NECİP F. BAHADIR | YORUM
Türkiye’de her seçime ‘olağanüstü anlamlar’ yüklenir. İster yerel olsun ister genel fark etmez. ‘Tarihi ve hayati seçim’ nitelemesi yapılmayan bir seçim hatırlamıyorum ben. Bu topraklarda her seçim Türk siyasi tarihinin en önemli seçimidir. Öyle söylenir, öyle anlatılır.
Akdeniz havzasının duygusal ve abartmayı seven bir toplumu olduğumuz muhakkak. Seçimlere mübalağa ve hamaset dahildir.
Bu satırların yazarı da bu toprakların çocuğu olduğu için her seçimi ‘olağanüstü anlamlı ve tarihi’ diye niteleye geldi. Bugün geriye doğru dönüp baktığında biraz fazla abarttığını düşünse de pek haksız olmadığını gördü. Bütün eksikliklerine rağmen ‘seçim’ Cumhuriyet tarihinin en büyük kazanımı. Ama öyle ama böyle sandık hükmünü her zaman icra eder.
İsmet Paşa gibi kendisini vazgeçilmez gören liderleri koltuğundan etti sandık. Fakat son dönemde halk uyanıklığına rağmen ‘sandık sihirbazları’ ile baş edemedi.
Çok partili dönemde hiçbir seçim ‘adil ve eşit’ ortamda gerçekleşmedi. İktidar partileri her zaman devletin imkanlarını sonuna kadar kullandı. Sistem buna karşı çözüm geliştiremedi. Seçim sürecini etkileyeceği düşünülen 3 bakanlığı takvimin işleme başlamasıyla partisiz isme bıraktı. Son değişikliklerle işlevsellikten uzak ve sembolik hale gelen bu uygulama da son buldu. Hiç değilse bağımsız bakanların seçimler üzerinde psikolojik etkisi vardı.
Aykırı adam İsmet Özel, “Türkiye’de medyanın gücü yoktur. Güçlerin medyası vardır.” der. O güçler büyük oranda devletin kontrolü altında olduğu için medya ister istemez ‘iktidarın sesi’ haline gelir. Söz konusu olan keşke sadece TRT olsa. Özel sektörün yeteri kadar özel ve sivil olmadığı herkesin malumu. Güç bugün AKP’nin etrafında şekillendi. Medya bütün ekran ve sayfaları ile AKP’nin bülteni haline geldi. Seçim dönemlerinde ise yazılı ve görsel medya AKP’nin ‘propaganda merkezi’ gibi çalışıyor.
Oysa sistemin niteliği demokrasinin kalitesi iktidarın gücüyle değil muhalefetin çeşitliliği ile ölçülür. İstisnasız her sistemde iktidar bulunur. Muhalefet ise sadece demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsurudur. Muhalefet partileri, muhalif basın yayın ve medya ile muhalif sivil toplumu güçlü sistemlerde demokratik hayat en üstü seviyede yaşanır.
İktidar, demokrasi meydanında at oynatıyor!
Hiçbir iktidar ‘muhalif sesi’ sevmez. Sistem kendi içinde muhalifleri, iktidarın tasallutundan ve şerrinden koruyan mekanizmalar geliştirmiştir. Türk tipi rejim zayıf olan o mekanizmalara bile tahammül edememiş, demokrasi meydanı bütünüyle iktidarın at oynattığı dikensiz gül bahçesine dönüşmüştür. Muhalif medya boğulmuş, aykırı sesler susturulmuş, sivil toplum çökertilmiştir.
Bilindiği gibi her seçimi uluslararası heyetler yakından gözler. Ve bulgularının sonucunu rapor haline getirir. Türkiye ile ilgili raporlarda kayda geçen olumsuzluklar son dönemde giderek arttı ve sandık sakatlandı. Son seçimleri gözleyen heyetlerin ortak tespiti, ‘seçim sürecinde adaylar ve partiler arasında adil bir kampanya ortamı ve eşitlik olmadığı’ yönündeydi. Sokaktaki insan da benzer düşüncelere sahip. Çünkü adaylar arasındaki yarışta eşitsizlik ve adaletsizlik çok ileri boyutta.
AKP, AK Parti iken evrensel standartları, AB kriterlerini, demokrasinin ilkelerini önemserken eleştirilere kulak verir, uluslararası raporları dikkate alırdı. AKP’leştikten sonra tek ölçüsü kalmadı iktidarın, ‘Ankara kriterleri’ diye nitelediği zamana ve zemine göre değişen ilkesizlik hali ülkeye egemen oldu. Bu realite sadece seçim dönemlerine ilişkin değil her alanda geçerli. ‘Ankara kriterleri’ tamamen iktidarın adaletsiz uygulamaları ve keyfiliği anlamına gelir. Bir zamanlar bu keyfilik paşalara mahsustu, şimdi muktedir beylere…
31 Mart’ta bir önceki seçimde kayıt altına alınan ve raporlaştırılan hususların dikkate alınmayacağı ve aynen tekrarlanacağı kesin. Bu raporlar bütünüyle anlamsız değil elbette. Bugün için sonuç doğurmayabilir. Fakat tarihin hükmünü vereceği güne kadar arşivlerde varlığını koruyacak. Ve hükmün oluşmasına katkı yapacak. Nasıl 1946 veya diğer seçimler kitaplara, doktora tezlerine konu olduysa özellikle son 10 yılda yapılan seçimleri de benzer akıbet bekliyor.
Sandığa güven her geçen seçimde biraz daha aşındı
Her seçim muhabbetinde ‘hile kuşkusu’ seslendirildiğini hayretler içinde dinliyorum. Sandığa güven giderek aşınmakta. Özellikle muhalif kesimler seçim sabahı ‘sandığa sahip çıkmadıklarından’ yakınır. Vaktiyle bir CHP’liden duymuştum: “Avukatlara çağrı yaptık, gördük ki herkes Çankaya’daki sandıklarda görev almak istiyor. Kimse uzağa, Polatlı’ya bile gitmek istemiyor.”
Sahip çıkamadığın sandığın içinden çıkana katlanacaksın o zaman.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin gibi büyükşehirlerde, Erdoğan’ın birkaç puan önünde ipi göğüsledi. Ama Türkiye genelinde seçimi kaybetti. Oysa bırakın diğer büyükşehirleri ‘İstanbul’u alan Türkiye’yi alır’ diye yaygın bir kanaat ve gerçeklik vardı. Kırsal ve taşradan gelen ‘silme oylar’ Erdoğan’ın yeniden seçilmesiyle sonuçlandı. ‘Hiçbir şey olmadıysa da bir şey oldu’ ki sandıktan AKP’nin tahmin ettiği ve beklediği rakam çıkıverdi.
‘Ne olup bittiğini’ öğrenmek demokrasiye inanan, adil ve eşit seçiminde talebinde bulunan her vatandaşın görevi. Seçim sonuçları ‘oldu – bittiye’ getirilmeyecek, sandık hileye kurban edilmeyecek kadar hayati önemde. Ülkenin ve her bireyin kaderini ve yaşamını etkiliyor çünkü. Buna rağmen bırakın vatandaşı, her yerde teşkilatı olan siyasi partiler Üsküdar’ı geçen atın arkasından saf saf bakmaktan, ‘ah vah’ etmekten başka bir şey yapmıyor ya da yapamıyor.
Ana muhalefet başta diğer partiler ‘oldu – bittiyi’ kabullenirse sıradan vatandaş hayıflanmaktan ve sineye çekmekten başka ne yapabilir ki?
Zarların hileli olduğunu herkes biliyor!
‘31 Mart seçimleri eşit ve adil olacak mı? Adaylar eşit şartlarda mı yarışacak?’ sorularının cevabını herkes biliyor. Şairin dediği gibi; ‘Zarların hileli olduğunu herkes biliyor / Herkes biliyor savaşın bittiğini iyi adamların kaybettiğini / Kaptanın yalan söylediğini herkes biliyor / Herkes biliyor geminin su aldığını’.
AKP’nin adaylarının yarışa birkaç adım önde başladığını da herkes biliyor. AKP’nin yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen yarışın içinde kalabilmesi bu yüzden. Oysa böylesine ağır politik ve ekonomik tablo karşısında hiçbir iktidar adayı seçimlerin favorisi olamaz. Yarışa bile giremez.
Açıkça söylemem gerekirse ben ‘AKP’li adayların kazanma ihtimalini’ bile anlamakta zorlanıyorum. Seçim yerel de olsa, genel politikalar adayların kaderini belirler. İstanbul’da Murat Kurum veya başka şehirdeki bir adayın AKP politikalarının fiyasko ve iflasından etkilenmemesi mümkün mü? Terör ve Gazze gibi hamaset, din ve duygu odaklı strateji daha ne kadar gerçekleri perdeleyecek?
Türkiye 31 Mart’a giderken yarışın eşit ve adil olmadığı inancını ve sandığın üzerindeki ‘hile kuşku ve algılarını’ ortadan kaldırabilse keşke. Pek mümkün görünmüyor. Cumhuriyet tarihinin en önemli kazanımı sandığa güven sarsıldıkça demokrasi yarası giderek büyüyor.
Haksız mı şair: ‘Yurdum, yalnızlığım benim / nereye gitsem oraya / siyah bir gül düşüyor / yurdum, ne kadar benzedin / giderek büyüyen yaraya’.
Türkiye 31 Mart’ta ‘yoğun kuşku bulutlarının gölgesi’ altında sandığa gidiyor. Ben eski alışkanlığımı tekrar nüksettirerek her şeye rağmen ‘31 Mart’ın tarihi ve hayati bir seçim olduğunu düşünüyorum. 31 Mart kendi içinde bir ‘dönüm noktası’ olma potansiyeli taşıyor. Sandığın kaderi olduğu gibi kaderin de sandığı olur.
Nasıl mı? Bir sonraki yazıya…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***