ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Başlıktaki konuya geçmeden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Washinton DC ziyaretlerine dair birkaç anektod aktarayım.
Hep söylerim; başkentler kulis haberciliğinin en üst düzeyde yapıldığı yerlerdir. Dolayısıyla sizin en gizli sandığınız toplantılar bile bir kaç güne piyasaya düşer. Sonuçta ‘düşmanın söylemese dostun saklamaz’ diye bir durum da var.
Hakan Fidan ve İbrahim Kalın üst üste Washington DC çıkarması yaptı. Amaçları Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açmak. İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması ile oluşan pozitif havayı nakite çevirme çabasındalar.
Peki Washington DC’den istediklerini aldılar mı?
Pek öyle olduğu söylenemez. Çünkü ABD’nin öncelikleri ve tehdit algılaması ile Türkiye’nin öncelikleri ve tehdit algılamaları farklı. Ortak noktalar yok değil ama ayrı düşülen konular hayli çok.
Bu arada kulis deyince şunu da not düşmekte fayda var; gerek Fidan gerekse de Kalın, Erdoğan’dan farklı olarak ABD başkentindeki havayı daha iyi okuyabiliyorlar. Dolayısıyla ABD’de temasta oldukları kişilerle konuşurken ‘Türkiye’deki anti demokratik süreçten rahatsız olduklarını, aslında ABD ile daha yakın çalışmak istediklerini ama Erdoğan’ın söz dinlemediğini’ anlatıyorlar.
Gerek Fidan gerekse de Kalın’ın ‘Erdoğan sonrası’ için kariyer planı yaptığı da sır değil. Bu nokta da Kalın daha avantajlı. Çünkü Washington’da akademik çalışma yaptı. Şöyle de denebilir, “Fidan İngilizce konuşabilir ama Kalın Amerikanca konuşmayı bilir!”
Bir önceki konuya dönersek;
Türkiye ile ABD arasında derin bir görüş ayrılığı ve güvensizlik var. Dolayısıyla ‘İsveç’in üyeliği oldu diye’ sorunlar bitmiş, çözülmüş değil. Mesela ABD tarafındaki güvensizliğin örneğini Fidan ile Blinken görüşmesi sonrası yapılan açıklamadan görmek mümkün.
Normal de bu tip görüşmelerden sonra bu kadar uzun ve detaylı açıklamalar yapılmaz. Ancak Amerikan tarafı artık yoğurdu üfleyerek yiyor. Çünkü, özellikle de Mevlüt Çavuşoğlu döneminde, görüşme sonrası Türkiye tarafından yapılan açıklama ile ABD tarafından yapılan açıklama arasında dağlar kadar fark olurdu.
Hatta ABD tarafının defaatle ‘Hayır böyle bir şey yok!’ demek durumunda kaldığına şahit olduk.
Peki açıklama bize ne diyor?
Özeti şu; “Biz durduğumuz yerdeyiz, eğer demokratik Batı ittifakının parçası olacaksınız Rusya ile askeri işbirliği yapamazsınız, Kürt meselesinde, demokratik hakların kullanılması gibi konularda tutumunuzu değiştirmelisiniz.”
Dolayısıyla F-35’e dönüş ya da Kürt meselesinde bir değişme beklenmemeli. Fidan ABD’li siyasilerle görüştüğünde Türkiye’de duymaya alışık olmadığı basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi konularda eleştiriler aldı.
Sonuç olarak; Fidan ve Kalın ABD başkentinde daha çok kişisel kariyerlerine yatırım yapıp döndü denebilir.
Şimdi gelelim başlıktaki konuya…
Hakan Fidan ABD’ye doğru yola çıkarken MİT’ten gelen alışkanlıkla medyaya ‘analiz’ adı altında çeşitli yazılar yazdırdı. Hatta tecrübeli ve kısmen muhalif gazeteciler bile bu metinleri referans aldı. Oysa Blinken ve Fidan görüşmesi sonrası yapılan açıklama açıkça gösteriyor ki Türkiye ile ABD terörle mücadele başlığında aynı sayfada değiller.
Dolayısıyla özellikle Gülen Hareketi ile ilgili söylemler Türkiye kamuoyuna yönelik propaganda dan ibaret. Çünkü ABD tarafı uzunca bir zamandır “Bize yasaların suç saydığı konular ve sağlam delillerle gelin!” diyor.
Hatta uzun süredir bu başlık gündeme bile gelmiyor.
Dosya çok ama delil yok!
Tekrar hatırlalım; Türkiye 15 Temmuz’un ardında Gülen Hareketi’nin olduğunu iddia ediyor ama ABD öyle düşünmüyor. Bu konudaki tüm provokatif söylemlere rağmen ABD resmi olarak Gülen hareketini terör örgütü olarak görmediğini defalarca söyledi.
15 Temmuz’a dair Washington’un duruşunu yansıtması açısından eski CIA başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun son kitabı fikir verebilir. Pompeo kitabında Türkiye ve Erdoğan’dan bahsederken sözü 15 Temmuz’a getiriyor ve açıkça ‘sözde darbe’ ifadesini kullanıyor. Hem de darbe kelimesine tırnak içine alarak Erdoğan rejiminin söylemlerine mesafeli olduğunu kayda geçiriyor.
Bu durum mahkemelerde ve resmi yazışmalarda da böyle. Mesela ABD kamuoyunda ‘Gülen’i kaçırma davası’ olarak da bilinen dosya da çok çarpıcı detaylar vardı. Hatırlanacağı gibi İran asıllı Amerikan vatandaşı Bijan Kian, Trump döneminin ulusal güvenlik danışmanı Mike Flynn ve işadamı Ekim Alptekin komplonun parçası olmakla suçlandı.
Kian ve Flynn yargılandı, Alptekin skandal patlayınca Amerika’dan firar etti ve o gün bugündür ABD’ye gelmiyor. Mahkemeye sunulan belgelere göre Gülen’i kaçırmak gibi planlara eski Başbakan Binali Yıldırım, bakanlar Berat Albayrak, Mevlüt Çavuşoğlu ve Nihat Zeybekçi de ‘çevrilen ve çevrilmeye çalışılan dolaplara’ dahil olmuş.
O davada kürsüye çıkan Virginia Bölge Savcısı John Gibs, davaya dair sunum yaptıktan sonra sözü ABD Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler Ofisi’nden Jeffrey Olson’a devretti. Olson, Türkiye’nin 23 Temmuz 2016’da Dışişleri Bakanlığı üzerinden Türkiye’ye iade talebi yolladığını ancak bu talep yazısında da delil mahiyetli belge olmadığını, talebin 15 Temmuz’la değil ‘paralel devlet yapılanması’ iddiası ile ilgili olduğunu söyledi.
Bu arada ilginç bir detay daha öğrendik.
Meğerse Türkiye’nin “80 koli evrak yolladık!” dediği dosyaların çoğu Havuz medyasından derlenmiş kupürlermiş! Daha da ilginç olanı birçoğu Türkçe yollanmış. ABD heyeti oturmuş bu dosyaları incelemiş.
Olson, “Çok sayfa vardı ama kanıt yoktu.” dedi.
Şimdi anlatacaklarım ise utanç verici. Yani normal, hukukun işlediği bir ülke için. Türkiye o kategoriden çıkalı çok oldu. ABD tarafı Türkiye’den elle tutulur bir şey gelmeyince, “Türkiye’ye bir ekip yollayalım, dosya nasıl hazırlanır göstersinler!” dedi.
Ankara’ya giden heyet çalışmalar yaptı ve sonrasında Türkiye’den yine öncekine benzeyen, yani içinde delil olmayan bir dosya geldi. Hal böyle olunca da Türkiye’den gelen adli yardım talepleri işleme bile konmuyor.
İşte son örnek… KHK ile memuriyetten atılan ve daha sonra ABD’ye taşınan bir Gülen Hareketi mensubu ile ilgili Türkiye ABD’ye adli yardım başvurusu yaptı.
Türkiye’nin gönderdiği dosyayı inceleyen ABD Adalet Bakanlığı özetle, “Terör suçlaması yapıyorsunuz ama bankaya para yatırma ve STK üyeliğini delil olarak gönderiyorsunuz. Bu bahsettikleriniz Anayasal koruma altındaki haklardır. Eğer terörle ilgili somut bir deliliniz varsa yollayın yoksa dosyayı işleme koymayacağız!” cevabını verdi.
Yani olması gerektiği gibi.
Tıpkı AİHM Yalçınkaya kararı gibi, ABD’de resmi olarak Gülen Cemaati mensuplarına yöneltilen suçlamaların hukuksuz olduğunu kayda geçirdi.
İşin en acı tarafı ise şu; ABD’nin ya da hukukun işlediği herhangi bir ülkenin işleme dahi koymadığı suçlamalarla Türkiye’de on binlerce insan 6 yıl 3 ay ve üzeri hapis cezası aldı. Onbinlerce insan hapislerde çürütüldü, işlerini-mallarını kaybettiler, tutuklanmayanlar da sosyal ölüme terk edildiler.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***