YUSUF ÜNAL | YORUM
Hani durgun bir göle sessizce bir sandal iner sazlıkların arasından, suyu incitmeden kayıverir. Gölü altına alır sonra, köşe bucak dolaşır durur. Ramazan’a girerken hissettiğim duyguyu buna benzetebilirim. Bir sandalın suya inişi gibi; sessiz, dingin ve zarif. Gölün huzurunu bozmadan, balıkları ürkütmeden çekmek istiyorum kürekleri, başımda talih kuşu varmışçasına. Sevdiceğime kavuşmuş, yuvama ulaşmış, sandal sefasına çıkmış gibi…
Yahut askerden izin almış, gurbetten memlekete dönmüşsün gibi. Anan-baban ve kardeşlerinle güzelce bir kahvaltı yapmışsın da ardından mahalleyi dolaşıyorsun. Ellerin cebinde, dudaklarında sessiz bir ıslık, gelen geçenle selamlaşa selamlaşa, kediye köpeğe hal-hatır sora sora bir parka varıyor, bir salkım söğüdün gölgesine oturuyorsun. Yüzünü meltemlere veriyor, gözünü gökteki sumrulara dikiyorsun Kulaklarında serçelerin güven veren sesleri. Oh, her şey yerli yerinde, hepsi merkezinde. Kendini oraya ait hissediyor, oralı olduğuna memnun oluyorsun. Geriye dönesin, gurbete çıkasın gelmiyor bir daha…
Telefonun ekranından cehalet akıyor
Sonra eline telefonu alıyorsun nasılsa! Gazze’den kareler düşüyor önüne, oruç tutması yasaklanan Uygur Müslümanları sonra, Yemen’de açlıktan ölen çocuklar, yurdunun hapishanelerini dolduran zulüm haberleri, sahur sofralarına yapılan polis baskınları ve ele geçirilen kitaplar, bununla övünen ülkenin bakanları ve onların alkışçıları…
Durmadan başkalarında kusur arayan, yoluna çıkan herkese omuz atıp çelme takan; affetmek nedir, özür dilemek nasıldır bilmeyen ham ruhlar akışını dolduruyor. Millet birbirine laf yetiştirme telaşında, kimsenin kimseye kulak verecek zamanı yok. Ekranını kaydırdıkça sayfalardan cehalet, sayfalardan görünme tutkusu akıyor. Herkes iddialı, herkes kendinden emin, herkes her şeyi biliyor…
Gölün suyu önce dalgalanıyor, sonra bulanıyor, ardından çürük çürük kokmaya başlıyor. Sandal yalpalıyor, yönünü kaybediyor ve su almaya başlıyor. Parkta oynayan çocuklar ağlamaya, kediyle köpek kavga etmeye, martılar çığlık atmaya duruyor. Salkım söğüt saçlarını yoluyor, huysuz bir ihtiyar ökçesiyle çimenleri dövüyor.
Yüzün asılıyor sonra, bakışın bulanıklaşıyor. Canın sıkılıyor, gönlün gölgeleniyor. Dizlerinin dermanı kalmıyor, iradene sözün geçmiyor. Geçse telefonu yere çalacaksın ama bunu yapsan bile olanlar olmaya devam edecek, biliyorsun. Çaresizce sağına soluna bakınmaya, bir ümit ışığı görmeye çabalıyorsun. Ama nafile. İzzet Molla gibi, öyle bir mevsim-i bahârına gelmişsin ki âlemin; bülbül susmuş, havuz boş, gülistan harâb olmuş.
Ramazan’a daha sıkı sarılmak…
Ne yaparsın şimdi? Nasıl baş edersin bunlarla? Kime dayanırsın?
Bana sorarsanız Ramazan’a daha bir sıkı sarılmak, iyice koynuna girmek paklar insanı. Sandalı gölün içlerine, daha daha derinlerine sürmek, dinginliğin peşinden gitmek. Mahallenin el değmemiş yerlerinde dolaşmak, serçe seslerinin susmadığı sokaklarda. Buradan çıkış ancak daha fazla ramazanlaşmakla mümkündür. Baksanıza; Gazze’de insanlar her an tepelerine inecek bombalara rağmen Ramazan’ın şemsiyesi altına giriyor, teravih saflarında toplanıyor. Hapisteki masum ve mazlumlar Ramazanla nefesleniyor, Ramazanla zindandan çıkıyor, belki bahtiyar oluyor…
Öyle ya da böyle, hemen her sene Ramazan bir seraya dönüşür ve kendine sığınanları himayesi altına alır. Başımıza gelenler değişmez belki, şartlarımız iyileşmez hatta gün günden beter olur. Ama bakış açımız değişir, görüşümüz berraklaşır, tahammül gücümüz artar. Kıymet verdiğimiz şeyler de farklılaşır muhtemelen, önceliklerimiz de. Nerede olduğumuzu hatırlayıveririz, misafir olduğumuzu, dünya hayatının geçici olduğunu, asıl yurdumuza doğru sevk edildiğimizi…
Hikmet bastonuyla yürümek…
Ramazan; sandalına bineni değiştirir, iklimine gireni dönüştürür. Olup bitenleri yahut olmayanları başka türlü görür onlar, başka türlü değerlendirir. Ellerine hikmet bastonunu alır, gözlerine basiret gözlüğünü takarlar. Dışarıdan sandal sefasına çıkmış gibi görünse de gerçek oruçlunun içinde devrimler gerçekleşir, sessiz devrimler. Yeni kararlar alır oruçlu, kendine sözler verir, Rabbine biatını tazeler. Bir kere daha; sen benim Rabbimsin der, ben de senin âciz kulunum. Bir kere daha, Rabbim der; ben geldim, sana geldim, yine kapındayım işte…
O vakit, göl yeniden durulur belki. Sandalın küreklerine asılırsın. Serçeler ötmeye, sumrular uçmaya devam eder. Dudaklarındaki ıslığa ses verir, salkım söğüdün saçlarını okşar, serçelerin peşine düşüp eve dönersin…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***