ANKARA – DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, kendisi gibi tutuklu ve vekilliği düşürülen Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine ilişkin “Bu mesele kişilerden bağımsız, AKP’nin faşizmi kurumsallaştırma meselesidir. Bunun için sen ya da ben değil, biz olmalıyız” dedi.
Cezaevindeki Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay’ın vekilliği, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından verilen iki ihlal kararının Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi tarafından tanınmaması üzerine 30 Ocak’ta düşürüldü. Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi hukuk örgütleri ve diğer çevreler tarafından “sivil darbe” olarak nitelendirildi.
Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesini, 4 Haziran 2020 yılında vekilliği düşürülen ve 2022 yılından bu yana tutuklu bulunan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven ile konuştuk.
Hataylıların seçtiği Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Sizin de vekilliğiniz düşürülmüştü. Hala halkın irade olarak gördüğü bir seçilmiş olarak, bu süreci cezaevinden izlemek neler hissettirdi?
Türkiye’nin içinde bulunduğu tüm kaos ve krizlere rağmen sevgili Can’ın iyi ve sağlıklı olduğunu umuyorum. Yoldaşlığın olağan sıcaklığı ile kendisine selam ve sevgilerimi iletiyorum. Zira sıradan vasat bir yaşamı kabul etmeyip, halkın derdi ile dertlenen ve hakikatin peşinden ayrılmayanların yoluna çıkması olası engelleri biliyoruz. Gerici, karanlık, despot, milliyetçi ve cinsiyetçi AKP iktidarına rağmen asla pes etmeyen, doğru bildiği her şeyi cesurca ortaya koyan, kendisi olabilene aşk olsun! Sevgili Can’a da aşk olsun. Evet, 30 Ocak’ta yine ve yeniden AKP’nin siyasi darbesine maruz kaldık. Yaralı Hatay halkının iradesi ile seçilen sevgili Can’ın vekilliği düşürüldü. AKP’nin hukuksuzluklarını hayata geçirmekten sorumlu olan Bekir Bozdağ, robot misali kendisine yüklenen misyonu muhalif vekillerin protesto sesleri arasında yerine getirerek, biatçılığını tescilledi.
Sevgili Can, hukuk mücadelesi veren tüm mazlumların yanında durarak bu sevgi ve saygıyı kazanmış, halkın yüreğindeki en güzel yeri almıştır.
Tek adam istedi diye yapılan bu işlem, sadece teknik bir prosedürdür. Can Atalay, halkın avukatı sıfatıyla, halkın vekili sıfatını çoktan hak etmişti. Dolayısıyla, siyasette insan belli mevki ve makamlara gelebilir. Bunu korumak için de her türlü etik dışı davranışı sergileyebilir. Ancak halkın sevgi ve teveccühünü kazanmak, başka bir durumdur. İşte sevgili Can, hukuk mücadelesi veren tüm mazlumların yanında durarak bu sevgi ve saygıyı kazanmış, halkın yüreğindeki en güzel yeri almıştır. Bana göre bu da paha biçilmez bir edinimdir. Kuşkusuz, aynı şeyleri yaşamış biri olarak bu hukuksuzluğun hala devam etmesine öfkeliyim. Toplumcu bir siyaseti tam anlamı ile büyütemediğimiz için, muhalif cepheyi güçlendiremediğimiz için, AKP’nin her türlü darbesini geri püskürtemediğimiz için öfkeliyim. Ancak, bugün sesini yükseltenlerin ‘Bu kabul edilemez’ diyenlerin, dün neden sessiz kaldıklarını da merak ediyorum.
Siz 2018 yılında cezaevindeyken Colemêrg’de milletvekili seçildiniz. Buna rağmen 7 ay boyunca tahliye edilmediniz. O süreçte neler yaşadığınız anlatır mısınız?
AKP’nin mahir olduğu konularda biri de yaptığı tüm hukuksuzlukları doğallaştırmak ve topluma kanıksatmaktır. Bu kanun dışılıkları da önce Kürtler üzerinde deniyor ve gelen tepkilere göre de diğer muhaliflere, yani kendisi gibi düşünmeyenlere uyguluyor. Partimiz HDP’nin aday göstermesi ile 2028 Haziran genel seçimlerinde Hakkâri vekili olarak seçildim. O dönem Diyarbakır Cezaevi’ndeydim. Avukatlarım mazbatam ile mahkemeye başvurdular. Ancak tüm tahliye talepleri reddedildi. Temmuz ayında yapılan duruşmada, mahkeme heyeti tahliye kararı verdi. Koğuşa gelip arkadaşlarımla vedalaştım. Cezaevlerinin bir klasiği olan siyah çöp poşetlerine eşyalarım konulmuştu bile. Ben tam havalandırmada veda konuşması yapmaya hazırlanırken gardiyan, ‘Avukat görüşün var’ dedi. Benim ilk tepkim, ‘Tahliyeye itiraz oldu’ demek oldu. Aynen de öyle oldu.
İtirazı değerlendiren mahkeme heyeti, cezaevinde bekleyen kitleye inat olsa gerek, mesai saatinden sonra saat 18.30 civarında beni SEGBİS’e çağırıp, ‘Tahliyene yapılan itirazı yerinde bulduk ve yüzüne okuduk. Gidebilirsin’ dediler. Avukatlarımın nerde olduğunu sorduğum anda SEGBİS’i kapattılar. Avukatlarım da ‘Bu uygulama ilk kez oluyor’ dediler. O dönem benim herhangi bir mahkumiyetim de söz konusu değildi. Daha sonraki duruşmalarda da aynı gerekçelerle tahliye edilmedim. Aradan geçen 7 aydan sonra girdiğim açık grevi ile başlarına bela olduğum için tahliye ettiler. Bu tahliye, vekil seçildiğim için değil, girdiğim açlık grevini kırmaya dönük bir hamleydi. Dolayısıyla, bugün sevgili Can’ın yaşadıkları bazı farklılıklar olsa da aynı zihniyetin ürünüdür. Hiç kuşku yok ki, bu faşizme boyun eğmeyeceğiz. Paplo Neruda’nın deyimi ile söylersek; ‘Yaralayan ölene dek yaralanmıştır.’
O süreçte nasıl bir atmosfer vardı, yeterli tepki gösterildiğini düşünüyor musunuz?
Siyasal mücadele alanında yolunda gitmeyen bir çok yetmezlikten dolayı, AKP gibi gerici bir parti ülkeyi yönetiyor. Bu onların başarısı değil, muhalif güçlerin parçalı duruşundandır. İktidar tarafından bölücü, vatan haini, marjinal, dinsiz, öteki ve toplumda teröristliğe terfi edenler aynı darbelere maruz kalıyor, aynı zulmü görüyor. Ancak lokal, dağınık mücadele veriyoruz. Deyim yerindeyse, saldırı hattı tek ama savunma hattı parçalı. Eylem ve söylem birliği yaratamadığımız için her gün yeni bir siyasi darbe ile uyanıyoruz. Bunun muhalefetin geneli ile ortaklaşmak üzerinden belirteyim; kayyım rejimi darbesi ile tecrit politikası bunun en somut örneğidir. Tecridin bir insanlık suçu olduğunu söylemek için ille de kendi mahallesinden birisine yapılması gerekmiyor. Çünkü bu tepkisiz bekleyiş, zamana yayılmış ölüm halini alıyor. Derin bir ayrışmayı ve herkesin kendi derdine yanmasını sağlıyor. Bu da kollektif örgütlü toplum ruhunu zedeliyor. Böylesi bir atmosferde seçilmiş olmama rağmen 7 ay tutuklu kaldım.
CHP, hem 4 Kasım hem de ardı sıra gelen diğer siyasi darbelere ön açtı. Ama biz umudu hiçbir zaman elde bırakmadık. Hayat var ise umut da vardır.
4 Haziran 2020’ de Musa Farisoğulları ve CHP’li Enis Berberoğlu ile birlikte vekilliklerimiz düşürüldü. Bu süreçte de yanımızda kimseyi göremedik. Bizim, siyasal hareketimiz ve kurumlarımızın dışında kimsenin böyle bir gündemi olmadı. Hukukçular dahi yorum yapmaktan kaçındılar. CHP’nin sevgili Can için gösterdiği tepkiyi memnuniyetle izliyorum. Çünkü o dönem bu konuyu konuşurken, sadece kendi vekilinin ismini söylüyor, bizden söz etmekten imtina ediyorlardı. Çünkü kafalarından yatan anlayış ‘Bunlar vekil de olsa… zanlıdır’ anlayışıydı. Dünyanın neresinde olursa olsun hakları gasp edilen, zulme uğrayan, ayrımcı ve ırkçı şiddete maruz kalan halkların rengi, dili inancı ve kimliğine bakılmaksızın yanında olunur. Bugün partimiz DEM Parti’nin yaptığı gibi, en ön safta ve en etkili sözler ile Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinden olduğu gibi tepkisini koyabilmektir. Kürt siyasal hareketi 1990’lı yıllarda DEP milletvekillerine yönelik 2 Mart darbe sürecinden bu yana silsile halinde bunu yaşadılar.
HDP’lilere yönelik 4 Kasım siyasi darbesi de bunun devamıydı. Ne yazık ki bugün Can Atalay’a karşı hukuksuzluğa güçlü tepki gösteren CHP, ‘Anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyeceğiz’ diyerek, hem 4 Kasım hem de ardı sıra gelen diğer siyasi darbelere ön açmış oldu. Genel muhalefet bakımından yeterli tepki verilmediği için bu darbeler bugüne kadar süregeldi. Duyarlı kesimlerin hedef alınması ile sesimiz sürekli kısılmaya çalışıldı. Ama biz umudu hiçbir zaman elde bırakmadık. Bir gün mutlaka sesimizi Türkiye halklarına direkt olarak duyuracağız. Hayat var ise umut da vardır. Hatta bazen hayat yoksa bile umut toprağın altında tohumda yaşıyordur.
Can Atalay için yapılan itirazları, eylem ve tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Çözmeyen denklem kilitler’ diye bir realite var. 12 Eylül faşist darbeci zihniyetin ürünü olan mevcut anayasa halen yürürlükte (O bile uygulanmıyor). Her ne kadar her iktidar kendi lehine olan maddeleri revize etse de bu anayasa orta yerde duruyor. Bir avuç sermayedarın dışındaki tüm toplum kesimlerinin içinde bulunduğu derin krizler yayılarak devam ediyor. 1990’lı yıllardan bu yana Kürt siyasal hareketine yapılan her türlü hukuksuzluk bugün artık tüm muhalefet kesimlerine uygulanıyor. Dün bu haksızlıklar Kürt halkına yapılırken ölü taklidi yapanlar, bugün yeterli olmasa da belli bir tepki gösteriyorlar. En çok sarf ettikleri söz ise, ‘Mesele Can Atalay meselesi değil.’ Biz de kendilerine kendi dilimizde ‘Rojbaş (günaydın)’ diyoruz.
Halkın yaşamına değer veren politikalara ihtiyaç var. Bütün toplumsal kesimleri, yaşamın her alanında gerçekleşebilir sivil itaatsizlik eylemlerine dahil etmek gerekir.
Bu mesele kişilerden bağımsız, AKP’nin faşizmi kurumsallaştırma meselesidir. Mesele AKP’nin ‘Dindar, kindar’ bir gençlik ülküsü ile ülkeyi adım adım şeriat kurallarının geçerli olduğunu, kadın düşmanı bir sisteme doğru götürmesidir. Mesele bu gerçeğe yakın bir tehlike olarak görmeyen, muhalif kesimlerin istemeden olsa da bu suça ortak olmasıdır. Mesele Türkiye’de askeri ve siyasi darbelerin, yolsuzlukların, yasakların, fakirliğin, sefaletin ve tüm eşitsizliklerin kaynağında Kürt sorununda çözümsüz olması vardır. Dolayısıyla bu temel sorunu görmeyip, ‘Her gün vatandaş aç’ demek gerçekçi olmuyor. Teşhis yanlış olunca, tedavi de sonuç vermiyor. Artık öyle bir aşamaya geldik ki dün bize tepeden ön yargı ile bakanlar, bugün hak, hukuk ve adaleti mum ile aramaya başladılar. Keşke bu kadar geç kalmasaydık.
Elbette etkili bir tepki hattıyla bu açığı kapatabiliriz. Bunun için de sen ya da ben değil, biz olmalıyız. Liberal ve devletçi politikalar değil, halkın yaşamına değer veren politikalara ihtiyaç var. Bütün toplumsal kesimleri, yaşamın her alanında gerçekleşebilir sivil itaatsizlik eylemlerine dahil etmek gerekir. Sözün yeniden anlam kazanması için, cesurca konuşmak gerekiyor. AKP’nin kimyasını bozan iki serhildan gerçekleşti; Gezi ve Kobanê. Bu nedenle Gezi ve Kobanê Davaları bir intikam olarak hazırlandı. Bu gerçeği herkes biliyor ama bilmek yetmiyor. Bu tezgahlanan siyasal komplo davalarını boşa çıkarmak gerekiyor. Eğer milyonlar ‘Ben de kendimi ihbar ediyorum’ diyerek savcılara başvursaydı ne olurdu? Zaten bu da bir gerçek ki hepimiz Gezi’deydik, Kobanê için sınırda ve sokaklardaydık. Teknolojinin ışık hızı ile ilerlediği dünyada, eylem ve örgütlenmek her zaman kinden daha kolaydı diye düşünüyorum. Kadınların, ‘Las Tesis’ dansı ve Avrupa’daki çiftçi eylemleri çoğaltmak mümkündür. Önemli olan, topluma görev vermek, doğru öncülük edebilmek ve toplumun ‘Asil ruhunu’ açığa çıkartmaktır. Bizler de AKP’nin yarattıklarını aşmak, daha özgür, daha güzel günler ve aydınlık yarınlar için mücadele etmeye devam edeceğiz. Cehalet, korku ve şiddet son bulsun. Bilinç, ahlak, inanç, direniş ve emek bizim olsun.
MA / Dicle Müftüoğlu
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***