlerin hakları için savaş vermiştir. Bu bir ibadet değil adalet savaşıydı’.
Giordano Bruno: ‘Tanrı iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar’.
Hint atasözü: ‘Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa kesinlikle atltını pisletmiştir’.
Anonim: ‘Liderler tehlikeli değildir. Asıl tehlike her şeye inanıp sorgulamayan ve menfaatleri uğruna her haksızlığa sessiz kalan kitlelerdir… Tüm zalim hükümdarların sonu küçücük bir dokunuşa bakar’.
Cemil Meriç: ‘Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur’.
İsmet Özel: ‘Bilmeli ki putperestler oylarını putu yüceltmek kastıyla değil kendi düşük durumlarından doğan geçerliliği korumak kastıyla kullanırlar. Yürürlükte kalması istenen putun iktidarı değil, putperestlik aracılığıyla sağlanan çıkarlardır… Bizler ‘bu deveyi gütmeyeceğiz ve bu diyardan gitmeyeceğiz’ yola çıkmış değil miydik? Öyle idiyse şimdi ‘bu deveyi en iyi biz güderiz’ havalarında böbürlenmek nereden çıktı?’.
Bir muhtar adayının mezarlığa astığı 31 Mart pankartı: ‘Dünya fani, ölüm ani / Bir oy versen ne olur yani’.
Hz. Muhammed: ‘Korkma rahat ol. Ben Kral değilim. Ben ancak Kureyş’tan kuru et-ekmek yiyen bir kadının oğluyum’.
BENİM KELİMELERİM:
REY: Eskiler oy kelimesine yerine ‘rey’ sözcüğünü kullanırdı. Artık rey unutulmaya yüz tuttu. Aslında fonetiği güzel bir kelime. Kökeni Arapça… Görmek fiilinden türeme… Rüya ile aynı aileden. Rey’in anlamını lügatlar ‘Görüş, kanı, görme, algılama, bir düşünceyi benimseme’ diye veriyor.
OY: Türkçe bir kelime… Ses verme, cevap verme anlamı içeriyor.
MÜHÜR: Farsça bir kelime… Türkçe’ye Farsça’dan transfer. O kadar Türkçeleşti ki Türkçe eş anlamlı ‘damga’ tutunamadı. Biraz garip kaldı. Damga da yaşayan bir kelime. Şarkılarda, şiirlerde mühür daha önde… ‘Mühür Gözlüm’ şarkısı… Yağmur şiirinden;: ‘Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla / Mehtabını düşlerken o mühür sabibini’.
SANDIK: Arapça. S ince değil Sat harfiyle… Sanduka da aynı kökten. Aramice ‘snduka’, Eski Yunanca ‘syntheke’… Derleme, bir araya koyma, dolap, depo anlamına geliyor. Oy kutusu da olabilirdi ama seçim sandığı olmuş… Eskiden ahşaptandı, şimdi şeffaf malzemeden… Dışarıdan bakınca içindeki zarflar görünüyor. ‘Oy’dan dolayı ‘Sandık’ siyasi bir kavrama dönüştü.
SEÇİM-SEÇMEN: Seçmek fiilinden Türkçe sözcük… Eskiden, artık bugün tedavülden kalkan müntehip kelimesi kullanılırdı seçmen yerine… Muhtar kelimesi Arapça ‘seçilmiş’ demek… Köylerde muhtarın ekibini oluşturan ‘ihtiyar heyeti’ seçilmiş grup demek. Arapça noktalı kalın h harfiyle yazılır. ‘İhtiyarımla acep olur muydum hiç tabip / Ger bileydim alemin bundan devasız derdini’. Beyitte geçen ihtiyar kelimesi seçimimle, tercihimle anlamında…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***